Televizyonsuz bir hayat ne kazandırır?
TV aile içi iletişimi bozuyor
Televizyon başta olmak üzere, kitle iletişim araçları giderek yaygınlaşmakta, yaygınlaştıkça da buna bağlı problemler ortaya çıkmaktadır. Televizyon ise en fazla aileyi tesiri altına almaktadır.
Televizyon, aile içinde birlikte izlenirken bir, yandan da aile fertleri arasındaki ilişkileri, görüşüp anlaşma zamanını daraltmaktadır.
İngiltere’de yapılan bir araştırma, televizyon izleyen ailelerden yüzde 30’unda, program süresince konuşulmadığını ve hatta bazen hangi kanalın seyredileceğinin ihtilâf kaynağı oluşturduğunu göstermektedir. Alınan yeni cihazla ise bu ihtilâf ortadan kalkmakta, bu sefer aile fertleri aynı odayı paylaşmamakta ve değişik odalarda birbirlerini görmeleri dahi güçleşmektedir.
Aile geçimsizliği sebebiyle muayene için gelen çiftlerde de oldukça sık rastladığım yakınmadır bu: “Kocam eve gelince televizyonun başına kuruluyor, benimle ve çocuklarla ilgilenmiyor.”
Hâlbuki herkes insan insana ilişkilere muhtaçtır. Televizyon, bu insanî ilişkinin yerini almakta ve sonuçta biriken hissi açlık doğmakta; insanlar yalnızlaşmaktadır. Günümüzün karmaşıklaşan ve yoğunlaşan iletişim ilişkilerinin içinde fert, giderek kendinden ve toplumdan kopmakta, uzaklaşmaktadır. Kişinin yaşantısında yer alan sıcak ve yakın dostluk ilişkileri kalkmaktadır.
Televizyon ile birlikte ailenin problemleri de değişmekte, daha doğrusu, aile kendisinin gerçek dertleriyle değil de bu aletin empoze ettikleri ile ilgilenmektedir.
Çocuklara etkisi
Televizyonun en olumsuz etkisi çocuklar üzerinedir. Araştırmalara göre televizyon, gençleri ve çocukları, henüz hazır olmadıkları bir dönemde, yetişkinlerin problem ve değerleriyle sıkı ilişki haline götürmekte ve onlarda gelecekleri bakımından endişeler ortaya çıkarmaktadır. Bu çağdaki çocuklar ve gençler, televizyon sebebiyle aileye ilişkin sosyal ve insanî durumların tüm karmaşıklığı ile karşı karşıya gelmektedir.
Sonra, televizyonun verdiği kültür de sözde, sahte bir kültürdür (pseuda-culture). Bu ise gerçek bir kültürün kazanılmasına zarar veren, kolay ve emek harcamadan elde edilmiş, üstelik kişiyi uyuşturan ve onun ihtiyacı olmayan bilgi yığınıdır.
Son zamanlarda, şiddet ile televizyonun ilişkisi üzerinde alarm ikazları yapılmaktadır. Bugün TV kanalları, şiddeti rekabette yoğun olarak kullanmaktadırlar. Giderek artan şiddet ve porno sahneler, gelişme çağındaki çocuklarla gençleri olumsuz etkilemekte; saldırganlığa yöneltmektedir.
TV varsa ailede huzur yok
Özet olarak, televizyonun aile üzerinde yaptığı tesirleri şöyle sıralayabiliriz:
- Televizyonu çok ve sık izleyen çocuklar, izlemeyenlere oranla yetişkinlikte daha güvensiz ve şüpheci kişiliğe sahip olmakta, şiddet eylemlerinin dünyada yaygınlaştığını düşünmekte ve her şeyin şiddet yoluyla halledileceğine dair önyargılar beslemekte, böyle davranışlarda bulunmaya yatkın olmaktadır.
- Televizyonda devamlı yapılan mesaj bombardımanı; gerçeği değerlendirmeyi, çözmeyi, yorumlamayı bozmakta, kişiyi uyuşturarak gerçek problemlerinden uzaklaşmasına ve biriktirmesine sebep olmaktadır.
- TV başında saatlerini geçiren çocuklar, gençler, yetişkinler ve özellikle hanımların, bu arada reklâmların da tesiriyle “tüketim toplumu”na doğru beyinleri yıkanmaktadır. Ayrıca fazla yemek ve içmeye bağlı olarak kilo alma ve şişmanlık başlamaktadır.
