Mübarek Beldeler Bize Emanettir

  • 10 Ocak 2015
  • 631 kez görüntülendi.
Mübarek Beldeler Bize Emanettir
REKLAM ALANI

Allah-u Zülcelal, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Allahın mescidlerini ancak Allaha ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imâr eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tevbe; 18)

 

Tevbe suresi, Efendimizin Mekke’yi fethetmesinden sonra nazil olan ve müşriklere bu yıldan sonra Harem-i Şerif’e girmeyi yasaklayan ayetlerle başlar. Halen de Allah’ı Haremi olan bu mübarek beldeye gayr-i müslimlerin girmesi yasaktır. Mekke-i Mükerreme, İslam’ın beş şartından biri olan Hac ibadeti için akın akın ziyarete gelinen ve dünyanın her yerindeki Müslümanların kıble olarak yöneldikleri Kâbe-i Muazzama’nın çevresine kurulmuş bir şehirdir.

REKLAM ALANI

 

Zamanda, mekânda, eşyada ve insanlar arasında Allah-u Teâlâ’nın seçip mümtaz kıldığı, onlara gösterilen saygının Allah’a karşı saygının bir işareti sayıldığı bazı şiarlar vardır. Allah’ın şiarlarına saygı göstermek, velev ki onlar, kurbanlık olarak işaretlenmiş canlılar bile olsa, kalbin Allah’a karşı takvasının bir işareti sayılmıştır: “Bu böyledir; kim Allah’ın nişanelerine, kurbanlıklarına saygı gösterirse, şüphesiz o kalblerin takvasındandır.” (Hacc; 32)

 

Biz Müslümanlar, Allah’ın kitabına karşı saygı duymayı, Allah’a karşı saygının bir gereği sayarız. Ne yana gidersek gidelim, Allah bizi her yerde görmekte, dualarımızı her yerde işitmektedir ama Allah’ın kıble olarak seçtiği Kâbe’ye yönelmek, yine Allah’ın emrine itaatin bir ifadesidir. Bununla birlikte, Kur’an-ı Kerim’de Kabe’nin hususiyeti hakkında şöyle buyrulur; “İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke’de bulunan mübarek ve âlemler için hidayet kaynağı olan Kabe’dir.” (Âl-i İmrân; 96)

 

Mekke, Medine, Kudüs gibi saygı duyulan şehirler, Peygamberlerin, onlara güzelce tabi olmuş öncülerin ve onların ibadetleri, itaatleri, mücadeleleri gibi mukaddes hatıraların taşıyıcısıdırlar. Nasıl ki bir insan kendi şahsi geçmişini, hatıralarla dolu bir mekânda daha canlı bir şekilde gözünün önüne getirirse, cemiyetler de tarihlerini, tarihi mekânlarda daha canlı bir şekilde hatırlarlar. Ümmetler de aynı şekilde dini hükümlerin ruhu olan inanç ve duyguları, o inancın zirve şahsiyetlerle hayata geçirildiği mekânlarda daha canlı bir şekilde hisseder. Bunu bilhassa Hac ibadeti esnasında çok bariz bir şekilde yaşarız. Bu yönüyle sanki mukaddes mekânlar, iman ve maneviyat gibi mücerred varlıkların maddeye temas edip adeta müşahhas hale geldiği noktalardır. Bu sebeple böyle mukaddes mekânlarda ibadet etmenin feyzi ve sevabı çok daha fazladır.

 

Peygamber efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; “Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin mescidinde kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescidi Aksa’da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram’da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir.” (İbnu Mâce, İkâmetu’s-Sala ve’s-Sunne fihâ, 5/198)

 

Neden Harameyn ve Kudüs diyoruz?

Mukaddes, sözlükte temizlenmiş, her türlü adilikten, kusurdan münezzeh kılınmış manasına gelir. Bir yere mukaddes olma vasfını ancak el-Esma’ul-Husna’sından biri de el-Kuddüs olan Allah-u Zülcelâl verebilir. Yine bu hakikatin bir başka vechesi de, bu yerlerin Allah’ın sevdiği kullarıyla paylaştığı mahremi, onların tertemiz kalmasını istediği harimi olmasıdır. Mekke ve Medine şehirlerine Haremeyn diye isim vermemizle, tarihî İlya şehrine Kudüs adını vermemizin manası temelde aynıdır. Buralar ancak Bir Allah’a ibadet etmek için gelinecek, gelenlerin emniyet içinde olacağı, zulüm, günah ve çirkinlikten uzak tutulacak hürmet mekânlarıdır.

 

Allah-u Zülcelal ise mukaddes kılmak için, mümin kulları tarafından tam bir hulus-i kalp ile, sadece Allah’a ibadet edilsin niyetiyle imar edilen mescidleri seçmiştir. Bu mekanlarda günah işlemek, zulmetmek, savaş ve kavga çıkarmak başka yerlere nazaran daha büyük günahtır.

