DEĞERLER, ONARILMASI VE İNŞAASI

  • 16 Aralık 2015
  • 703 kez görüntülendi.
DEĞERLER, ONARILMASI VE İNŞAASI
REKLAM ALANI

Değerlerin inşa edilmesi…

İslam, inşa dinidir. İslam’ın dilediği gibi davranmak, yıpranana yönelik bir onarma, bozulana yönelik bir düzeltme, eğrilene yönelik bir doğrultma, insanın yararına olan her ne varsa onu inşa etme eylemidir.

 

REKLAM ALANI

Ka’be, İslam ile putlardan temizlendi; yıpranan makam-ı İbrahim, İslam’la onarıldı, Mekke’de bozulan değerler düzeldi. Dünya, İslam’la mescitlere, pâk toplanma yerlerine kavuştu. İslam’ın ihya ve inşa gücü, insanlığı hayretler içinde bıraktı.

 

Değer, insanlık için varlığı yararlı; yokluğu zararlı her ne varsa odur. Vakıf, bir değerdir; fizikî bir değer; komşuya selam vermek de bir değerdir, fiilî bir değer; dünyanın herhangi bir yerinden bir insanın sıkıntı çektiğini duyduğumuzda içimizde bir acı hissetmemiz de bir değerdir; hislerle ilgili bir değer…

 

“İnsanlık” kavramı eğer, fıtrat üzerinde bulunmak, insana yaraşır olan anlamında kullanılırsa insanlık değerlerle orantılı yaşar. Değerler varsa insanlık vardır; değerler yoksa insanlık yoktur.

 

Değerler üzerinde çalışan sosyal bilimcilere göre, Değerler davranışların kaynaklarıdır. Her inancın kendine özgü değerleri vardır. Her inancın, her toplumun ve hatta her insanın bir değerler hiyerarşisi, değerler piramidi vardır. Müslümanın değerleri ise İslam’ın değer verdikleridir. Değerler, önemine göre sıralanır. Değerler piramidinin tepesinde en çok önemsenen değerler bulunur. Ancak o piramit, bir bütündür. Ondaki her tuğla, diğerleri ile birlikte iş görür.

 

Kimi değerler vardır, onlara tek başına sahip çıkmak mümkün değildir. Onların ayakta kalması ancak topluluk/cemaat/kurum olmakla mümkündür. Değerler, insanı ulaşmak istediği, arzu edilebilir hedeflere doğru harekete geçirir. Olayların, insanların, davranış biçimlerinin, hareketlerin değerlendirilmesinde ve seçilmesinde rehberlik eder. İnsan, değerlere değer verdiği kadar değerlidir. Değerli olan, değerlere sahip çıkandır; değersiz olan, değerlere sahip çıkmayarak onlardan mahrum kalandır.

 

Doğru davranış, değerlere uygun davranıştır; değerlere ters olan davranış yanlış davranıştır. Ve değerler, fizikî olsun, eylemsel olsun veya hissî olsun, yıpranırlar, unutulurlar, zaman zaman terk edilirler.

 

Bir vakıf onarılmazsa yıpranır, komşuya selam verilmezse zamanla bu değer unutulur, tanınmayan, uzaktaki bir insanın sıkıntısına yönelik duyarsızlık olursa acıma hissi ölür.

İnsan manen yıpranırsa, insana yaraşır olandan uzaklaşırsa değerler de yıpranır; bu yönüyle değerler, birer göstergedir.

 

Bir yerde kubbeler yıpranmış, mihraplar toz tutmuş, minberler sarsılmışsa; hayrat kapısı vakıflar kapanmış ya da işlevsiz hâle gelmişse, komşu komşuyu tanımıyorsa, kişi tanımadığı birine selam vermek için kendini epey zorlamak ve alacağı tepkiyi epey hesaba katmak durumunda kalıyorsa; bir aracın çarptığı ihtiyarın cenazesi, üzerinde gazeteler serili hâlde yol kenarında yapayalnız duruyorsa, tabutun taşınması için gözler bazen üçüncü, dördüncü kişiyi arıyorsa o yerde değerlerin yıpranma problemi vardır. Orada insan ve insanlık yıpranıyordur.

