ALLAH İÇİN OLANLAR SEVİNECEKLERDİR
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Kabirdeki ölü, suya batan ve kurtarılması için feryad eden kimse gibidir. Oğlundan, kardeşinden yahud her hangi bir dostundan gelecek duayı bekler. Bu dua imdadına vardığında, kendisi için dünya ve içindekilerden daha sevimlidir. Hayattakilerin ölülere hediyeleri, dua ve istiğfardır.” (Deylemi)
Vefat etmiş, hayat fırsatı elinden alınmış kabrinde mahşeri bekleyen bir kimseye dostu, ahbabı ya da mü’min bir kardeşi dua ettiği zaman, bu onun için dünya ve içindekilerden daha sevimlidir. Ve Allah-u Zülcelal, dünyadaki insanların duasıyla kabirdekilere dağlar gibi sevaplar verir. Kabirdekiler için en kıymetli şey, dünyadakilerin onlar için Allah’tan af ve mağfiret dilemeleridir.
Düşünmemiz, ibret almamız lazımdır. Onlar şimdi böyledir; vefat etmiş, ellerinde dünya namına sahip oldukları neleri varsa kaybetmişlerdir. Şimdi ne bir namaz kılabilir, ne sadaka verebilir, ne zikir yapabilir, ne Kur’an okuyabilir ne de başka bir salih amel yapabilirler. Ömür sermayeleri tükenmiştir artık. Biz de bir gün onlar gibi olacağız. Öleceğiz ve salih amel yapma fırsatımızı kaybedeceğiz. O hale gelmeden önce, kendimizi ahirete iyi hazırlamalı, ibadet ve zikir yapmalı, birbirimizi de Allahu Zülcelal’in ibadeti ve itaati için teşvik etmeliyiz.
İnsanların kurtuluşu
için çalışalım
Bir mümin kardeşimiz namaz kılmıyorsa; ona namazı anlatıp namaz kılmasına, oruç tutmasına, hayır yapıp İslam’a hizmet etmesine vesile olursak, o ne kadar hayır işler ve amel yaparsa ona vesile olduğumuz için bizde onun sevaplarına ortak oluruz.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hadis-i şeriflerinde bize bu müjdeyi vermektedir. O’nun bu müjdesine binaen bizimde daima birbirimize yardımcı olmamız lazımdır. İnsan dikkat ederse çok fazla eksiklikleri olduğunu görecektir.
Dünyada bir dostu, ahbabı musibete uğradığı zaman insan hemen onun yanına koşarak, yardım etmeye ve onun maddi manevi ihtiyaçlarını karşılamaya, destek olmaya çalışıyor. Çünkü insan ancak bu şekilde o insana gerçek dost olabiliyor. Ama şunu unutmamamız lazım ki; insanların ahiret için birbirlerine yardımcı olması dünya için yardımcı olmalarından binlerce kere daha üstün ve daha hayırlıdır. Biliyorsunuz, dünya geçicidir. İnsan öldükten sonra dünyanın musibeti, sıkıntısı, eziyeti yani ona azap veren ne varsa biter. Oysa ahiret bakidir. Ahiretin eziyeti de sefasıda daha çoktur; müminler hatalarının cezasını çeker, kafirler için ise ahiretin azabı da cefası ebedül ebeddir, hiç bitmez.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, dünyaya gönderildiğinden kıyamet kopuncaya kadar kendi ümmetinin sevaplarına ortaktır. Biz dünyada ne kadar amel yaparsak Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bizim amelimize ortak olacaktır. Çünkü bizim bu amelleri yapmamıza Din-i Mübini İslam’ı bize anlatarak o vesile olmuştur. Allahu Zülcelal’in yoluna çağırarak hidayetimize ve ibadetlerin nasıl yapılacağını göstererek Allahu Zülcelal’e kulluk yapmamızı biz Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden öğrenmişizdir.
