Zikir ve Namaz

  • 05 Eylül 2017
  • 929 kez görüntülendi.
Zikir ve Namaz
REKLAM ALANI

Büyük kurtuluş vesilesidir, ‘Zikrullah’

Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Eğer (Yunus as.) çok tesbih edenlerden olmasaydı, yeniden dirilecekleri güne kadar onun (balığın) karnında kalırdı.” (Saffat; 143-144)

 

REKLAM ALANI

Burada, insanlar için ne kadar da açık bir işaret vardır. Allah-u Zülcelal’in ibadeti, zikri, insan için çok büyük bir kurtarıcıdır.

 

Demek ki Yunus (aleyhisselam)ın zikri, ibadeti ve samimiyetinin hürmetine,  Allah-u Zülcelal onu kırk gün sonra balığın karnından kurtarmıştır.

 

İnsan bu ayet-i kerimenin ve daha başka ayet-i kerimelerin üzerinde biraz derin olarak düşünecek olursa, tek çarenin Allah-u Zülcelal’in zikri ve ibadeti olduğunu meydana çıkarabilir. İnsana hem dünyada hem de ahirette yarayacak olan Allah-u Zülcelal’in zikri, ibadeti, O’na karşı gösterilen samimiyettir.

 

Ama bu adi olan nefis, Allah-u Zülcelal’in zikrini, ibadetini, hizmetini yapmak istemiyor. Allah-u Zülcelal onu da öyle yaratmıştır.

 

Yapmış olduğumuz zikir, ibadet ve hizmet Allah rızası için olursa, herhangi bir musibetle karşı karşıya geldiğimiz zaman, bu salih ameller, bizim elimizden tutup bizi selamete çıkaracaktır.

 

Eğer insan günde birkaç dakika veya bir saat kadar oturup, Allah-u Zülcelal’in; dünyayı, ahireti, cenneti, cehennemi, altını, gümüşü niçin yarattığını ve bunların sonunun ne olacağını iyice bir düşündüğü zaman, ne kadar büyük bir yanlışın içinde olduğu güneş gibi apaçık bir şekilde meydana çıkar.

 

Böyle düşünmediğimiz zaman, nasıl bir insan buzun üzerine çıktığı zaman ayağı kayar ister istemez düşerse, biz de kabrin kapısına elimizde olmadan kayıp gidiyoruz. Çünkü Allah-u Zülcelal bu ömrü bize sayıyla vermiştir. Yaşadığımız her gün ömrümüzden gitmektedir. Onun için bütün bunları biraz düşünmemiz, kendimize biraz çekidüzen vermemiz lazımdır.

 

İnsanın içini ve zahiri âzâlarını Allah-u Zülcelal’in sevdiği şekilde hazırlaması lazımdır. Aliyyü’l Havvas rahmetullahi aleyh halifelerinden birine şöyle tavsiyede bulunmuştur: “Sen akşam olduğunda, zahiri ve manevi olarak vücudunu tamamen temizle ve yatağına öyle gir!”

 

Namazın kıymetini bilelim

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den gelen bir rivayet şöyledir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittiğini söyledi:

– Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı? Sahâbîler:

– O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz, dediler. Resûl-i Ekrem:

– Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder, buyurdular. (Buhari, Müslim)

 

Ufak günahlar namazlarla temiz olur. Kul Allah’ın huzuruna tertemiz gider. Öyleyse biz de elimizden geldiği kadar Allah-u Zülcelâl’in münacatına rağbet edelim. Bakmayın siz nefse böyle ağır geldiğine, sanki çok sıkıntılı, zor bir iş yapıyormuş gibi gösterdiğine…

 

Allah-u Zülcelâl namazı emretmekle rahmet kapısını bize açmış, “Gelin benimle konuşun, münacat edin, bana derdinizi arz edin, sizin derdiniz neyse derman vereyim” buyuruyor.

Kul namaz kılmakla; Allah-u Zülcelal ile konuşmuş gibi oluyor, münacatta bulunuyor. Yapmış olduğu küçük günahları da affediliyor. Böyle kıymetli bir şeydir işte. Allah-u Zülcelâl’in namaz emrini yerine getirelim ve namazın kıymetini bilelim inşaallah.

