Huzuru Aramak

  • 02 Haziran 2022
  • 763 kez görüntülendi.
Huzuru Aramak
REKLAM ALANI

HASBİHAL

Şerafettin Karaduman

Huzuru Aramak

REKLAM ALANI

 

Dünyaya gelen hep güzeli, rahatı, problemsiz gibi hallerin hep kendisinde olmasını ister. Unutmamak lazım ki; Cenab-ı Hak Hadid suresinin 27. ayetinde dünyanın bir oyundan ibaret olduğunu beyan buyuruyor.

O zaman diyebiliriz ki, dünya bir yaşam sahnesidir. Bu sahnede iyi ve kötü rolleri üstlenmiş insanlar oyunlarını sergilemektedirler. Çoğu oynadıkları bu oyundan habersiz. Bu nedenle sanki profesyonel bir tiyatro artisti gibi tabii ve mükemmel rol yapıyorlar.

Allah’ın kullarına bahşettiği irade ile iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayırt etme imkanına sahibiz. Kendimizi güvence içinde hissetmemiz için Allah’a dayanmamız, emirlerine sarılmamız, hikmete ram olmamız gerekiyor.

İnsana dayandığımız andan itibaren sahte davranışlar, hain düşünceler, ayağa çelme takmalar, eteğe basmalar gibi çeşitli entrikalar devam edip gider. Peşinden koştuğumuz insanlardan sevgi ve ilgi bekliyorsunuz, makamını elde eder etmez sizi tanımıyor bile.

Seveceksek Allah’ı sevelim, korkacaksak Allah’tan korkalım, İsteyeceksek Allah’tan isteyelim.  İşte o zaman manevi huzuru bulmuş oluruz.

Allah-u Zülcelâl Hz. Adem aleyhisselam ile Havva annemizin şöyle dua ettiğini örnek gösteriyor:

“Ya Rab; Biz, kendimize zulmettik. Eğer bize rahmet ve mağfiret etmezsen, muhakkak ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf; 23)

Biz de onları örnek alalım. Bir başka ayet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor ki:

“Allah’a ve Resulüne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp za’fa düşersiniz, rüzgarınız (kuvvetiniz) gider. Bir de tam manasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal; 46)

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de bir hadisi şerifte;

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, Îmân, 93) buyuruyor.

Yarabbi! Hased, kin ile kavrulmaktan, ihtirasa kapılmaktan, zümrelere ayrılmaktan bizleri koru, hizmetinde bizleri birleştir.

Çeşitli nimetler sebebiyle şımaran kul isyankar tavrının cezasını, tarik-i müstakimden ayrılmanın tokadını mutlaka yiyecektir. Tarihte Ad ve Semud kavminin isyanları sebebiyle nasıl perişan olduklarını, Lut kavminin nasıl helak edildiklerini Kur’an-ı Kerim haber vermekte.

İnsanlar Kur’an’dan uzaklaştığı müddetçe, medeniyetten de uzaklaşmış olur. Kendince medeniyetler inşa eder. Kendince yaşam şekilleri var eder.

Aklı Olmayanın

Dini Yoktur

Unutmamak lazımdır ki; dinin muhatabı aklıdır. Akıl olmayınca din ne yapsın!… Zaten aklı olmayanın dini, dini olmayanında aklı yoktur.

Din-i celil-i İslam’ın Hakikat-ı Kudsiyetini bilelim. O Din-i mukaddes namına bize telkin edilen hurafeleri kalp sahifemizden silelim.

Şu hâlde yeryüzünde hiçbir takıntısı, üzüntüsü, sorunu olmayan tek bir insan göremezsiniz. Şenlikli günler çok azdır. Ancak inanan insanlar hayatın acısını daha az hissederler.

Allah-u Zülcelâl’e inancını yitirenler, ufacık hadiseleri facia haline sokabilirler. Hatta intihara kadar bile gidenler olur. Halbuki ölüm bir kurtuluş değildir. İkinci bir hayata doğuştur.

Dünyada birkaç gün dar ve geniş yaşadıktan sonra hiç arzumuzu sormadan ölümü muhakkak tadacağız. Asıl yurdumuzdaki yerlerimize döneceğiz. Hem de hayallerimiz, arzularımız tahakkuk etmeden. Solan bir çiçek, dökülen bir yaprak gibi fanilik rüzgarı önünde kaybolup gideceğiz. Yeter ki, ömrümüzü hoşça bitirebilelim.

