Surei Nas Üzerinden Vesvese’nin Tahlîli

  • 05 Aralık 2016
  • 853 kez görüntülendi.
Surei Nas Üzerinden Vesvese’nin Tahlîli
REKLAM ALANI

Rab, Melik ve İlah olan
Allah’a sığınıyoruz !

“De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine, İnsanların Hükümdarına, İnsanların İlahına; Pusudaki sinsi vesvesecinin şerrinden. Öyle sinsi vesveseci ki, insanların göğüslerine vesvese verir. (Bu vesveseci) ister cinlerden olsun, ister insanlardan olsun (onun şerrinden Allah’a sığınırım.)” (Nas Surei Şerifi)

Sure, bir sığınış talimatıdır. Cin ve insan menşeli vesvesenin şerrinden Rab, Melik ve İlah olan Allah’a ilticanın düsturudur. Müfessir İbnu Cerîr et-Taberî’ye göre sûre, Allah’tan başka tanrıları olan insanlara kaşı hak alternatifin bir beyanıdır ve onların da, taptıklarının da gerçek sahip, hükümdar ve ilahının Allah olduğunun ilanıdır.

Allahu Teala, bütün varlıkların alemlerin Rabbi olduğu halde, sûrede “insanların rabbi, insanların meliki ve insanların ilahı” denmesinin sebebi konu insan olduğu içindir. Çünkü vesvese tehlikesi karşısında bulunan, insandır. Yani insana yönelen saldırıdan, yine insanın Rabbine sığınılması emrediliyor. Ayrıca, Allah’ın, burada bütün varlıklar içerisinden yalnızca insanın Rabbi oluşunun özel surette bildirilmesi, insanoğlunun şerefine bir işarettir ve Allah’ın büyük bir lütufkârlığıdır. Nihayet, sığınma (istiaze) emrine muhatap olan, başkası değil insandır. (1)

REKLAM ALANI

Ünlü fikir ve ilim adamı Müfessir Razî; Allah Teala’nın “Rab, Melik ve İlah” isimlerinin bu sûre de bu tarzda sıralanmasının hikmetini çok güzel izah eder; “Allahın, ilk olarak insanların Rabbı olduğu bildiriliyor. Ancak, herhangi bir şeyin rabbi (sahibi), aynı zamanda hükümdar (melik) olabilir de, olmayabilir de. Nitekim, “rabbu’d-dar ve rabbu’l-meta’: evin sahibi, malın sahibi” denilmesi gibi. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, Zat-ı sübbanî’sinin aynı zamanda insanların hakim ve hükümdarı olduğunu ifade için “meliki’n-nas” buyuruyor. Ancak, hükümdar ilah olabildiği gibi olmayabilir de. Bunu izah için “ilahinnas” buyurmakla, uluhiyyetini de hatırlatmış oluyor. Böylece, ilah isminin kendine has olduğunu ve ulühiyyette kendisine ortak olmadığını bildiriyor.

Vesvas ve vesvese
Vesvas, vesvese demektir; fakat şeytana ad olmuştur. (2) Bundan şeytan kastedilmiş oluyor ki, bizatihi vesvesenin kendisi demek oluyor. Çünkü vesvese, onun san’at ve meslekidir. (3) vesvese, nefsin sözü demektir.(4) vesvese, insandaki aklî ve ruhî gücün za’fa uğraması sonucu meydana gelen algılama bozukluğudur. Vesvese bir tahakkümdür; aklın ve ruhun zayıflayan veya iflas eden hakimiyetinin yerini alarak, insana hükmeder.

İşte o zaman ruhla aklın bağı kopar veya zayıflar ve insandaki ma’kül hayatiyetin kaynağı demek olan ruh, vesvesenin eline geçer. Bu durumun, kişide, akıl ve ruh hastalığı şeklinde belirmesinin ötesinde, inanç ve i’tikad da sarsılma ve sapmalar şeklinde tezahürü, vesvesenin daha mühim ve daha büyük menfî fonksiyonudur. Esasen Kur’an-ı Kerim, vesveseye bu açıdan bakar.