 

Ne zaman yıpranır?

Şoke olmak da uyuşmak da değerleri yıpratır. Savaş ve onun yol açtığı göç gibi büyük felaketlerin yaşattığı şok ve yol açtığı imkânsızlıklar, bedenin yaşamasını her şeyin önüne geçirecek kadar ağır yokluklar değerleri olumsuz etkiler. Şoke hâli, insanı sarsar, dehşete düşürür, bedensel ihtiyaçları üzerinde odaklandırır ve öyle anlar olur ki insan, yaşama derdinden başka her tür kaygıdan, değerden uzaklaşır. Bu durumdaki insan, değerlerinden uzaklaşmış, sadece bedenden ibaret kalmış; başkalarının bakışında da değerini yitirmiştir. Onun inşa gücü ağır bir darbe almış, hatta tükenmiş; bedeni üreten olmaktan çıkmış, tüketen noktasına düşmüştür.

 

Onunla aynı şoku yaşamayanlar, dolayısıyla hâlâ değerlerini koruyanlar, onu o hâlden uzaklaştırmak için uğraşmazlarsa o tükenen insan, kendilerine yönelecek, onların elindeki varlığa kast edecek ve onları da kendisiyle beraber tüketecektir. Bunun için savaş ve göçler, önlem alınmadığında, sadece savaşan ve göç edeni değil, savaşan ve göç edenle yüz yüze olanları da yıpratır. Onların içindeki kimi hisleri tüketir. Savaşanlar öldürmekle acımasızlaşırken savaşanlar ve göç edenlerle yüz yüze kalanlar, yardım etmemeyi normal, yardım etmeyi anormal görmekle, acısını, problemini, çalışıp geçinme hakkını hatta namusunu yok saymakla acımasız ve değerlerden yoksun bir duruma düşerler. Bu tür anlar, toplumlar için tehlike anlarıdır, değerler için alarm anlarıdır.

 

Ama değerleri yıpratan sadece yıkımdan, yokluktan kaynaklanan şoke anları değildir. Varlık, çokluk ve bolluk da değerlerin tükendiği ortamı oluşturur. Hatta değerler daha çok, savaş anlarında değil, uzun sulh ve kalkınma süreçlerinin yol açtığı uyuşmayla yıpranır.

Üretimin amacı ihtiyacı aşıp tezyine geçtiğinde, konutlar yaşam alanı olmaktan çok gösteriş unsuruna dönüştüğünde, giysi harcamaları örtme kısmından çok süsleme kısmına yapıldığında, sofraların estetiği doyurucu olmaktan daha çok önemsendiğinde, genel bir ifadeyle manaya katkısı olmayan maddiyat asıl etkinlik alanı haline geldiğinde değerler aşınmaya, atlanmaya, unutulmaya başlar.

 

Bu yönüyle toplum tarihlerinde maddi yükseliş süreçleri, değerler açısından çoğu zaman geriye gidiş süreci diye kayda geçer. Bunun savaş ve savaştan kaynaklanan göç gibi şoke haliyle ortak yönü, insanın maddi yönüne odaklanırken manayı göz ardı etmesidir; o hâllerden farklı yönü ise buna imkânsızlıkların değil, çok imkanlılığın yol açmasıdır. Bu, bir uyuşma hâli olduğu için genellikle geç ve az kişi tarafından fark edilir. Fark ettirmeye çalışanlar da kınanır, dışlanır. İnsan, imkânı bulunca yararlanma yoluna gider; böyle çok imkânlı ortamlarda değerlere yönelik uyarıları da kendisini engelleme alanında düşünür. Değer kaybı yaşadığına inanmak istemez.

 

Yıpranması ve onarılması…

Değer yıpranmasının hissedilmesinin toplumda birkaç karşılığı vardır:

 

Duyarsızlık: Bu, değer yıpranmasını görmek istememe hâlidir. Kişi veya toplum, değerlerinin aşındığının farkındadır ama kendisini değerlere yatırım yapma modunda görmez. Yıpranmayı yok sayarak, görmezlikten gelerek kendisini rahatlatma yoluna gider.