İmtihan maksadıyla yaratıldığımızın şuuru içinde “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” diyebilelim.   

Biraz korku, biraz açlık, mal ve can noksanlığı ile denemeye tabi tutulduğumuzda sabretmesini bilelim.

İnsan Allah için yaşarsa ve onun için yaşadığını idrak ederse üzüntülerden kurtulur, hayattan zevk almaya başlar.

Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur.

“Biz Allah’ın kullarıyız, tekrar ona dönücüleriz,” inancı ve teslimiyeti sinir sisteminin mukavemetini artırır.

Aşırı kaprisleri olan insanın başı bela taşına çarpmadıkça kulağı nasihat kabul etmez.

Kalp huzuru Cenab-ı Hakkın özel bir ikramıdır. İnsana o huzuru ne masa ne de kasa verebilir.

İman zayıflığı ümitsizliği doğurur. Böyle bir insanda sıkıntılar ve bunalımlar baş gösterir. İman kuvveti ise insanı ferahlandırır. Sabretmeyi öğretir.

Sabır ise kıskançlık ve hırs ateşini söndürür. Sabırla engeller aşılır. Bu dünyanın üzücü tarafları olduğu gibi, mutluluk veren taraflarının da olduğunu düşünmeliyiz. Boş duran kötü düşünür, bir şeylerle meşgul olacak ki kötü ve sinirlerini yıpratıcı olaylardan uzak kalabilsin.

Dünyayı ciddiye almamak lazım. Dünyanın devamlı döndüğünü, hayatının devamlı karanlık geçmeyeceğini, yüzünün güleceğini bilmelidir. Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulacağını düşünmeli, namaz ve sabırla dua ederek ferahlamalıyız.

İnsan akıl, ruh ve vicdan gibi birtakım kıymetlerle dolu mümtaz bir varlıktır. Vicdan, daima iyilik yollarını gösteren, en doğru hükmü vermemize yardım eden, düşüncelerimiz ve hareketlerimizden dolayı bizi öven veya kınayan bir cevherdir.

Sisli bulutlu bir havada güneş ışığını iyice vermediği, gibi kirli bir vicdan da insana sesini iyice duyuramaz. Ayarı bozuk termometre gibi yanlış neticeler verir. Bunun için İslamiyet gibi mütekamil bir dinde vicdan duygusu mühimdir.

Kalbi, kibir yani kendini beğenme, iki yüzlülük, dünya sevgisi gibi bir yığın pisliklerden temizlenmedikçe huzur bulmak mümkün değildir.

Dünyamız idrak edildiği günden veda edilecek güne kadar bir didişme ve hüsran alemi olmuştur, olmaya devam edecektir.

İnsanlar kendi kendilerine sıkıntılarını, çilelerini artırmaktadırlar. Hakikatleri görmesini bilen insanlar hiçbir şey karşısında sinirlenmez ve hiddetlenmezler. Kalp kırmaz gönül yıkmazlar. Her şeyin Allah-u Teâlâ tarafından yazıldığını ve o şekilde daim olacağını bilirler.

İnsanlar bulutlu hava gibidir. Değişkendir. Sıcaklığına ve aydınlığına asla güven olmaz. Çünkü fırtına, şimşek ve kasırgaların ne zaman geleceği anlaşılmaz. Onun için insan daima ihtiyatlı olmalı. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in yaşayışını kendine örnek almalı. İşte o zaman bedende ve maneviyatta huzur oluşacaktır.

Şimdi bize düşen görev, kulluk işlerimizde gayretli, hareketlerimizde dürüst, düşüncelerimizde insaflı, menfaatlerimizde vicdanlı, münasebetlerimizde saygılı olmak ve bütün işlerimizde doğruluk ve faziletten ayrılmamaktır.

Dünya zevk ve istek alemi değil, vazife ve kemal alemidir.

Faydalı İnsan Olmalı

Faydasız insan gölgesiz ve meyvesiz ağaç gibidir. İnsanların hayırlısı insanlara hayırlı olandır. Özverili insanlar taşlanır. Bunlar meyveli ağaç gibidirler. Çekemeyenler de olur. Halbuki iyilik ve yardım büyük ruhlu insanlara has bir meziyettir.

Huzuru bulmak öncelikle, herkesin iyiliğini ve menfaatini kendi iyiliği ve menfaatinden üstün tutmaktır.

