İSLAM ALEMİ / İslam İşbirliği Teşkilatı Ne İş Yapar?

  • 09 Mayıs 2024
  • 279 kez görüntülendi.
İSLAM ALEMİ / İslam İşbirliği Teşkilatı Ne İş Yapar?
REKLAM ALANI

İSLAM ALEMİ
İslam İşbirliği Teşkilatı Ne İş Yapar?
Gülistan Araştırma

Takvimler 21 Ağustos 1969’u gösteriyordu. Sabah saatlerinde Kudüs’ten gelen bir haber anında gündeme oturdu: Mescid-i Aksâ’nın güney cephesindeki Kıble Mescidi’nde yangın çıkmıştı. Yangın güçlükle söndürülürken, dönemin İsrail hükümeti çeşitli yalanlar ortaya attılar: “Mescid-i Aksâ’da devam eden restorasyonlar sırasında, işçilerin dikkatsizliği yüzünden yaşanan bir kaza,” dediler. Bir kısmı da: “Filistin Kurtuluş Örgütü, İsrail’i suçlamak için yaktırdı” dediler. Ama çok geçmeden gerçek ortaya çıktı. Avusturyalı Hıristiyan Siyonist bir turist Aksâ’yı kundaklamak suretiyle Yahudilerin Tapınağının inşası için mekân açmak ve böylece Mesih’in gelişini hızlandırmak istemişti.
Çıkan yangında tarihî bina harabeye dönmüş, çok sayıda kıymetli hatıra yok olup gitmişti. Salahaddîn Eyyûbî’nin 1187’de şehri Haçlılardan geri alarak İslâm’a hediye ettikten sonra mescide yerleştirdiği Halep işi muhteşem ahşap minberden geriye sadece birkaç yanık tahta parçası kalmıştı.
Zaten İsrail’in haksız işgali, 1967’deki Arap-İsrail Savaşı’nda yaşanan kayıplar karşısında aciz kalan İslam dünyası yeni bir felaketle karşı karşıya kalmıştı. Bu durum bilhassa Arap ülkelerinde büyük tepkilere yol açmış ve dayanışma ihtiyacını doğurmuştu.
Ürdün Kralı Hüseyin’in öncülüğünde 25 Ağustos 1969’da yapılan Kahire toplantısında “İslam Zirvesi” oluşturulmasına karar verildi. Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz’in çağrısıyla İslâm dünyasının devlet ve hükümet başkanları Fas’ın başkenti Rabat’ta bir araya geldi.
22-25 Eylül 1969’da toplanan İslâm Zirve Konferansı’na Türkiye Cumhuriyeti de davet edildi. Tahmin edilebileceği gibi zirvenin ismindeki “İslâm” kelimesinden rahatsızlık duyan CHP muhalefeti laiklik ilkesi gereği Türkiye’nin böyle bir toplantıya katılmaması gerektiğini savundu. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ise zirveye katılmamayı uygun bulmasa da şahsen gitmeyi de göze alamayıp Dışişleri bakanını gönderdi. Türkiye, böylesine önemli ve tarihî bir zirvede, diğer ülkelere nazaran diplomatik açıdan düşük bir seviyede temsil edilmiş oldu.
Türkiye dâhil 24 ülkenin katılımıyla toplanan Rabat zirvesinde alınan çok sayıda karar arasında en mühimi, bütün Müslüman ülkeleri aynı çatı altında buluşturan İslâm Konferansı Örgütü’nün kurulması oldu. Zirvede, İsrail’in Kudüs’ü boşaltmasına, 1967 savaşlarında işgal ettiği yerlerden çekilmesine ve İsrail’in tanınmamasına yönelik bir bildiri yayımlandı. 2011’den sonra yeni adı İslam İşbirliği Teşkilatı olarak değiştirildi.
Birleşmiş Milletler’in ardından en büyük hükümetlerarası kuruluş olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 4 kıtada 57 üyesi var.
Bu büyük teşkilatın amaçları ve prensipleri:
Üye ülkeler arasındaki dayanışmayı ve işbirliğini güçlendirmek, kutsal mekânların korunması ve Filistin halkının mücadelesini desteklemek
Sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel ve siyasi alanlarda işbirliğini arttırmak
İslam ülkeleri arasındaki ekonomik ve ticari işbirliğini güçlendirmek
İslam’ın gerçek imajını korumak ve savunmak, İslam’ın karalanmasıyla mücadele etmek
Ortak çıkarları garanti altına almak ve korumak ve üye ülkelerin meşru davalarına destek vermek
Gazze İçin Ne Yaptı?
Kuruluşundan bu yana en önemli gündem maddesi Kudüs ve Mescid-i Aksâ’nın kurtuluş mücadelesini desteklemek olan bu kuruluş, 7 Ekim’den bu yana yaşanan katliamlar karşısında ne yaptı?