 

Ağıt yakma ve sürekli şikâyet: Günümüzde popüler dilde “bozulma edebiyatı yapmak” da denen bu tepkide kişi veya toplum sürekli “Bozuluyoruz” diye şikayet eder; kaybedilen değerlere ağıt yakar ama değerleri onarma yönünde bir etkinlik içinde olmaz.

 

Bunun duyarsız kalma hâlinden pek farkı yoktur. Sürekli ama etkisiz şikâyet ve ağıtçılık, değer kaybına çare olmadığı gibi, kişi ve toplumları bu kayba alıştırma gibi bir tehdidi de içinde barındırır. Şikâyetle üzüntü ve öfkesini giderip vicdanen rahatlamak, önlem almayı engeller ve şikâyet edilen hâli süreklileştirir.

 

İhya/Onarma Girişimi: Bu, manevi önderlerin ve onların etrafında toplananların yoludur. Son din olan İslam’ın en önemli özelliklerinden biri de her ortamda işlevsel olan bir ihya ve onarma mekanizmasına sahip olmasıdır. Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemi Son Peygamber (Hatemül Enbiya) tayin edip, “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim.” (Maide; 3) diyerek İslam’ı kıyamete kadar mükemmel (eksiksiz) ve kendi katında tek hak din olarak seçen Rabbimiz, bu dinin özüne güçlü bir ihya ve onarma mekanizması yerleştirmiştir.

 

“Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa, Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, hoşnutlukla kanatlarını sererler. Muhakkak ki âlim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar dilerler; hatta denizdeki balıklar bile. Âlimin âbide (ibadet eden kişiye) üstünlüğü, ayın (bazı rivayetlerde ‘dolunay halindeyken’) diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler nebilerin varisleridir Nebiler, dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir.”

Meşhur hadis-i şerifinde buyrulduğu üzere “Âlimler peygamberlerin varisleridir.”

 

Allahu Zülcelal’in kendisiyle kalpleri ihya ettiği, bozulan değerleri onardığı Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemden sonra değerleri inşa etmek üzere peygamber gelmeyecek, bu görevi alim olan manevi önderler ifa edeceklerdir.

 

Bunun için İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî Hazretleri kuddise sirruhum gibi alim maneviyat önderleri toplumda aşırı varlıktan dolayı uyuşma gördüklerinde harekete geçmişler ve kalpleri ihyadan başlayarak değerleri yeniden inşa yoluna gitmişlerdir.

 

Değerleri inşa süreci

 

Değerleri ihya (canlandırma) ve onarma süreci, değerlerin kaybedildiğinin maneviyat önderleri ve salih insanlar tarafından hissedilmesiyle başlar. Bu yöndeki sözler kalpleri ihya edip değerler hususunda bir canlandırmaya vesile oldukça o âlim maneviyat önderlerinin etrafında bir topluluk oluşur. O topluluk çoğu zaman mekân gereksinimi duyarak bir yer inşa eder. Mescit, külliye, tekke veya vakıf niteliğindeki o yer, artık sadece içindekilerle değil, fizikî olarak da topluma bir iletide bulunur; “Bozulan değerlerimizi onarmak üzere harekete geçen bir âlim maneviyat önderi ve salihler topluluğu var burada” diye adeta seslenir. Bu tür yapılar ve onların müştemilatı gittikçe çoğalır, genişler.

 

Kaybolmaya yüz tutmuş değerler, “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran; 104) fermanıyla çalışan o maneviyat önderleri ve onların etrafındaki salih insanlar sayesinde bir bir canlanır. Uyuşmuş kalpler uyanır, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetleri yeniden görülmeye başlar, insanî değerler kendini yaşamın her alanında gösterir, fıtrat üzerinde bulunmak, insana yaraşır bir hâl içinde olmak anlamındaki, “insanlık” yeniden zuhur eder. Değerler hiyerarşisindeki gedikler kapanır. Toplum, yeniden maneviyatla donanır.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