İyiyi, güzeli, doğruyu tanımayan, huzurun başkalarına yapılan iyilikten meydana geleceğini bilmeyen manevi cahiller, sözlerinin keramet, hareketlerinin mucize olduğuna inanır ve herkesin de kendileri gibi düşünmesini ister, inanmayanları ve yaptıkları dedikoduya iştirak etmeyenleri cahillikle itham ederler. Aslında bunların ekseriyeti boş insanlardır.

Halbuki boş duran kötü düşünür. Bize düşen görev: Tenkitlerden dolayı üzülmemek, övülmelerden dolayı şımarmamak, tenkide layık kötü bir halimiz varsa onu terk etmeliyiz.

Yunus Emre rahmetullahi aleyh ne güzel söylemişti:

“Dövene elsiz gerek Sövene dilsiz gerek. Derviş gönülsüz gerek…”

Huzuru bulmak istiyorsak o zaman şunlara dikkat edelim; intikam almayı asla ve asla düşünmeyelim. Bize yapılan kötülükleri unutmasını ve affetmesini bilelim.

Ayıpları örtmede öncü olalım, gece gibi olalım. Hiddetli anlarda sabretmesini bilelim. Tevazuda toprak gibi olalım.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki:

“Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin; ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin.” (Buharî Rikak 3; Tirmizî Zühd 25)

Hayat er geç sona eren bir yolculuktur. Hayat trenine binmişiz bir kere, bir istasyonda indirecekler.

Ezelden ebede akıp giden bu yolculuk esnasında, bu kısa ömür içerisinde nefsin arzuları peşinde koşacak zaman yoktur.

Her canlı “Gel,” saati çalınca rızasına bakılmadan geldiği yere dönmeye mecburdur. O halde yeryüzünde her şey fani ve vefasızdır.

Dünya Senin Gölgendir

Dünya dostları ateş gibidir. Azı yararlı, çoğu zararlıdır. Halka ihtiyaç duymayanın rızkı bol ve kıymeti yüksek olur. İnsanlara minnet etmeyen Mevlâ’nın muhabbeti ile zengin olur.                                                                                                                                                                

Mevlâsına hizmet edene, dünya hizmet eder. Dünya senin gölgendir kovarsan kaçar, kaçarsan kovalar.

Bu dünya, rağbet ve itibar eden için mihnet evidir. Lezzetlerini terk eden için nimet evidir. İbadet eden için ganimet evidir. İbretle bakan için hikmet evidir. Senin dünyan seni ibadetten alıkoyan şeydir. Ten dünyayı, can Mevlâ’yı sever.

Derler ya dünya üç gündür: “Dün, bugün, yarın”

Dün gitti gelmez, yarına güvenilmez, bugünü ganimet bil. Dünyaya ana rahminden misafir gelmiş, mezar çukuruna gitmektesin.

“Ana rahminden geldik pazara bir kefen aldık döndük mezara.” Tüm alışverişlerimiz bundan ibaret.

Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

“Dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Allah’tan korkanlar için elbette ahiret yurdu daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?” (Enam, 32)

Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem de dünya için bakın ne buyuruyor:

“Dünyada bir garib gibi yabancı gibi hatta bir yolcu gibi ol! Kendini kabir halkından biri gibi kabul et.” (Tirmizi, Zühd, 25)

“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin de cennetidir.” (Müslim, Zühd 1)

“Dünya benim neme gerek, Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp gidecek bir yolcu gibiyim.” (Tirmizî, Zühd 44).

Huzuru aramak. Huzur Allah’ın razı olduğu her şeydedir. Alemde yaşayışlarıyla bizlere örnek olanları hayatları bizlere yetmeli. Buna rağmen huzuru bulmak için daha neyi arıyoruz; Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hayatı bize yeterken.

Allah cümlemizin yar ve yardımcısı olsun.

Sonuç olarak:

Şu yaşadığımız dünya hayatında, musibetlerin en büyüğü Peygamberlere verilmiştir. Dünyanın nimeti her an değişebilir. Sabretmesini bilebilmeli ve kanaatkâr olmalıyız. Aza kanaat etmeyen çoktan fayda göremez ve çoğu da bulamaz.

Mahşer günü muhakkak şu soruların muhatabı olacağız:

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:

“Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.” (Tirmizî, Sıfatü”l-kıyâme, 1)

Bu sorulara cevap vermeyi düşünen insanlar huzuru bulmuş insanlardır. Allah-u Zülcelâl cümlemizi bu soruların cevabını yaşayışlarımızla, amellerimizle vermeye çalışanlardan eylesin. (Amin)

Selam ve dua ile…

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