 

Bu mübarek yerler insanların gönül huzuru ile Allah’a ibadet etmeleri için seçilmiş, adeta ibadet etmek isteyenlere vakfedilmiş hususi yerlerdir. Hatta Peygamber Efendimizin “Yeryüzü benim için bir temizlik vasıtası ve mescit kılındı.” (Müslim, Tirmizi, İbni Mace) buyurmasına bakılırsa belki de evvelki ümmetler, ancak hususi seçilmiş yerlerde secde edebiliyorlardı. İşte bu mescitlerden ilki, Hz. Âdem aleyhisselam zamanından beri müminlerin secdegâhı olan Kâbe, ikincisi ise Mescid-i Aksa’dır.

 

Ebu Zer radıyallahu anh şöyle anlatmıştır: “Resulullah sallallahu aleyhi veselleme, yeryüzünde kurulmuş olan ilk mescidin hangisi olduğunu sordum. ‘Mescidi Haram’ diye buyurdu. ‘Sonra hangisi?’ dedim. ‘Mescidi Aksa’ diye buyurdu. ‘İkisi arasındaki süre ne kadardır?’ diye sordum. Şöyle buyurdu: “Kırk yıl. Sonra bütün yeryüzü senin için mesciddir. Nerede namaz vaktine girersen orada namaz kıl.” (Buhari, İbnu Mace)

 

İşte Allah-u Zülcelâl’in, “Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya yürüten (Allah’ın) şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir.” (İsrâ; 1) buyurduğu Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi ve Peygamberimizin Mirac gecesi evvelki peygamberlerle buluştuğu, mübarek yerlerdendir.

 

Kur’an-ı Kerim’de evvelki peygamberlerin kıssaları anlatılırken bu diyarın, mübarek ve mukaddes olduğuna işaret edilir. Mesela Hz. İbrahim’in hicret edip yerleştiği yer, Filistin toprakları dâhilindeki el-Halil denilen mevkidir. Muhtemelen bu beldede Mescid-i Aksanın ilk temeli, Hz. İshak veya Yakub aleyhisselam tarafından atılmış olmalıdır. Yıllar sonra bu civardan geçerken Hz. Musa’ya, “Nalinlerini çıkar çünkü kutsal vâdidesin (yani:)Tûvâ’dasın sen!” (Taha; 10-12) denilen mukaddes yer de buralarda olmalıdır.

 

“Oraya gidin ve namaz kılın”

Ashab-ı kiram, bu diyarlardan bahsediliş şekline bakarak buraların kendilerine emanet edildiğini hissetmiş olmalıdır. Hatta Resulullah’ın hanımlarından Meymune (r. anhâ): “Ya Resulallah! Bize Mescidi Aksa hakkındaki hükmün ne olduğunu bildir” diye sorduğu rivayet edilmektedir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Oraya gidin ve namaz kılın.” Daha sonra şöyle devam etti: “Eğer oraya gidemez ve namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.” (Ebu Davud)

 

Peygamberimiz böyle söylediği sırada henüz Kudüs Şehri, Roma İmparatorluğunun egemenliği altındaydı. Peygamberimiz bu sebeple “Gidemezseniz” kaydı koymuştur. Bununla beraber bu şehirle irtibatı kesmeyip daima ilgili olmak gerektiğini de işaret etmiştir. Ayrıca efendimiz son hastalığında bile Hz. Usame radıyallahu anhın komutanlığında bir ordunun hazırlanmasıyla meşgul olarak, Müslümanların Roma istilası altında tutulan diyarları, İslam’a fethetmesinin önemine işaret etmiştir.

 

Ashab-ı kiram da bu vasiyeti yerine getirerek, Allah-u Teâla’nın hakkında “Arz-ı mukaddes” (Maide; 21) ve “Allah’ın bereket verdiği diyar” (Enbiya; 71) buyurduğu bu yerleri İslam’la buluşturma sorumluluğunu ifa etmişlerdir. Üstelik bunu tıpkı Peygamberimizin Mekke’yi fethederken gösterdiği hassasiyeti göstererek yapmışlardır.

 

Peygamberimiz Mekke şehrini askeri bir seferle, yakıp yıkarak ele geçirmemiş, önce kurbanlıklarla beraber umre ziyareti için giderek, sonra kıtlık yıllarında yiyecek yardımı göndererek gönülleri fethetmiştir. Ümit ettiği hemen herkesi gönüllerini ısındıracak bağışlarla bir bir İslam saflarına çekmiş ve çevre kabilelerle anlaşa anlaşa kuşattığı Mekke’yi sulh yoluyla İslam’a açmıştır. Hz. Ömer de tıpkı bunun gibi Kudüs şehrinin civarını askeri seferlerle fethetmiş, mukaddes şehre saygı ve hürmetle, şanına yakışır bir incelikle asli hüviyetine kavuşturmuştur.