Bugüne kadar çeşitli üye ülkelerin evsahipliğinde 14 Zirve, 8 Olağanüstü Zirve toplantısı düzenleyen teşkilat, Türkiye’nin çağrısıyla 11 Kasım 2023 tarihinde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da toplandı. Ancak gerçekleştirilen İslâm İşbirliği Teşkilâtı ve Arap Birliği Olağanüstü Zirvesi’nden beklendiği gibi hiçbir çözüm çıkmadı.
İsrail’le bütün ilişkilerin askıya alınması, petrol ambargosu kozunun kullanılması ve İsrail uçaklarına Arap hava sahasının yasaklanması gibi önerilerin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas tarafından reddedildiği zirvenin sonuç bildirgesi sadece dilek ve temennilerden ibaretti. Bildirgenin en dikkat çekici vurgusu ise, 27. Maddedeki cümlelerdi:
“Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin halkının yegâne meşru temsilcisidir. Bütün Filistinli grupları ve partileri FKÖ çatısı altında toplanmaya ve oradaki sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.”
Filistin halkını yalnızca FKÖ’nün temsil etmesi ifadesi, Suudi Arabistan yönetiminin Hamas’a -tıpkı İsrail gibi- “terör örgütü” gözüyle baktığını işaret ediyor. Şu anda Suudiler, Gazze’ye yönelik İsrail bombardımanlarını sessizce izliyor ve adeta İsrail’in Hamas’ın işini bitirmesini bekliyorlar.
Hilafetin ilga edilmesinden ve Osmanlı devletinin ortadan kaldırılmasından sonra başsız kalan İslam alemi için büyük umutlarla kurulan örgüt ne yazık ki hayal kırıklığından başka bir şey vaad etmiyor. İslam coğrafyasındaki hiçbir soruna çözüm getirmeyen, hiçbir müdahalede bulunmayan örgüt neden bu hale geldi?
Kral Faysal Neden Öldürüldü?
Bugünü anlamak için geçmişe bakmak gerekiyor. İslam birliğini oluşturmak adına cesur adımlar atan Suudi Arabistan kralı Faysal, İsrail’i desteklemelerine tepki olarak ABD ve Batılı ülkelere yönelik uyguladığı petrol ambargosunun akabinde, 25 Mart 1975 günü Riyad’daki sarayında yeğeni tarafından öldürüldü. Bu hadise Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam birliğine inanan bütün ülke ve önderlere bir gözdağı vermeyi hedefliyordu.
Kral Faysal birçok açıdan farklı bir liderdi. ‘Arap Milliyetçiliği’ fikrine karşı ‘İslam Birliği’ siyasetini öne çıkarıyor, Mısır, Suriye ve Irak gibi Arap ülkeleri ile olduğu kadar Türkiye dahil birçok İslam ülkesine de ziyaretlerde bulunuyordu. Mısır’da Seyyid Kutub’un idam edilmesinden sonra yurt dışına çıkmak zorunda kalan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) mensuplarını himaye ederek Suudi Arabistan’a kabul etti, birçoğuna üniversite ve okullarda görev verdi. Dünyaca tanınmış mühtedilerden Muhammed Esed, Malcolm X, Muhammed Ali Clay, gibi Müslüman şahsiyetleri ülkesine davet ederek desteğini gösteriyordu.
Kral Faysal, İslami siyasetinin yanı sıra ülkesinin ve birçok İslam ülkesinin en önemli gelir kaynağı olan petrol ile ilgili de önemli adımlar atmıştı. Suudi Arabistan, Irak, İran, Kuveyt ve Venezüella’nın 14 Eylül 1960’ta Bağdat’ta bir araya gelerek; OPEC’i (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü-Organization of Petroleum Exporting Countries) kurmalarında büyük katkısı oldu. İleriki yıllarda Katar, Libya, Endonezya, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Nijerya, Ekvador ve Gabon’un da katılımıyla OPEC, dünya petrol üretiminin 3’te 2’sini kontrol eden çok önemli bir kuruluş haline geldi.
İslam birliğine inanmış müslüman şahsiyetine yakışan bir siyaset izleyen Faysal’ın Amerika’dan yeni gelen yeğeni tarafından şehit edilmesi Suudi Arabistan siyasetinde dönüm noktası oldu. O hadiseden sonra İslâm İşbirliği Teşkilâtı ümmetin sorunlarına çözüm üretemeyen hantal bir bürokratik yapıya dönüştü.
İslam İşbiliği Teşkilatının Filistin sorununda Batı’nın etkisinden çıkmayı başaramaması kadar Irak’ın ve Afganistan’ın işgali, Suriye’deki devlet terörü, Mısır’daki darbe ve zulüm, Yemen’deki, Sudan’daki, Doğu Türkistan ve Arakan’daki yaşanan sorunları görmezden gelmesi de güvenilirliğine ciddi gölge düşürmüştür.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurumunun 5 üye ülkesinin ulusal çıkarları doğrultusunda kararlar alınmasının bir benzeri olarak İslam İşbirliği Teşkilatında da bazı ülkelerin sözü geçmektedir. Bugün dünyada ne BM’nin ne İİT’nin sorun çözme yeteneği yoktur.