- Bütün ailenin TV başında toplanması, konuşmadan karşı çıkamadan ondan gelen mesajları dinlemesi, ne gösterilirse ve söylenirse boyun eğip kabul etmesi, onu susturmayı düşünmemesi, başka mesajlar alabilecek alternatiflerin olmaması, önemli iletişim sorunlarına yol açmaktadır: İletişimsizlik, gerçek dışı bir hayal ve masal dünyasında yaşama, sosyal yabancılaşma bunların başta gelenleridir.
Aile bireyleri birbirleriyle ve diğer insanlarla sevgi ve anlayış temelinde diyaloglar geliştirmeye vakit bulamamaktadır. Anne ve baba, her gün saatlerini TV karşısında geçirirse ve buna uyuma, çalışma, yemek yeme süreleri de eklenirse sonuçta konuşmak için hemen hemen hiç zamanlarının kalmadığı ortaya çıkar. Bunların hepsi ise ruh sağlığını bozan olumsuz, zararlı faktörler arasında yer almaktadır.
- En geniş izleyicisi olan bazı TV programları, evlilik öncesi hatta evlilik dışı yaşanan cinselliği, sıradan, hatta anlamlı ilişkiler olarak sunmakta, seyircileri bu yönde şartlandırmaktadır.
Amerika’da, bir yıl boyunca, televizyonda Amerikan çocuklarına örnek olarak gösterilen 14 bin kişi incelendiğinde, bunların yüzde 80’inin evli olmadığı anlaşılmıştır. Bu kişilerin yüzde 1’nden daha az bir oranı, doğum kontrolüne ve ahlakî değerlerin öğrenilmesine örnek teşkil eden kişilerdir. Evlilik dışı veya öncesi cinsellik, bu programlara göre hem olumlu hem de heyecan vericidir. Ülkemizde de manzaranın bundan farklı olmadığı söylenebilir.
- TV, okuma alışkanlığını ve düşünme yeteneğini azaltmaktadır.
- Gelişmiş-kalkınmış, tüketime dayalı varlıklı ülkelerin yaşama şekilleri ve kültür anlayışlarıyla, gelişmekte olan ülkelerin millî kültürleri arasında çatışma ortaya çıkmaktadır.
- Yine TV’ye göre, eğer zor bir karar verilecekse içki içilmelidir. Sinirleri yatıştırmak gerekiyorsa içki içilmelidir. ABD’de alkolik genç sayısındaki müthiş artışa ve 14 milyon yetişkinden daha fazla kişinin ciddi içki problemleri olduğuna şaşırmamak gerekir.
Bu kadar olumsuzluğuna rağmen, televizyon tesirlerine karşı mücadelenin yine televizyonla olacağını söylemek gerekir; yani kültürel ve belgesel programların hakim olduğu güçlü kanallar açmak ve film üreten şirketler kurmak başta gelmektedir. Ailenin alacağı tedbirin başında ise televizyonun açık kaldığı saatleri kısmayı ve programları seçerek seyretmeyi sayabiliriz.
Televizyondan kurtulursanız
ne kazanırsınız?
Televizyonu evinden uzaklaştırarak, aile geçimsizliği şikâyetlerini azaltan ve aile olarak birbirlerine daha bağlanan bir hanım hastanın mektubunu özetlemek istiyorum:
“Bir yıl oldu, televizyonu hayatımızdan çıkarttık. Aslında sırf doktorumuzun tavsiyesi ile yapmadık bunu. Bu tavsiye, bizi televizyondan kopartmaya yetmezdi çünkü… Tam o sırada, zaten sık sık bozulan televizyonumuz yine arıza yapmış ve tamir için de yüksek ücret isteniyordu. Bunu bahane ederek, isteyen birine sattık ve gerçekten bağımsızlığımıza kavuştuk.
Aslında tam bir televizyon müptelası sayılmazdık ama yine de düşüncesizce, izlemeye gereğinden fazla zaman ayırıyorduk. Beyim ve çocuklarımla geç vakitlere kadar televizyonun başından ayrılmadığımız günler çok oluyordu.
Renkli televizyonu, ilk önceleri sadece haberleri ve yararlı programları izlemek için almıştık. Daha sonra televizyon yalnızca birbirimizden uzaklaşmanın ucuz bir yolu olmakla kalmadı, diyalog kurmamızı engelleyen mükemmel bir bahane oldu. Yemeğimizi yerken, aramızda gittikçe artan sessizliği; televizyondan taşan konser ve kahkahalar bozuyordu. Yatış saatlerimiz, programlara göre, artık değişik saatlerdeydi. Problemlerimizi konuşarak çözmek yerine, televizyona dalarak biriktiriyorduk.
TV’nin geçimsizliğimiz üzerindeki önemli rolünü, şimdi açık seçik görebiliyorum. Ara açan sinsi bir ajan rolündeymiş âdeta… Fakat o zaman fark etmedik. Nihayet doktorumuzun ikazıyla, kendimizi televizyonsuz bulduğumuzda durumu anladık.