Ondan sonra gelmiş halifeler, evliyalar veya herhangi bir mümin, arkadaşlarının ve çevresindeki insanların hidayetine vesile olursa, oda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem gibi hidayetine vesile olduğu kimselerin amellerine ortaktır.
Bir düşünelim, insan hidayetine vesile olduğu kimseler nedeniyle evde yattığı yerde amel defterine devamlı sevap yazılsa, dünyada bundan daha kârlı ve kazançlı bir iş olabilir mi? Sen evinde oturacak hatta yatacaksın, insanlar Kur’an okuyacak, zikir yapacak, ibadet edecek, namaz kılacaklar sen de bunların ibadetleri sebebiyle onların bu amelleri yapmalarına vesile olduğun için aldıkları sevaplara ortak olacaksın. İnsan için ahirette bundan daha menfaatli bir amel olamaz.
Onun için böyle güzel bir nimetin kıymetini bilmeli ve ailemizden başlayarak komşularımıza, akrabalarımıza ve bütün mümin kardeşlerimize İslam’ın emir ve nehiylerini anlatmalı onları hayıra ve tevbeye teşvik ederek, yardımcı olmalıyız. Çünkü böyle yapılırsa vahyin bereketi yeryüzünde kalmış oluyor. Birbirimize nasihatte bulunmak; emri bil maruf ve nehy-i anil münker yapmak, yani; Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara anlatmak vahyin bereketidir.
Yaptıklarımızı yeterli görmeyelim
Allahu Zülcelal bu dünyada bizlere çok büyük fırsatlar sunduğu halde bu fırsatları değerlendiremiyoruz. Nefsimize haksızlık ve zulüm yapıyoruz. Bir kişi dünyalık bir musibetle karşılaştığı yada dünyasını kötü etkileyecek bir hataya meylettiği zaman zaman arkadaşları onu uyarıyor, “Dikkat et başına kötü olay gelebilir” diyor ve onu ikna etmeye çalışıyor. Oysa bir insanın dünyada başına gelecek en kötü musibetleri ahirette başına gelebilecek musibetlerle karşılaştırdığımız zaman dünyadaki musibetlerin ne kadar önemsiz olduğu ortaya çıkıyor.
Dünyanın bir yerinde deprem olsa bütün insanlar korkuyor, kadınlar, erkekler, gençler, ihtiyarlar, çocuklar yazda olsa kış da olsa, yağmur çamur demeden, soğuk demeden dışarılarda kalıyor evlerine giremedikleri için sokaklarda yatmak zorunda kalıyorlar. Depremle hadisesinde Allahu Zülcelal bize kudret ve azametinden sadece bir zerre gösteriyor, oysa Allahu Zülcelal kıyamet gününde bütün kainatı, dağları, ovaları, denizleri birbirine katacak, dümdüz yapacaktır. Kıyamet gününün şiddetini gözümüzün önüne alacak olursak, dünyada meydana gelen bu olaylar çok küçük kalacak hatta kıyametin şiddetinin yanında sanki hiçbir şey değilmiş gibi anlaşılacaktır.
İşte bunun için kendimizi dünyada ki musibetlere hazırlarken ahirette başımıza gelebilecek musibetlere de hazırlıklı olmamız lazımdır. İnsanın sadece dünyada ki musibetler için hazırlık yapması yanlış olur. Önemli olan ebedül ebed olan ahiret hayatı için kendimizi iyi hazırlamamızdır. Yapmış olduğumuz ibadetlerimizden hiçbir zaman razı olmamamız, yeterli görmememiz lazımdır. Bu gün iyi ibadet yapamadım yarın daha iyisini yapacağım, bu ay olmadı gelecek ay daha iyisini yapacağım, bu sene olmadı gelecek sene daha iyisini yapacağım diyerek, tâ ki ölünceye kadar, kendimizi o güne hazırlamalıyız.
