ALLAH DOSTLARI / Aynülkudât Hamedani -KS-
ALLAH DOSTLARI
Aynülkudât Hamedani -KS-
Yusuf Şahin
Hicri 492’de (Miladi 1098) Hemedan’da doğdu. Çocukluğundan itibaren çok iyi bir tahsil gördü. Zeka ve kabiliyeti sayesinde devrinde okutulan bütün ilimleri kısa sürede öğrendi. Devrinde okutulan kelâm, matematik, astronomi, felsefe ve edebiyat derslerini takip ederek bu sahalarda da geniş bilgi sahibi oldu. Genç yaşta fetva verecek seviyeye ulaştı. Bu sebeple Hemedan kadılığına ve oradaki medresenin müderrisliğine tayin edildi. Kâdıların gözbebeği anlamına gelen “Aynülkudât” lakabiyle tanındı.
Kalbine gelen bazı şüpheleri gidermek için bilhassa kelâm ilmine merak sarmıştı. Yirmi bir yaşında iken kelâma dair Ğayet’ül- bahs an meanil ba’s adlı eserini yazdı. Bu konuda pek çok kitap okuyor, okudukça da şüpheleri artıyordu. Bunun üzerine fikrî ve ruhî huzura kavuşmak için dört yıl boyunca İmam Gazzâlî’nin eserlerini okudu. Bu eserlerden geniş ölçüde faydalandı. Hatta bir ara maksadının hasıl olduğunu bile sanmıştı.
Bu sırada İmam Gazzâlî’nin kardeşi Ahmed el-Gazzâlî’nin Hemedan’a gelişi Aynülkudât’ın hayatında bir dönüm noktası oldu. “Efendim, rehberim ve sultanım” dediği Ahmed el-Gazzâlî ile görüşmesi fikrî ve ruhî problemlerinin çözümünü sağladı ve artık gerçeğe giden yolu bulduğuna kanaat getirdi.
Aynülkudât “Zübdet-ül-hakâik” isimli kitabında buyuruyor ki: İmâm-ı Gazâlî’nin eserlerini mütâlaaya başladım. Tam dört yıl okudum ve inceledim, öyle hoşuma gitti ki, maksadıma kavuştuğumu anladım. Ve kendi kendime,
“Ey gönül! Artık Allah-u Teâlâ’ya kavuşturan yolu buldun. Bundan sonra senin dünyâya meyletmenin sebebi nedir?” dedim. Huccet-ül-İslâm İmâm-ı Gazâlî’nin eserlerini okumasaydım, şimdiye kadar öğrendiğim ilimlerle yetinmeye karar verecektim.
Bu sırada memleketim olan Hemedan’a, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin kardeşi, büyük velîlerden Ahmed Gazâlî geldi. Onun sohbetine yirmi gün kadar devam etmekle şereflendim. Bu yirmi gün içinde, daha önce bende bulunmayan tasavvuf dereceleri, keşifler hâsıl olmaya başladı, öyle bir aşk hâli hâsıl oldu ki, bir an önce bu fâni âlemden çıkıp, Allah-u Teâlâ’ya kavuşmak istiyordum.
Ahmed el-Gazzâlî ile yirmi gün sohbet eden Aynülkudât daha sonra beş yıl onunla mektuplaştı. Arapça eserlerinde İmam Gazzâlî’yi, Farsça eserlerinde ise Ahmed el-Gazzâlî’yi kendisine örnek aldı.
Tasavvuf yolunda Muhammed b. Hameveyh ile ümmî bir zat olan Hemedanlı Şeyh Bereke de onun üstatlarındandır. Aynülkudât mektuplarında bu iki şahsa duyduğu hayranlığı dile getirmiştir.
Devrinin birçok devlet adamı, idareci, şair, edip, fakih ve mutasavvıflarıyla yakın dostluk kurmuştu. Bunlar arasında Tâceddin Alâüddevle, Şehzâde Cemâleddin Şerefüddevle ve Azîzüddîn-i Müstevfî gibi devlet adamları ile meşhur şeyh Ahmed el-Gazzâlî, şair Senâî-yi Gaznevî ve şeyh Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr gibi önemli simalar yer alır.