Beni asıl şaşırtan, bir televizyonumuzun olmadığını öğrenenlerin tepkileriydi. “Çok şanslısınız” gibi sözlerden tutun da “Ne!” gibi hayret nidalarına kadar çeşitli fikirler yürütüyorlardı. Bir gece önceki programın tartışmasına katılamadığım için yalnız kaldığım, sohbete iştirak edemediğim oluyordu. Bazıları kendilerini savunur gibi bir havaya giriyorlar, saçma ve anlamsız bir diziyi izlediklerini itiraf etmeye çekiniyorlardı. Bazı iyi niyetliler de hayatımızdaki bu korkunç (!) eksikliğin maddi güçlükten kaynaklandığını sanarak iyi bir tenzilatlı televizyon satışı konusunda fikir vermeye kalkışıyor, hatta fazla cihazlarını teklif ediyorlardı.
Televizyonsuz günler, öncekileri bayağı zor oldu. Haftalar aylara dönüştükçe, onu daha az arıyorduk. Cihazın fişi çekilip elimizden alınınca, televizyon alışkanlığını terk ettik.
Şimdi anlıyorum ki televizyon bizim için hareketsiz, sohbetsiz kalma mazereti, kişiliğimizi geliştirmekten kaçmak için bir yol, gerçekten kaçış ve muazzam bir vakit kaybıydı. Şimdi okuyoruz, sohbet ediyoruz, ibadete daha çok vakit ayırıyoruz. Ayrıca ilkokula giden oğlum, derslerinde daha başarılı… Sonra, TV’siz günlerde beyime ve iki çocuğuma kazaklar da ördüm.
Sadece kazancımız bunlar değil tabii. Bir sürü güzel faaliyete girişebildik. Aile içinde sıcak ilişkilerimiz arttı. Çocuklarımızla daha çok ilgilenebiliyoruz. Sonra, her gün kitap ve dergiler okuyoruz. Birkaç mecmuaya abone olduk. Evimize günlük gazete giriyor. Beyimi hafta sonları meşgul eden maç tutkusu da kayboldu. Onun yerine sohbetlere veya gezmeye gidiyoruz. Haramlara karşı daha titizleştik.
Bu arada, bir iki bizi utandıran sırrımızı daha vermek istiyorum: Televizyondaki bazı programlar yüzünden ibadetimizi aksattığımız oluyordu. (Ayrıca) Şimdi eşimle birbirimizi daha çok beğeniyor, dizilerdeki sunî kahramanlarla kıyaslamıyoruz.
İnanın kafam o kadar rahatladı ki… Her sabah “Bugün pembe dizide ne olacak?” diye televizyon saatini iple çekmeyi bıraktım. Bu saçma sapan, kişiye hiçbir şey kazandırmayan, bol para harcanan, lüks ve pahalı giysiler içindeki zengin yaşantılı, garip çarpık ilişkilerle dolu dizileri izlemez oldum. Sanki kafam uyuşukluktan kurtulmuş oldu…
Fakat TV’siz hayat, her zaman kolay olmuyor. Göremediğimize üzüldüğümüz programlar var. Açılış haberlerini arıyorum. Radyo ile bu ihtiyacı gidermeye çalışıyorum. Bütün bunlara rağmen, hayatımdan memnunum.
Artık ailece televizyon ekranına budalaca bakacağımız yerde, zamanımızı birlikte daha güzel işlerle geçiriyoruz. Teselliyi saçma sapan dizileri seyretmek yerine, birbirimizin düşüncelerini paylaşmakta buluyoruz. Genellikle evdeki sessizlik, bir kitaba gömüldüğümüz zaman veya ibadet esnasında oluyor. Oğlumuz ve kızımızla da yakından ilgileniyoruz. Onlarla oyun oynuyor, ders çalıştırıyoruz.
Köşede, gürültüler çıkaran televizyonun manasız uğultusu olmayınca, birbirimizle ilgilenmek ve başbaşa vakit geçirme yollarına kendimizi vermek için hür ve bağımsızız şimdi. Falanca dizideki kahramanı kimin vurduğu veya kimin kimle eşini aldattığı gibi çok önemli (!) haberi belki kaçırıyoruz ama daha faal ve daha mutlu insanlarız. Birbirimizle uyum içinde olduğumuz için kendimizi tekrarlanıp duran filmlerin kahramanları yerine koyup yaşamak zorunda değiliz.
Şimdi çok şükür huzurlu ve mutluyuz. Çünkü televizyonu evimizden attık. Darısı tüm dostların başına…”