 

Her zaman maksadımız;
Allah’ın rızası olsun…

Namazlarımızda, Rabbimizi zikrederken veya herhangi bir ibadetimizde huşu ve ihlasa dikkat edelim, edebli olalım, huzurlu olalım. Daima, “Ya Rabbi! Senin Rızan için bunu yapıyorum” diyerek niyetimizi tazeleyelim. O zaman Allah-u Zülcelâl namaz dışındaki vakitlerde de bizi huzurlu olarak, edepli olarak muhafaza edecek ve bütün salih amelleri nasip edecektir inşaallah.

 

.
İnsanın nefsi çocuk gibidir; hayırlı olanla hayırsız olanı ayırt edemez. Menfaatli olanı değil, keyfli olanı tercih eder.

 

Nasıl ki bir çocuğun yanında kilolarca altının bir şeker kadar kıymeti yoktur. Bir şeker versen ya da oynayacağı bir şey, karşılığında da elindeki bütün altınları istesen sana verir ve kıymetsiz olanla kıymetli olanı ayırt edemez. Nefs de işte böyledir; Allah’ın rızasını, ebedi ahiret hayatını ufacık bir zevk-u sefa ile değiştirir o, bilmez kıymetli olanı…

 

Nasihat ettiğin zaman akıl kabul eder, çünkü bilir ki ölümden sonra ebedi bir hayat vardır, bunun için çalışması lazımdır. Akıl bunu kabul eder ama nefs bunu kabul etmek istemez ve akla baskın gelir, onu mağlup eder. Peşinden sürükleyerek insanı mahveder. O’nun için önümüze bir günah geldiği zaman insanın, neler kaybedeceğini, nasıl büyük bir zarara uğrayacağını oturup düşünmesi lazımdır.

 

Biz hep Allah’ın emrini
tercih edeceğiz…

İnsanın, Allah-u Zülcelâl’in verdiği cüz-i iradesini, seçme gücünü, aklından yana kullanması lazımdır, nefsinden yana değil. Eğer insan nefsinden yana olursa, akıl nefse esir kalacaktır. Biz eğer tercihimizi akıldan yana kullanır, nefsi mağlup eder, aklın arkasından gidersek çok güzel mükâfatlar elde etmiş olacağız, inşaallah.

 

O yüzden nefsimizi hesaba çekelim, onu azarlayalım, mağlup edelim. Her an nefisle mücadeledeyiz. Bir bakıyoruz dışarıda hava çok soğuk, kar yağıyor, fırtına var. Nefs diyor ki, “Bu soğuk havada abdest alacaksın, evden çıkıp camiye gideceksin. Bu zordur. Boş ver, gitme…”

 

İşte o zaman nefsine diyeceksin ki, “Ey nefsim bak! Sen şimdi abdest aldığında, abdest azalarından suyla birlikte günahların dökülecek. Camiye gittiğin vakit, her bir adımın için bir günahın affedilecek, bir sevap yazılacak ve Allah’ın yanında bir derece yükseleceksin. Camiye giderken bastığın topraklar ve taşlar ahiret gününde senin lehine şehadette bulunacak, ‘Ya Rabbi bu kul bana basarak, senin için camiye geldi, ben şahidim’ diyecek.” İşte nefsimize böyle nasihat edeceğiz ve bizi aldatmasına izin vermeyeceğiz.

 

Her işte bir nefsimizin dediği vardır bir de Rabbimizin istediği vardır. Biz Rabbimizin istediğini tercih edeceğiz. Sabah namazı olduğunda nefsimiz yatmak istiyor, orada çok yeniliyoruz. “Kalkamıyorum uykudan” diyor veya kalkıyor nefis tekrar yatmak istiyor. Rabbimiz ise kalkmamızı istiyor, abdest almamızı istiyor, namaz kılmamızı istiyor. Daima Rabbimizin dediğini tercih etmemiz lazım. Önümüze ne gelirse gelsin hep böyle, bu şekilde mücadele edeceğiz. Sohbete gitmek istediğimizde nefsimiz diyor, “Sen işten geldin, yorgunsun.” O zaman da yine nefsimizle mücadele edeceğiz.

 

Eğer takva ehli olursak…

Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor: “Ey imân edenler! Eğer Allah’a karşı takva sahibi olup, (kötülüklerden sakınırsanız) O size bir Furkan (iyiyi kötüden, hayrı şerden, hakkı bâtıldan ayıran bir ilim ve marifet) verir. Suç ve günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal; 29)

 

Yani eğer siz Allah’tan korkar, takvasında bulunur, günahlardan kaçınırsanız, Allah da size bir hidayet nasip edecek, hak ve batılı birbirinden ayırabilecek bir duruma geleceksiniz. Allah Azze ve Celle günahlarınızı affedecek, size mağfiret edecek.