Yaptığımız ibadetleri yeterli gördüğümüz vakit bir ilerleme kaydedemeyiz. “Yaptığımdan daha fazla ne yapayım, bundan fazlası olmaz” gibi düşüncelere kapıldığımız zaman, Allahu Zülcelal bizi ahiret bakımından ve manevi bakımdan geri bırakır ve bir ilerleme kaydedemeyiz. Fakat dediğimiz gibi, hiçbir zaman yaptığmız amellerden razı olmayıp; “Allahu Zülcelal kudret ve azamet sahibidir, benim yapmış olduğum amellerin Allahu Zülcelal’in kudret ve azameti karşısında ne kıymeti olabilir” diyerek, kulluğun acziyetini yaşayarak, kendimizi ahiret gününe daha iyi hazırlamanın gayreti içinde olmalıyız.
Biz kendimizi daima o güne hazırlanmanın gayreti içerisinde tutarsak, Allahu Zülcelal’de bizim bu gayretimiz ve samimiyetimizin vesilesi ile inşaallah ahiret gününde bizi perişan etmeyecektir.
Tevbe ve zikirle Allah’a sığınalım
Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor; “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün.” (Tahrim; 8)
Tevbe, Allahu Zülcelal’in biz insanlara vermiş olduğu en büyük nimetlerdendir. Dehşeti çok büyük olan kıyamet gününe iyi hazırlanabilmenin en büyük vesilesi tevbedir. Ancak tövbe sadece dil ile “Yarabbi ben pişmanım” demek değildir. Allahu Zülcelal’in hesap gününe her an kalben, ruhen hazır olmak ve bütün kusurlarımızı göz önüne getirerek yalvarmak ve gerçekten günahlarımızdan pişman olarak dönmek ve günahlarımızın bağışlanması için af ve mağfiret dilemektir.
“Yarabbi ben yanlış yaptım. Şeytan ve nefisle mücadele etmekte aciz kaldım, sana hakkıyla kulluk yapamadım, yapamıyorum ve sana yalvarıyorum; Şeytan ve nefse ancak senin kudretin ve azametin yeter, sana daha fazla ibadet etmek istiyorum, senin yolunda samimi bir şekilde gitmek ve gerçekten bir daha yapmamak üzere tevbe etmek istiyorum, bana kuvvet ver” diye, Allahu Zülcelal’e yalvarmamız lazımdır. Çünkü ancak Allahu Zülcelal’in kudret ve azameti buna yeter.
Zalim, arsız ve yaramaz bir insan düşünün! Bu insanın elinde her çeşit silah ve techizat bulunsun ve devamlı olarak bizi takip edip, peşimizde dolanarak, elindeki silahlarla bizi öldürmeye, katletmeye çalışsın yani bu adam apaçık bizim düşmanımız olsun. Fakat bu zalim adamın başında öyle bir insan var ki; her şey onun elinde ve o zalim ondan habersiz, müsaadesiz hiç bir şey yapamıyor. Şimdi biz o zalimin eline geçsek ve o zalime teslim olsak ne olur? Tabi ki o zalim kimse bizi öldürür yahut bize eza ve cefa eder. Ama o zalimden kaçarsak ve onun başında bulunan büyük zâta iltica edip, ondan istersek, o bizi zalimin şerrinden koruyacaktır. O zaman o zalimde bize zarar veremeyecektir.
İşte şeytanda böyledir. Şeytanın elinde her türlü silah, tuzak, zehir ve her türlü kötülük vardır. Bizi helak etmek için fırsat kollayan en büyük düşmanımızdır. Ancak, unutmayalım ki Allahu Zülcelal’in izni olmadan o lâin bize hiç bir şey yapamaz, bize zerre kadar zarar veremez. Allahu Zülcelal’in yanında o bir köpek gibidir. Biz Allahu Zülcelal’e; “Yarabbi bizi şeytanın şerrinden koru” diye iltica eder, Allahu Zülcelal’e sığınırsak, Allah’ın izni ile bize hiçbir zarar veremeyecektir. Fakat biz Rabbimizi bırakırda o zalime teslim olursak o bizi cehennem azabına sürükleyecek ve ebedülebet azaba uğramamıza sebep olacaktır.
