Nebevi Ahlakla Dirilenler
Sünnete uymayana uyulmaz
Ashab-ı kiramların ve evliyaların en büyük ve en başta gelen ahlakı, Kur’an-ı Azimüşşan’a ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme sıkı sıkı bağlı olmalarıdır. Fıkhi ilimlerden kendilerine ve çevrelerindeki insanlara lazım olan bilgileri öğrenmedikçe, asla insanları irşad etmeye kalkmazlardı.
Nitekim Cüneyd-i Bağdadi rahmetullahi aleyh şöyle demiştir; “Bizim kitabımız, kitapların en büyüğü olan Kur’an’dır. Yolumuz da, Kur’an ve sünnetle takviye edilmiş bir yoldur. Kim Kur’an’ı okumaz ve sünneti uygulamazsa, ona uymak caiz değildir.”
Yine demiştir ki; “Bir kimseyi havada bağdaş kurmuş oturuyor bir vaziyette görseniz dahi itibar etmeyin. Allahu Zülcelal’in emir ve nehiylerine uyup uymadığına bakın. Şayet uymuyorsa, ondan uzak durun.”
Onun için daima ilim öğrenen ve öğrendiği bu ilim ile amel eden kimselerle beraber olmak, hem dünyamız hem de ahiret hayatımız için çok menfaatlidir.
İftira atanları da affederlerdi
Onların bir diğer ahlakı ise ilim ve amellerinde son derece ihlaslı olmalarıdır. Ashab-ı kiram ve Allah’ın evliyaları amellerine riya girmesinden çok korkarlardı. Diğer bir ahlakları da, Allahu Zülcelal’in haram kılmış olduğu işler yapıldığında Allah için kızmaktı. Onlar, yalnız Allah için sever ve Allah için kızarlardı.
Bir ahlakları da, çok affedici olmalarıydı. Kendilerine eziyet edenleri, iftira atanları, gıybet edenleri, mallarına ve haklarını gasp edenleri affederlerdi. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ahlakı da böyle idi. Kendi nefsi için asla intikam almaz, sadece Allah için intikam alırdı.
Hz. Ali radıyallahu anh, savaş esnasında bir düşmanı yere yatırıp kılıcını boğazına dayayınca, adam Hz. Ali’nin yüzüne tükürmüş, Hz. Ali kerremallahu veche de onu serbest bırakmıştı. Niçin serbest bıraktığı sorulunca da şöyle cevap vermişti; “İlk önce öldürseydim, Allah için öldürmüş olacaktım. Ama yüzüme tükürdükten sonra öldürseydim, kendi nefsim için öldürmüş olacaktım.”
Diğer bir ahlakları da, bütün Müslümanlara hayır duada bulunmalarıydı. Sürekli olarak İslam’a hizmet ederler, bütün insanları bir tutarlardı. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh buyurmuştur ki; “Hiçbir müslüman diğer bir müslümana hakaret etmesin. Çünkü onlardan küçük (fakir) olanlar, Allah’ın yanında büyüktürler.”
Edeb olmazsa olmazlarıydı
Bir başka güzel ahlakları da; küçüklere büyüklere, yani bütün insanlara karşı çok edepli olmalarıydı. Edebin aslı, kendisini kusurlu ve eksik görüp, başkalarını kendinden üstün görmektir. İlim öğrendikleri hocalarına karşı son derece saygılı ve edepliydiler.
Onlar, yaz-kış gece namazını hiç terk etmezlerdi. Allahu Zülcelal’in zikrinin üzerinde son derece gayretliydiler. Onlar, ahiret amellerini daima dünya amellerinden üstün tutarlardı. Nerede olurlarsa olsunlar, Allahu Zülcelal’in zikrini ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin üzerine salâvat getirmeyi terk etmezlerdi.
Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur; “Herhangi bir cemaat, bir yerde oturduğu zaman, Allah’ın zikrini yapmayıp, peygamberine salâvat getirmezse, o meclis onların üzerine eziyettir ve kıyamet gününde de noksanlıktır.”
Bir ahlakları da, daima kabirleri ziyaret etmeleridir. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde; “Kabirleri ziyaret edin. Onlar ahireti hatırınıza getirirler” Buyurmuştur.
Bir ahlakları da, yapmış oldukları ibadetlerde kendilerini kusurlu görüp, Allah-u Zülcelal’in taat ve ibadetini layıkı ile yerine getiremediklerini zannetmeleriydi. Onun için ibadet sırasında kalp huzuruna çok önem verirlerdi.