Kur’an’ın nazarında vesvese, bilgisini ve hayat telakkîsini Rab Teala’dan alması gereken insan aklının, bu ilahî kaynakla ilgisinin sarsılması veya kopması sonucu, cin ve insan şeytanlarının ürettikleri parazit fikirlere teslim olması, akide ve amelinin çarpılmasıdır. Bütün ayıplar o zaman ortaya çıkar. Tıpkı, insanlık tarihinde ilk vesveseye bir an için kapılan Hazreti Adem aleyhisselam ile Havva validemizin yasak meyveyi yiyince ayıplarının ortaya çıkması gibi… İblis, kapalı ve gizli ayıplarını ortaya çıkarmak için onlara şöyle vesvese vermişti: “Rabbiniz size bu meyveyi niçin yasakladı biliyor musunuz? Yiyecek olursanız birer melek olursunuz ve ölümsüzlüğe erersiniz diye!” (5)

İşte, bütün insan ve cin şeytanlarınca beşeriyyete vesvese böyle sunulur: İnsanın yücelmesi ve refahı, Rabb’in yolu dışında gösterilir. Onlar, yemin ederek, davetlerinde samîmî olduklarını söylerler. Tıpkı ilk vesveseyi verirken İblis’in: “Yemin ederim ki, sizin iyiliğiniz için çalışıyorum” (6) diye, Adem’le Havva’ya sahte bir teminat vermesi gibi.

Vesvesenin akımına kapılan insan, hakkı batıldan ayıramaz. Çünkü o anda, zihin trafolarında ve akıl şebekesinde dolaşan cereyan vesvesedir ve aklın çalışma sistemi tamamen değişmiş, idrak tersine dönmüş, sistem altüst olmuştur.

Tekrarlanır durur, aldırış
etmeyince kaybolur!
Vesvesenin önemli bir özelliği, durmadan tekerrür etmesi ve gizli olmasıdır. (7) Gerçi tarihte ilk vesvese iblis’le yani cin şeytanı ile başlamıştır, ama vesvesenin, cin şeytanları dışında bir başka kaynağı daha vardır ki, o da en az cin menşeli vesvesekadar mühim ve tehlikeli olan, insanın yine insana vesvesesidir. İnsanın bizzat kendi nefsinden aldığı batıl davetiyeler de buna dahildir. Bu keyfiyet, Kur’an-ı Kerîm’in açık naslarıyla sabittir. (8) Hatta bazı bilginler, insan şeytanlarınca verilen vesvesenin daha etkili olduğunu söylemişlerdir.

Vesvesenin bu iki kaynağı, her insan için daima vardır; peygamberler için de söz konusudur. Şu kadar var ki, onlar ilahî korunma ismet altındadırlar. Nitekim peygamber Efendimiz buyurmuştur ki:
– Sizden, yanına görevli şeytan verilmemiş kimse yoktur. Bunun üzerine sahabe sormuştur:
– Seninde mi ey Allah’ın Resulü?
– Evet, ancak bana Allah yardım etti de, benimkisi müslüman oldu. Artık bana hayırdan başka bir şey emretmiyor.” (9)

“Vesvese, söz ve konuşma cinsindendir. Nitekim müfessirler “Biz insanı yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi biliriz.” (10) ayetini, “nefsinin ona söylediğini” diye tefsir etmişlerdir. Hazret-i Peygamber de: “Şüphesiz ki Allah, başkalarına. söylemedikleri ve uygulamaya koymadıkları sûrece himmetimi, içlerinde nefislerinin kendilerine fısıldadığı sözlerden dolayı bana bağışlamıştır.” (11) buyurmuştur (12)

Vesvese gizli oluşur ve yeri nefistir. Bu gizli oluşma, onun açık görünen kaynaklı olmasına ram değildir. Mesela insanın yine insan tarafından yanlış telkinlere maruz kalması veya niyeti karıştıran ve kalbi ifsad eden birtakım objektif olaylarla karşılaşmasını ele alırsak, bunlar vesvesenin dışta ve görünen kaynakları olmakla beraber, meydana getirdikleri sonuç nefiste gizli bir düşünce ve fısıltıdır.