Onun için, nefis şeytanla beraber olup, bizi günaha doğru kaydırmaya başladığı zaman, Allahu Zülcelal’e yalvararak, tövbe ederek, Allahu Zülcelal’den imdat istememiz, bizi şeytandan koruması için,
“Lâ havle vela kuvvete illâ billâhil aliyyul azim” zikrini vesile edinerek Allahu Zülcelal’den yardım istememiz lazımdır. Öyle yaptığımız zaman, şüphe yok ki Allahu Zülcelal bizi şeytanın şerrinden muhafaza edecektir.
Allah için olanlar sevineceklerdir
İnsan, Allahu Zülecelal’e karşı her zaman samimi olmalıdır. Her şey onun kudreti hükmü altındadır. Başka hiç kimsenin elinde bir şey yoktur. İnsan nasıl bir makinenin düğmesine bastığı zaman koca bir fabrika çalışıyorsa Allahu Zülcelal’de bir emri ile bu kainatı döndürmektedir ve bir emriyle de yokedebilir.
İnsan kıyamet gününde, malına, canına, çektiği eziyetlere kısacası hiçbir şeye acımayacaktır. O gün pişmanlık ve hasret günüdür. İnsan işlediği günahlar için pişman olacaktır. O gün sadece Allah için olanlar ve Allah için yaşayıp, Allah için ölenler sevineceklerdir.
Allahu Zülcelal, şehit olanlara; “Cefa gördünüz, dağlarda aç susuz benim rızam için şehit oldunuz, canınızı feda ettiniz, benden ne istiyorsunuz” diye sorduğu zaman onlar, “Yâ Rabbi bize bir daha ruh ver ki yine dağlarda senin uğruna canımızı feda edelim, yine şehit olalım” diyeceklerdir. Yani Allahu Züleclal’in kendilerine verdiği mükafatları görünce ikinci bir sefer yine şehit olmak isteyeceklerdir. İşte insanlarda kıyamet gününde kendilerine verilen mükafatları görünce yaptıkları amelleri az görerek “Keşke daha fazla yapsaydık” diyecekler, başlarına azap geldiğinde ise, “Keşke dünyada salih kul olmak için çalışıp, tevbe eden kullardan olsaydık” diyecektir.
Bir insan ne kadar büyük günah işlerse işlesin ona yardımcı olmamız lazımdır. Sarhoşun biri pişman olur ve bir caminin kapısına gider. Müezzin onu:
– Bu halinde Allah’ın evine giremezsin, diyerek kovar. Sarhoş;
– Ey müezzin ben senin yanına gelmedim, ben Rabbimin mescidine geldim ve O’na yalvarıyorum. Merhametli ol! İnsan hasta olduğu zaman nasıl ayağa kalkamayıp düşerse, yarası acı verirse, şeytan da beni yaraladı, helak etti, elimi tut da beni ayağa kaldır, kollarıma gir de beni Allahu Zülcelal’in rızasına götür. Beni kovmakla eline ne geçecek, diyerek müezzinin kendisine yardımcı olmasını ister.
Hasta olanların namaz kılmayanların ve kötülük yapanların elinden tutmak, onların doğru yolu bulmalarına yardımcı olmak lazımdır. Şeytan ile arkadaşlık yapmalarından ve onunla birlikte azap görmelerinden kurtulmaları için günaha düşmüş olan kardeşlerimizin, Allahu Zülcelal’e tevbe etmeleri için çalışmalı ve Allah’ın şefkat ve merhametine ulaştırmak için gayret etmemiz lazımdır.
Allahu Zülcelal hepimize nasuh tövbesini ve O’nun korkusu, aşkı karşısında gözyaşı akıtmayı ve razı olacağı amelleri yapmayı nasip etsin. (Âmin)