 

Fethettik ama zulmetmedik…

Müslümanların İslam’a açmasından sonra mukaddes şehir canlanmış, huzur bulmuş ve herkesin kendi dinini yaşadığı ortam sağlanmıştır. Hz. Ömer’in emriyle Roma’ya girişi sonrasında, yıkılan Beyti Mukaddesin etrafı temizlenmiş, buraya Mescid-i Aksa ilk hali inşa edilmiştir. Hıristiyanların kiliselerine dokunulmamış, hiçbir mabed yıkılmamıştır. Yahudilerin Süleyman mabedi çok evvel Babilliler ve sonra Romalılar tarafından tahrip edilmişti. Müslümanlar tahrip edilen yere son hak Rasulün ümmeti olarak asıl maksadına uygun bir Mescid inşa etmişlerdir.

 

Müslümanlar, “Daha evvel indirilenleri tasdik eden” bir dinin mensubu oldukları için, bütün Peygamberlere iman ederler. Bu sebeple Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Davud, Hz. İsa’nın hatırasına camiler inşa etmişlerdir. Ayrıca şehir halkının çoğunluğu olan Müslümanların ihtiyaçları için medrese, tekke, sebiller ve benzeri vakıflar kurmuşlardır. Çünkü onlar bizim de peygamberimizdir.

 

Müslümanlar, dünya üzerinde Allah’ın dini etrafında birlik içinde oldukları müddetçe, Kudüs’ü ve Mescidi Aksa’yı gereği gibi saygıyla muhafaza etmişlerdir. Haçlıların işgali sırasında sergilenen vahşi katliamlar ve terör devleti İsrail işgali boyunca yapılan sistematik zulümlerin hiçbiri, Müslümanlar tarafından yapılmamıştır. Aksine Yahudi ve Hıristiyanların ve bu inançların mezheblerinin kendi aralarındaki tefrikaları yüzünden devam edip giden huzursuzluk, ancak Müslümanların himayesi altında bir derece dinmiş ve şehir huzura kavuşmuştur.

 

Sadece şu örnek bunu anlatmaya yeter; halen Hıristiyanların en kutsal kilisesinin anahtarı Müslüman bir âlimin emanetinde muhafaza edilir. Çünkü bu kilisenin her bir köşesinde bir Hıristiyan mezhebi hak iddia etmekte, anahtarı ise kendi aralarında paylaşamamaktadırlar. Şu an Kudüs Şehrinin, Siyonist israil devleti tarafından kontrol edilmesinden bu civardaki birçok Hıristiyan da memnun değildir. Müslümanlar ise tarih boyunca defalarca kendilerine sığınan ve iyi muamele gören Yahudilerden büyük bir zulüm görmektedirler.

 

Kudüs Müslümanların onurudur

Peygamberimizin, “(İbadet için) Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime, Mescidi Haram’a ve Mescidi Aksa’ya.” (Müslim) buyurduğu ilk kıblemiz, Müslümanlar için İslam’ın bir şiarıdır ve onun muhafazası Müslümanların öncelikli meselesidir.

 

Mescid-i Aksa, bugün temellerini fare gibi kemiren, etrafını zincirlerle çeviren, sokaklarını masumların kanlarıyla kirleten zalim bir güruhun eline esir düşmüştür. Zaten ilahi bir ihtar gibi, tarihte ne zaman Müslümanlar tefrikaya düştü, birliğini yitirdi ve zillete duçar olduysa Kudüs şehri, zalimlerin çizmeleri altında çiğnenmiş, hürmetine layık olmayan çirkin manzaralara şahit olmuştur.

 

Zaman zaman yanlış anlaşılan bir mesele var, bu konu Filistin halkının özel meselesi değildir. Ortadoğu bölgesine mahsus bir mesele de değildir. Arap-Yahudi uluslarının kendi aralarında bir meseleleri de değildir. Bu mesele Allah’ın şiarlarına hürmeti olan her Müslümanın ortak meselesidir.

 

Bu mukaddes şehir bütün Müslümanlara emanettir. Müslümanların bu dünyada birlik beraberlik içinde hareket ederek, Allah’ın haremi, Peygamberlerin emaneti, Mescid-i Aksa’yı kudsiyetine yakışan günlerine geri döndürmeleri gerekmektedir. Müslümanların bu vazifeyi yerine getirmesinin önüne geçebilecek hiçbir mani yoktur, olmamalıdır. Hiçbir süper güç, hiçbir dünyevi zenginlik ve şımarıklık Allah’ın kudretine kafa tutamaz. Eğer Müslümanlar, Allah’ın büyüklüğüne ve kudretine iman ediyorlarsa hiçbir bahaneye sığınamazlar. Eğer Allah’a gereği gibi iman eder ve yardımına güvenirsek, Allah da şiarlarına hürmet edenlere yardımını esirgemeyecektir.

 

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