Kardeşinin İyiliğini İste
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72)
Bu hadis-i şerifin benzeri bir hadiste, “Sizden biriniz, kendisi için istediği hayırlı şeyleri, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” Buyrulmuştur. (Nesai, İman 19)
Bu hadis-i şerif İslam ahlakının çok yüksek bir esasını ortaya koymaktadır. Allah-u Zülcelâl müminler arasındaki kardeşlik duygularının ne kadar ileri seviyede bulunması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Hakiki mümin, kendisi için arzu ettiği dünya ve ahiret saadetine dair iyilik ve hayırları din kardeşi için de ister. Alimler bu hadiste geçen “mü’min olmaz” manasındaki lafzı, “Gerçek anlamda iman etmiş olmaz” şeklinde açıklamışlardır. (İbni Hacer, Fethü’l-Bârî, I, 112)
Bu hadis-i şerifte ahlaki bir sıfat olan “Mümin kardeşinin iyiliğini istemek, kendi için ne istiyorsa onun için de istemek” özelliğinin imanla yakından alakalı olduğu ortaya konulmuştur. Buradan da anlaşılıyor ki, kalpteki iman insanın ahlakına yansımalıdır.
İnsanda gerçekten iman varsa bu iman onun mümin kardeşlerine karşı ahlaki durumuna tesir etmelidir. Müminler, mümin kardeşlerinin her derdiyle ilgilenmeli, mahrumiyetlerini gidermeye çalışmalıdır.
Bu hadis-i şerif, bir Müslümanın bencil, yalnız kendini düşünen biri olamayacağını ortaya koyuyor.
Mümin Bencil Olamaz
Sadece kendini düşünen, başkalarının halinden anlamayan insan katıl kalpli biridir. Gönlünde kendi nefsinden başka kimseye yer yoktur. Sevgiden, merhametten nasipsizdir.
Böyle bir kişide birçok kötü huylar bulunur. Mesela cimridir. Maddi imkan ve nimetleri yalnız kendisi için ister, başkaları ile paylaşmayı bilmez. Dinimiz cimriliği Müslümana yakıştırmıyor. Bu huydan kurtulmak için zekat ve sadaka vererek nefsini bencillikten arındırmasını emrediyor.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“İki haslet vardır ki, Allah onları sever: Onlardan biri cömertlik, diğeri ise maddi ve manevi fedakarlıktır. İki haslet vardır ki, Allah onlardan nefret eder: Bunlardan birincisi kötü ahlaktır, diğeri ise cimriliktir. Allah bir kulunun hayrını dilerse, onu insanlığa iyilik eden bir kul yapar.” (Münavi 3/444)
Bencillik bütün kötü davranışların başıdır. Bencil insan, kimsenin sıkıntısını umursamaz. Yardımına koşmaz. Gücü yettiği halde elinden geleni yapmaz. Cemaat içinde bir nefer olmaktan uzak durur. Kendisinden bir fedakarlık istendiğinde yanaşmaz. Bağlılık duymaz. Sadece kendi nefsinin arzuları için yaşar. Halbuki müminler bir vücudun uzuvları gibi birlik içinde olmalıdır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Müminler birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve merhamette tek bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olunca bütün vücut rahatsız olur ve uykusuz geceler.” (Buhârî, Edeb, 26)
Bencillik Rabbimizin sevmediği bir ahlaktır. Rabbimiz müminlerin bir duvarın kerpiçleri gibi birlik beraberlik içinde olmasını istiyor. Bunun için de kardeşlik duygusunu kuvvetlendirecek ibadetleri emrediyor. Mesela cemaatle namaz kılmak, selam vermek, hasta ziyaret etmek, cenaze namazlarına katılmak, birbirinin halinden haberdar olmak gibi amellere sevap vaad ediliyor.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmını almak, hastalanınca ziyaret etmek, cenazesine katılmak, davetine icabet etmek ve aksırana dua etmek.” (Buhârî, Cenâiz, 2)
Bu gibi küçük görünen şeyler, müminlerin birbirinin halinden haberdar olup yanında olmasına vesile olur. O yüzden bunları ihmal etmemelidir.
“Kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevme” ahlakı şu manayı da kapsar: Mümin kişi, mümin kardeşini sevindiren herhangi bir şeyden sevinç duyar. Kendisini sevindiren bir şeyden nasıl mutlu oluyorsa onun namına da mutlu olur ve hayırlı ve güzel şeyleri mümin kardeşi için de ister.
Dinimiz müminlerin birbirinin düğünlerine katılmayı, güzel günlerini tebrik etmeyi teşvik eder. Çünkü bu birbirinin mutluluğuna sevinmek, sevincine ortak olmak demektir.
Bir söz vardır, “Dertler paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır.”
İnsan acı gününde de mutlu gününde de dostlarını yanında görmek ister. Sevdiklerinin onun sevinciyle mesrur olmasından huzur duyar.
Mümin Haset Etmez
Bir mümin, mümin kardeşinin helal olan bir işteki başarısından memnun olmalıdır. Hayırlı ve meşru olduğu sürece girişimlerinin başarıya ulaşmasına destek olması, hatta elinden geldiği kadar yardımcı olması uygun olur. Asla ona karşı bir haset, çekememezlik duygusu içinde olmamalıdır. Bilakis tebrik etmeli, samimiyetle başarısının devamı için duacı olmalıdır.