 

Demek ki biz Allah’tan korkarsak, Allah azze ve celle bizim kalbimize baktığında, bizim ondan korktuğumuzu görür ve biz Allah’ın yanında ki ecir ve sevaplara müşteri olursak; Allah bize iyi şeyler nasip edecek, kötü şeylerden de muhafaza edecek…

 

Allah-u Zülcelâl “vallahu zül fadlil azim” buyuruyor, yani “Allah çok büyük ihsan ve ikram sahibidir” o şekilde vasıflandırıyor. Fadl demek, yani bir şeyin karşılığı değil, sırf ihsanından dolayı veriyor.

 

Her şey Allah’ın fazlındandır. Ne kadar ibadet yaparsan yap Allah’ın fazlı, rahmeti, ihsanı olmasa insan kendi ameliyle kendini kurtaramıyor.

 

Hiç kimse ameline güvenmesin, fakat kendi elimizden geldiği kadar yapmalıyız ki Allah bizi görsün. Biz ona kulluk vazifemizi elimizden geldiğince yerine getirmeye çalışıyoruz, çünkü onun yanındaki fadl, kerem ve ihsanına müşteriyiz, o da bize verecektir inşaallah. Yoksa onun rahmetine tevekkül edip bir şey yapmazsak o da yanlıştır.

 

Akıllı kimse daima Allah’ın yanında olan hâl ve sevaba, yani Allah’ın rızasına müşteri olmaya rağbet eder.

 

Hiç senin olmamış
gibi olacak…

Bir evliyanın bir bineği kaybolmuş. Onu aramak için evinden çıktığı zaman yolda bir Yahudi’ye rastlamış. Ona “Kimsin, nereye gidiyorsun?” diye sorunca adam “Yahudi” olduğunu söylemiş. Allah dostu, kaybettiği bineğini aramayı bırakmış, evine gitmiş, ibadetine devam etmiş. Hanımı sormuş: “Kaybettiğin şeyi buldun mu? Bulmadığın halde neden geldin?” O Allah dostu da: “Yolda birine rastladım, adam dinini kaybetmiş, aramıyordu. Düşündüm ki onun kaybettiği şeyin yanında bir hayvanın ne kıymeti olabilir ki onu aramakla vakit kaybedeyim, iman gibi kıymetli bir hazinem varken neden bir devenin peşine düşeyim” demiş ve evine dönerek ibadet ve zikirle meşgul olmaya başlamış.

 

Allah’ın bize verdiği akılla oturup bir düşünürsek, kesin olarak bileceğiz ki bütün dünya ve dünyada olan her şeyden Hz. Süleyman aleyhisselamın dediği gibi bir “Elhamdulillah” demek daha hayırlıdır. Bunu söylemek kolay fakat çok kıymetli. Tesbihler; yani elhamdülillah diyerek şükretmen, Subhanellah diyerek Allahı tüm noksanlıklardan tenzih ve takdis etmen, Allahu Ekber deyip, Rabbi Zülcelal’i yüceltmen, Lailahe illallah diyerek Allahu Zülcelal’i tevhid etmen ve bunların sevapları Allah’ın yanında bakidir, hiç yok olmaz.

 

Sen o bâki âlemde, o sevapla menfaat göreceksin. Ama şu hayatta ne kadar malın mülkün olsa da onları bu dünyada bırakıp gideceksin, sanki hiçbir zaman senin olmamış gibi olacak. Geçici olan şey hiçbir işe yaramaz. Düşünürsek anlarız ki hakikaten bu ibadetlerin mükâfatı ebedi olduğuna göre, ebedi hayatta bununla yaşayacağımıza göre, bunlar daha kıymetlidir öyle değil mi?

 

Madem bu böyle büyük bir hakikattir, o halde biz bunu anladıysak daha hiç vakit kaybetmeden bunları yapalım, Allah’ın ibadet ve itaatinde bulunarak Rabbimizin rızasını kazanmaya gayret edelim, sayılı nefeslerle sınırlı olarak bize verilmiş olan ömrümüzü zayi etmeyelim.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