Hatta başta Filistin meselesi olmak üzere Suriye’deki iç savaş, Yemen sorunu gibi birçok facia düzeyindeki ağır meselenin kökeninde İran-Suudi Arabistan arasındaki gerginliğin doğrudan etkisi vardır. Mevcut durum çözüm üretmek bir yana sorunların kaynağı haline gelmiştir.
Sorunların Çözümü İçin
Esasen İslam İşbirliği Teşkilatının aktif ve etkili olmasını zorlaştıran birçok sorun bulunmaktadır. 57 üye ülke, halkı müslüman olmak dışında birbirinden siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel olarak çok farklı özelliklere sahiptir. Her bir üye ülkenin hadiselere bakışı, öncelikleri, uluslararası ve bölgesel ittifakları, belirli ülkelerle olan ilişkileri farklıdır.
Normalde farklılıklar bir zenginlik olabilecekken ümmeti önceleyen bir ruha sahip olmayan idareciler yüzünden bir sorun haline gelmektedir. Her bir ülkenin kendi iç işleri, kendi ajandaları, kendi çıkarları İslam İşbirliği Teşkilatının bir bütün olarak karar alıp icra edebilme kabiliyetini olumsuz yönde etkilemektedir.
İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin ekonomik, teknolojik, kapasitesindeki genel sorunlar da dünya üzerinde etkili olmalarını zorlaştırmakta ve hep sorunlara maruz kalan zavallı halklar durumuna düşürmektedir. Ne yazık ki İİT üyesi 56 ülkenin 22’si dünyanın en fakir ülkeleridir.
Belli bir ekonomik güce sahip ülkelerin ekonomileri ya petrol ya da doğalgaz gibi yeraltı zenginliklerinin işletilmesine dayalıdır. Bunları işleyecek teknoloji için de yine Batı ülkelerine bağımlı olmaları ayrı bir meseledir. Yüksek teknoloji üretemeyen ve ekonomileri büyük ölçüde Batı’ya bağımlı bu ülkelerin caydırıcı bir askeri güce sahip olmaları mümkün olamamıştır. Böyle olunca 56 üyeli İİT’nin uluslararası olaylar karşısında neden etkisiz kaldığını anlamak zor değildir.
Bütün bu sorunların çözümü için en önemli mesele bu ülkelerin çağın gerektirdiği yeteneklerle donanmış bireylere sahip olup olmaması ile alakalıdır. Bunun için kabiliyetli gençlere yatırım yapmaya ve ortak eğitim programlarında yetiştirmeye ihtiyaç vardır. Ancak ne yazık ki İslam ülkelerinin çoğu etnik, mezhepsel temelli ayrışmalara, ideolojik kamplaşmalara sürüklenmekten dolayı gençlerini iyi eğitmekten ve birlik ruhu aşılamaktan uzaklaşmaktadır.
İslam İşbirliği Teşkilatının önemli bir amacı da üye ülkelerin siyasi ve sosyo-ekonomik durumlarının iyileştirilmesidir. Teşkilat Kral Faysal’ın zamanında atılan adımlarla İslâm Kalkınma Bankası projesini de hayata geçirerek, Müslüman dünyada “faizsiz ekonomi modeli” üzerine aktif çalışmalar başlatmıştı.
Esasen bu Teşkilat kalkınma, ilerleme ve güçlenme için ihtiyaç duyduğu bütün kaynaklara sahiptir. Yeraltı, yer üstü kaynaklara, genç nüfusa, jeopolitik öneme sahip coğrafi konuma sahip olan bu ülkelerin en önemli eksiği ümmetin birliğine inanmış kadrolarca iyi planlanmış, iyi uygulanan programları hayata geçirmektir.
Bu durumda İslam ülkelerinin ortak hareket etmelerine yönelik yeni bir dinamizme ihtiyaç vardır. Bugün İslam alemindeki sorunlar, gençlerin batıya göçmek için yollar aramasına ve Akdeniz’in mülteci mezarlığına dönüşmesine sebep olmaktadır. Bu durum Avrupa’da yükselen yabancı düşmanlığı ve İslam karşıtlığı (İslamofobi) sorunlarını daha yüksek seviyelere taşımaktadır.
Gerek coğrafi konumu gerek tarihten gelen rolü sebebiyle İslam dünyasındaki bu sorunlar Türkiye’yi ister istemez etkilemektedir.
Türkiye hem ülke olarak büyük devlet geleneğine sahip olması bakımından hem yetişmiş insan gücüne ve sivil toplum kuruluşlarına sahip olması açısından hem de gelişmişlik bakımından İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri arasında kendisinden en çok beklenti duyulan ülkedir. Türkiye’nin Müslümanlar arası yardımlaşma, dayanışma konusunda öncülük yapması da bu gelişmişlik düzeyinin bir sonucudur. Türkiye’nin ümmetin birliği için sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