Bir mümin, mümin kardeşinin iyiliğine seviniyorsa bu onun gönlünün haset gibi kötü duygulardan tamamen temizlendiğini gösterir. Allah-u Zülcelâl Kur’an-ı Kerim’de bize kalbimizin böyle kötü hislerden temizlenmesi için şöyle dua etmeyi öğretiyor:
“Rabbimiz, bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” (Haşr, 10)
İnsanın başkalarında gördüğü helal ve hayırlı bir şeye imrenmesi hased değildir. İnsan din ve dünya hakkında hayırlı bir şeyi görünce imrenebilir ve kendisi için de arzu edebilir. Buna gıpta denir ve zararı yoktur. Hatta dinen güzel olan bir şeye gıpta edip imrenmek faydalıdır, kişiyi gayrete getirir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse ‘eğer Allah bana da mal vermiş olsaydı, ben de şunun yaptığı gibi yapardım’ dese, o ikisi (malı dağıtan ile sözü söyleyen) aynı derecede sevap kazanır.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 20; Ahmed, el-Müsned, 16/160)
Ekseriyetle hasetçi kişiler başkalarının elindeki nimetlerden rahatsız olur. Çünkü kendisi en üstün olmak ister, başkalarında bir üstünlük görmeye tahammül edemez. Bunlar mümine yakışmaz. Mümin, başkalarına karşı övünmeyi, üstünlük taslamayı arzu etmez.
Allah-u Zülcelâl müminlerin sahip olması gereken ahlaka işaret ederek şöyle buyurur:
“İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. En güzel akıbet takva sahiplerinindir.” (Kasas, 83)
Gıyabında Dua Etmeli
Allah-u Zülcelâl müminlerin birbirinin iyiliğini istemesinden o kadar memnun olur ki, birbirleri için dua ettikleri zaman onların duasını kabul eder. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Hiç şüphesiz en süratli kabul edilen dua, bir mü’minin bir mü’mine gıyabında yaptığı duadır.” (Buhârî, Edebü’l-Müfred, No:623) buyuruyor.
Bir gün Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem mescide gelen bir bedevinin namaz kıldıktan sonra:
“Allah’ım! Bana ve Muhammed’e merhamet et, bizimle birlikte başkasına merhamet etme!” diye dua ettiğini işitince:
“Sen, geniş olanı (rahmeti) daralttın!” diyerek uyarmıştır. (İbn Mace, Taharet, 78; İbn Hanbel, II, 503.)
Bir başka hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Hiç kimse imamlık yapıp, cemaati ortak etmeksizin (namazda) yalnız kendi nefsine dua etmesin. Şayet (böyle) yaparsa cemaate hıyanet etmiş olur.” (Ebu Davud, Taharet, 43; İbn Mace, İkâmetü’s-salavat, 31.) buyurmuştur.
Mümin kardeşine dua edenlere melekler dua eder. Hadis-i şerifte buyrulur:
“Kardeşinin gıyabında dua eden hiçbir mü’min yoktur ki melek de: ‘Amin. Bir misli de sana olsun.’ demesin.” (Ebu Davud, Salat 364)
Sevap Kazanmasını İstemeli
Bir mümin, en çok da mümin kardeşinin sevap kazanmasından memnun olmalıdır. Hatta sevap kazanmasını istemeli ve yardımcı olmalıdır. Utbetü’l-Gulâm rahmetullahi aleyh iftar edeceği zaman kendisini ziyarete gelen dostlarına şöyle derdi:
“Çık da orucumuzu açmak için bize birkaç hurma ya da biraz su getir, sen de bizim ecrimize ortak ol.” (Ebu Nuaym, Hilye, 6/235)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden ilim öğrenip aktaran alim sahabeler, daima insanların iyiliğini istemişlerdir. Kendilerini ilim öğretmeye adayarak, kendilerinde olan ilme başkalarının da sahip olmasını ve amel ederek sevaba kavuşmalarını arzu etmişlerdir.
Abdullah İbn Abbas radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Allah’ın Kitabı’ndan hangi ayeti okursam, bütün insanların o ayet hakkında benim sahip olduğum bilgiye sahip olmalarını arzularım.”
Abdullah ibn Mesud radıyallahu anh da şöyle derdi:
“Allah’ın Kitabı’nı benden daha iyi bilen birini tanımıyorum. Bunun yanında, Allah’ın bana nasip ettiği bu bilginin herkese nasip olmasını arzu ediyorum.”
Onlar gibi, daha sonra gelen alimler de, ilmi toplayıp, düzenlediler ve talebelerine öğrettiler. Onlardan İmam Şâfiî rahmetullahi aleyh şöyle derdi:
“İsterim ki insanlar (bendeki) bu ilmi öğrensinler, varsınlar benim adıma hiçbir şey nispet etmesinler.” (Ebu Nuaym, Hilye, 9/119; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, 10/55)
İnsanlara ilim öğretmek, nasihat etmek, istişare eden bir kişiye doğru yolu göstermek, akıl sorana akıl vermek, yol yordam öğretmek, edep bilmeyene edeb öğretip yanlış hareketlerden kurtarmak gibi şeylerin hepsi “kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemek” hadis-i şerifinin kapsamına girer.