Yani ister nefiste kendiliğinden peyda olsun, isterse dış dünyada müşahede edilen olaylar ve alınan telkinler sonucu meydana gelsin vesvese, netice itibariyle nefiste gizli durumdadır ve bu gizli haliyle insanı yönlendirici özelliktedir. Bunun kaynağıysa ikidir: Cin ve insan. Mahiyetini tarif etmek pek mümkün olmayan bir keyfiyette cin şeytanları tarafından insan nefsine ilka olunan vesveselerin de, insanın insana telkini sonucu meydana gelen vesveselerin de insanı kötülüğe sevkettiği, ayetlerle sabittir, mesela; “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi biliriz. Ona biz, şah damarından da yakınınız.” (13) ayetinde ise, insanın mücerred iç söyleşisi ele alınıyor ve bunun kaynağına temas edilmiyor. Ancak burada, insanın iç söyleşisinin kaynağı, ya kendi nefsidir, ya da şeytandır. Her iki durumda da kaynak yine, “mine’l-cinneti ve’n-nas” ile beyan edildiği gibi, ya insan ya da cindir. Yani insanın kendi nefsinden aldığı telkinler de, ins şeytanlarınca ilka olunan vesvese türüne dahildir.

Vesvesenin süreklilik ve gizlilik özelliğinden bahsetmiştik. Vesvese ister cin menşe’li, ister insan menşe’li olsun, isterse nefsin peyda ettiği türden olsun; insan ona sürekli maruzdur ve bu gizli telkinin kaynağı sinsidir. Ona karşı korunmak, ancak insanların Rabbi, Meliki ve İlahı olan Allah Teala’ya sığınmakla mümkündür. Her fırsatta ve hiç umulmadık anda, pusudaki o şeytan harekete ve hücuma geçebilir. Onun hücumlarına karşı zikrullahtan başka bir koruyan yoktur.

Hafız Ebü Ya’la’nın Enesden rivayet ettiği bir hadiste buyrulur ki: “Şeytanın hortumu, ademoğlunun kalbi üzerindedir. Eğer kul Allah’ı anarsa şeytan siner. Allah’ı unutunca ise kalbi hortumuna alır. İşte (sûrede bildirilen) sinsî vesveseci budur.” (14)

İbnü Abbas der ki; “Şeytan, ademoğlunun kalbine çökmüştür. Gaflet edince vesvese verir, Allah’ı zikredince siner.” (15)

İnsan olsun cin olsun, sinsi vesvesecinin şerrinden, ancak Rab, Melik ve İlahımız olan Allah’a ve O’nun bize armağan ettiği İslam’a sığınmakla emin olabiliriz. Allah’a sığınmak (istiaze) ve O’nu anmak (zikrullah), sırf dil ile ve sözle gerçekleşemez, söz belki, insanın hal ve fiiline tercüman olabilir. Zikirden gaye kişinin, Rabb’in murakabesi altında olduğu şuurunu her zaman ve her işinde muhafaza etmesidir.

Dipnotlar:
1) Bk., Razî, age., XXXII, 197. 2) Bk., el-Cevherî, Sıhah (Mısır), 11, 985. 3) Razî, age., XXXII, 198. 4) el-Cevherî, age., 11, 985. 5) Bk., 7 A’raf 20. 6) Bk.,7A’raf21. 7) Bk., Razî, et-Tetsîru’l- Kebîr (Mısır, el-Behiyye), XIV, 45. Zînet eşyalarının sesine ve bundan ötürü “ves vas” denmiştir. 8) Mesela bk., 6 En’am 112; 50, Kaf 16; 114, Nas5. 9) Müslim, müsafirîn 69; Darimî, rikak 25; îbnü Hanbel l, 385, 397. 10) 50 Kaf 16.11) Buharî, itk 6, talâk 11; Müslim, îmam 102, 202; Ebü Davüd, talâk 15; Tirmizî, talâk 8. 12) İbnu Teymiye’nin bu izahı için bk., Kasimî, age., XVII. 6313. 13) 50 Kaf, 16. 14) İbnü Kesîr, age., 111, 697. 15) Taberi. age., XXX, 228.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