Hemedânî’nin tasavvuf yolu, Ahmed Gazzalî’den kendisine intikal eden aşk, cezbe ve fenadır. Ona göre din bir sosyal alışkanlık değildir. Tasavvuf, Allah’ın esmasını müşahade etmeyi ve O’na kavuşmayı hedefleyen bir yolculuktur.
Aynülkudât’ın çok genç denecek yaşta kazandığı şöhret ve mânevî nüfuz, müridi Azîzüddîn-i Müstevfî’nin siyasî rakibi olan Selçuklu Sultanı Sencer’in veziri Kıvâmüddin Dergezînî’yi korkuttu. Aynülkudât’tan kurtulmak, hem de rakibi Azîzüddîn-i Müstevfî’ye kudretini göstermek isteyen Dergezînî, Aynülkudât’ı ortadan kaldırmak için çareler aradı.
Tasavvuf yoluna girerek Ahmed el-Gazzâlî’ye intisap ettikten sonra bilhassa kelâmî ve itikadî konulardaki fikir ve kanaatlerini çekinmeden ortaya koyması, devrin tasavvuf karşıtı fıkıh ve kelâm âlimlerinin ona muarız olmalarına sebep olmuştu. Siyasi amaçları sebebiyle ondan kurtulmak isteyen vezir Kıvâmüddin Dergezînî ona karşı olan fakihlerden, onun eserleri içinde dinsiz ve zındık olduğunu ispat eden ibare ve ifadeleri ortaya koymalarını istedi ve katline fetva vermelerini temin etti.
Aynülkudât önce Bağdat’a götürüldü, orada bir süre hapsedildikten sonra tekrar Hemedan’a getirilip katledildi.
Aynülkudât Bağdat’ta zindanda iken Hemedan’daki dostlarına yazdığı Şekva’l-garîb adlı müdafaanâmesinde eserlerinden alınan ve küfür olduğu iddia edilen cümlelerin esas metinden çıkarılarak ayrı değerlendirildiğini, cümlelerin başında ve sonunda yer alan ifadelerin dikkate alınmadığını ve böylece sözlerinin tamamıyla tahrif edildiğini ortaya koydu. Eserleri bir bütün olarak okunursa kendisini tekfir ve mahkûm etmek için gerekçe olarak gösterilen fikir ve inançların aslında büyük mutasavvıfların ortak kanaatleri olduğunu izah etti ve suçlamaları tek tek ele alarak şiddetle ve ısrarla reddetti.
Sem’ânî kendisi hakkında, “Abdullah, asrının fazilet sahibi zâtlarından idi. Zekâ ve üstün hâlleri, güzel ahlâkı darb-ı mesel hâline gelmişti. Fakîh, fâdıl, şiirde mehâretli ve ince üsluplu olup, Allah-u Teâlâ’nın ihsânlarına kavuşan, kerâmetler sahibi bir kimse idi. Tasavvuf yolunda dil ile ifâdesi mümkün olmayan şeyleri çok güzel izah eden eserler yazdı” demektedir.
GÜZEL SÖZLERİ
Aynülkudât’a göre insanı Hakk’a ulaştıran tek yol İslâm’dır. Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselam da Peygamberlerin en üstünüdür. Şöyle derdi:
“Allah-u Teâlâ Hz. Mûsâ aleyhisselam için, “O Allah katına geldi” demişken Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselam’dan bahsederken, “Allah onu kendi katına getirdi” demiştir. Getirilen gelenden üstündür. Ayrıca öbür nebîler Allah’a yemin ettikleri halde Allah Hz. Muhammed’in üzerine yemin etmiştir.”
***
“Her beldeye tabîb-i hazık olan bir âlim lâzımdır. Bu âlim sebebiyle insanlar tedâvi olur, dertlerine derman bulur. Bu âlimi terk edenler, ilâcı terk etmişler demektir. Böyle kimselere lâyık olan, hastalık içinde bulunmaktır. Enfâl sûresi 23. âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruldu ki: “Eğer Allah-u Teâlâ, ezelî ilminde onlarda hayr ve saadet takdîr etmiş olsaydı, onlara hakkı işittirirdi.” Yani Allah-u Teâlâ onları hayırlı eyleseydi, onlara hayrı işittirirdi.”