Günahkârlara şefkatle yaklaşırlardı
Bir ahlakları da; günah işleyen kimselere, şefkat ve merhametle muamele edip, bu günahlarından tövbe edip Allah-u Zülcelal’e dönmeleri için çok çaba göstermeleriydi. Öyle ki Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh bu hususta şöyle buyurmuştur; “Ya Rabbi! Benim vücudumu öyle büyüt ki bütün cehennemi kaplasın, orada hiçbir mümine yer kalmasın.” Bazı alimler, Hazreti Ebubekir Efendimizin bu sözü peygamberimize olan sevgisinden dolayı söylediğini söylemişlerdir.
Onlar, Allahu Zülcelal’e ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme aşık oldukları için, Allah’ın kullarına ve Peygamber Efendimizin ümmetine karşı böyle şefkat ve merhamet sahibiydiler.
Bir ahlakları da; Allahu Zülcelal kalplerinde bulunan dünya sevgisi ve keyfü sefa yapma arzusunu aldığı zaman büyük bir ferahlık duymalarıydı. Malik bin Dinar rahmetullahi aleyh şöyle demiştir; “Benim hocam bana diyordu ki; Eğer Allahu Zülcelal’in seni sevmesini ve senden razı olmasını istiyorsan, nefsinin arzuları ile kendi arana demir bir perde koy.”
Bir ahlakları da; diğer insanlara karşı kibir ve ucuptan kaçınmalarıydı. Arkadaşlarının cenazelerinde bulunurlar, hastalarını ziyaret ederlerdi.
Bir ahlakı da; Allahu Zülcelal’in affına güvenip ibadeti terk ederek mağrur olmamalarıydı. Daima Allahu Zülcelal’in taat ve ibadetine sımsıkı sarılıp sonra Allahu Zülcelal’in af ve mağfiretine talip olurlardı.
Bir ahlakları da; Allahu Zülcelal’in takvasında bulunur ama hiçbir zaman bu hallerini açığa vurmazlardı. Ömer bin Abdülaziz radıyallahu anh şöyle demiştir; “Bir kişi takva olduğunu nasıl söyleyebilir? Kalbindekini nasıl dışa vurabilir.”
Ebu Derda radıyallahu anhta şöyle demiştir; “Allah’ın takvası kale gibidir. Hem dünyada hem de ahirette insanı cefa ve azaptan muhafaza eder.”
Başkalarının kusurlarını
görmezlerdi, çünkü…
Onlar, daima müslümanların ayıplarını, hata ve kusurlarını örterlerdi. Başkalarının kusurlarını bırakıp, kendi kusurları ile meşgul olurlardı. Mümin olan kişi, iki torbadan birisini önüne, diğerini arkasına asmalıdır. Önde olan torbaya kendi kusurlarını, arkada olan torbaya da mümin kardeşlerinin kusurlarını koymalıdır. Böylelikle daima kendi kusurlarını görüp onlarla meşgul olur ve bu kusurlarını düzeltebilmenin çarelerini arar. Oysa daima başkalarının kusurlarıyla meşgul olan kişi, kendi kusurlarını göremez. Bu hal ise o kişiyi ahirette perişan olmaya kadar götürür.
Rabiat’ül Adeviye şöyle demiştir; “Allah-u Zülcelal, bir kuluna kendi muhabbetini nasip ettiği zaman, ona kendi kusurlarını görmesini nasip eder. O zaman kişi daima kendi kusurlarını görür.”
Hz. Ömer radıyallahu anhta demiştir ki; “Allah’ın rahmeti, bana ayıplarımı söyleyenin üzerine olsun.”
İnsanın daima kendi kusurlarını görmesi, hem kendisi için hem de diğer mümin kardeşleri için dünya ve ahirette en selametli yoldur. Çünkü kendi nefsinin kusurları ile meşgul olan kişi, başkalarını rahatsız etmez. Böylelikle hem dünya hem de ahiret insanlar için cennet olur.
Bir ahlakları da; insanlar kendilerine düşmanlık yapsalar dahi, hiç kimseye düşmanlık etmeyip, o kötülüğe iyilikle karşılık vermeleridir. Onlar, Allah-u Zülcelal’in katında yükseldikçe, daha fazla tevazu sahibi olurlardı. İnsan, Allah-u Zülcelal’e taat ve ibadetle ne kadar yaklaşırsa, Allah-u Zülcelal’den daha fazla korkar. Ashab-ı kiram ve evliyalar bu ahlaklarını, kudret ve azamet sahibi olan Allah-u Zülcelal’den korkarak, O’nun emir ve nehiylerini yerine getirip, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin büyük bir rehber olan ahlakını hayatlarına tatbik etmek suretiyle kazanmışlardır.