***
Kur’ân-ı kerîmin her harfi, her kelimesi, belki bir köye, belki de bir âlemedir. Belki de her bir kelime, bir talibin maksûdudur. Zeyd’e denilen, Amr’a denilmez. Hâlid’de gördüğünü Bekr’de göremezsin. Sen zanneder misin ki, “Elhamdulillâhi Rabb-il-âlemîn” (Âlemlerin Rabbine hamd olsun) den Ebû Cehl nasîb aldı? Hayır. O, ancak “Kul yâ eyyühel kâfirûn” (Ey Resûlüm de ki: Ey kâfirler…) âyetini işitti. Zira onun nasîbi küfür idi ve kâfirlere olan hitabı işitti. Ancak “Elhamdülillah” Kur’ân-ı kerîmin hepsi, Resûlullah efendimizin nasîbi idi. Onu tam olarak anlamak yine onun nasîbi oldu.
***
İnsanların söz taşımalarını dinleme. Zira hadîs-i şerîfte; “Nemmam (koğucu, söz taşıyan) Cennete giremez” buyuruldu. İnsanların ayıplarını görme. Hadîs-i şerîfte; “İnsanların ayıplarını araştırmayınız” buyuruldu. Sonra müşkil bir mes’ele olursa, ehlini buluncaya kadar sabret. Nefsine uyarak sabrı elden bırakma! Zira nefsin senin en büyük düşmanın olup, sabretmene mâni olmaya çalışır. Sen her halükârda sabrı terketme!
***
Tâlib, maksûdunun yolunda, olmalıdır. Onlar ihlâslı olurlar. Zîrâ ihlâs, bu yolun kesin şartlarındandır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki; “Kim ihlâs üzere olursa, onun kalbine hikmet menba’ları (nurları) akar.”
***
Kalb Allah-u Teala’nın evidir. Dâvûd aleyhisselâm, “Yâ Rabbî! Seni nerede arayayım” deyince, cevâb olarak; “Ben, benim için kalbleri kırılmış, benim için kalbleri harâb olmuşların (evliyânın) yanındayım” buyuruldu. Yine bu ma’nâdaki hadîs-i kudsîde buyuruldu ki: “Yere ve göğe sığmam, ancak mü’min kulumun kalbine sığarım.”
***
Hakîkî îmâna kavuşan kimseler, Allah-u Teâlâ’nın himâyesinde olurlar. Hakîkate vâsıl olmuşlardır. Bunlar hakkında hadîs-i kudsîde buyuruldu ki:
“Evliyâm kubbem (örtüm) altındadır. Onları benden başkası tanımaz. Bunların halleri, halkın anlayışlarına sığmaz. Halkın bunlar hakkında bildikleri, benzetme ve temsilden öteye geçmez. Bunlar öyle bir kâfiledir ki, Allah-u Teâlâ’ya verdikleri ahde vefa gösterirler.”
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki;
“Allah-u Teâlâ’nın öyle kulları vardır ki, kalbleri güneşten daha parlak, amelleri Peygamberlerin amelleri gibidir. Onlar, Allah katında şehîdler mertebesindedirler.”
***
Aynülkudât Hemedânî, Temhîdât adlı eserinde şöyle der:
“Kendine tapmaktan (hodperestlik) kurtulmadıkça Allah’a tapan (Hudaperest) olamazsın. Kul olmadan hür olamazsın. İki alemden vazgeçmedikçe insan olamaz, insanlığa erişemezsin.
Kendinden kaçmadıkça kendine erişemezsin. Kendini Allah yolunda feda edip can vermedikçe Hazret’in makbulü olamazsın. Bir şeyi ayağın altına alıp çiğnemedikçe, her şeyi geride bırakmadıkça “her şey” olamaz, bütüne yol bulamazsın. Fakir olmadıkça zengin, fani olmadıkça baki olamazsın. Bağ olan her şeyden kurtulmadıkça, Muhakkikler halkasında söz söyleyemezsin.”
***
Tatmayan bilmez. Tecrübe etmeyene, başkasının tecrübesi fayda vermez. Yiyen kişiden bahsetmekle yemeyen kişi doymaz. İçen kişinin sözü, içmeyen kişinin susuzluğunu gidermez.
***
Hüzünlü ve dertli insanlara yakın olmak lazım. Zira Allah mahzun kalbi sever.