KAPAK / Zarar Etmeyen Ticaret; Allah Yolunda İnfak
KAPAK
Zarar Etmeyen Ticaret; Allah Yolunda İnfak
Abdullah Sofuoğlu
Allah-u Zülcelâl bir âyet-i kerimede buyuruyor ki:
“(Ey Muhammed) iman eden kullarıma bildir ki namazlarını dosdoğru kılsınlar, -içinde ne alış veriş (fidye vererek kurtulma) ne de dostluk (başkasından bir yardım görme) imkanı bulunmayan bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce- kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah yolunda) harcasınlar.” (İbrâhîm, 31)
Kur’ân-ı Kerim insanoğluna gayb haberleri vererek karşılaşacağı şeyler hususunda ikaz eden bir hidâyet kitabıdır. İnsan mahşer gününde karşılaşacağı durumdan ancak Allah-u Teâlâ’nın Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem vasıtasıyla ulaştırdığı âyet ve hadisler sayesinde haberdar olabilir.
Allah-u Zülcelâl bize haber veriyor ki, dünya imtihan meydanıdır, âhiret de bu imtihanın sonuçlarının ortaya çıkacağı gündür. Allah-u Teâlâ bu ve benzeri âyet-i kerimelerde insanoğlunu şu hususlarda îkaz etmiştir:
Mahşer günü öyle bir gündür ki, orada insanın bir şey satın alması ve bu sayede rezillikten ve azaptan kurtulması mümkün değildir.
Bazı alimler âyet-i kerimelerde geçen “alışverişin olmadığı gün,” ifadesinin mecâzî olduğunu, asıl kastedilenin, “Allah’ın azabından kurtulmak için fidye vermek” olduğunu söylemişlerdir.
O gün kulun ne malı vardır ne de Allah’ın mahkemesine böyle bir fidye ödeme imkânı mevcuttur. Sadece kulun dünyadayken iman ederek, ihlaslı bir niyetle Allah’ın emrettiği yerlere verdiği sadakalar ahiret gününde mizan terazisine getirilip konulacaktır. Kişinin başka bir malı olmayacaktır.
Mahşer günü bütün insanlar elbiseden bile mahrum bir şekilde Allah’ın hesaba çekmesini bekleyeceklerdir. Böyle bir mahkeme meydanıdır.
İlâhî mahkemede adam kayırma, torpil, iltimas da yoktur. Dünya mahkemelerinde bazen hâkim veya savcılara rüşvet verilip dostluk kurulabilir. Yahut nüfuzlu kimseleri araya koyarak kararı etkilemek mümkün olabilir. İnsanoğlu bu dünyadaki adaletsiz uygulamalara bakıp da asla boş bir ümide kapılmamalıdır. Aksine dünya hayatında menfaat ve zevk için kurulan sahte dostluklar ahirette düşmanlığa dönüşecektir. Rabbimiz bu hususu şöyle hatırlatıyor:
“O gün, dost olanlar (bile) birbirlerine düşman kesilirler. Muttakîler hariç!..” (Zuhruf, 67)
Dünyevî amaçlarla kurulan sahte dostluklar insanı dünyaya meylettirir. Hakiki dostlar ancak insana asıl yurdunu ve önündeki zor günleri hatırlatıp hayırlara davet eden Allah için dost edinilmiş Allah dostlarıdır.
Allah dostları da ancak Allah’ın izni dahilinde şefaat edebilirler. İmanı olmayana, şirk veya nifak gibi affedilmez yollara sapanlara hiç kimsenin şefaat hakkı yoktur. İmanı olanlar da imanlarındaki samimiyetlerini amelleriyle ispat edecekler, bunun için hesaba çekileceklerdir.
Geri Dönüş İmkânı Yok!
O gün hüküm günüdür, herkes hakkında hüküm verilir ve artık geri dönüşü yoktur:
“Allah tarafından (tehdit olunduğunuz ve başkalarınca) kendisi için geri çevrilme (imkânı) olmayan bir gün gelmeden önce, Rabbiniz(in davetin)e icâbet edin! O gün ne size sığınacak bir yer ne de sizin için (günahlarınızı) inkâr etme(ye bir çare) vardır!” (Şûrâ, 47)
Mahşer günü öyle bir gün ki, kaçacak, sığınacak, saklanacak bir yer yok. Amel defterleri dağıtılmış, herkes ne yaptığını ne yapmadığını zaten biliyor. Bundan sonra kişinin yapabileceği bir şey yok. Kıyamet kopup mahşer meydanına sevk edildiğinde ise Allah’ın huzuruna getirilecek.
Peki o gün insanı kurtaracak olan nedir?
Kurtuluş İçin: Namaz ve İnfak
Allah-u Zülcelâl işte böyle bir gün gelmeden önce insana fayda verecek olan şeylere iki örnek veriyor: namaz ve infâk.
Bu iki örnek, insanoğlunun en çok ihmal ettiği, ertelediği veya aceleyle, baştan savma bir şekilde yapıp geçiştirdiği kulluk vazifelerinin başında gelmektedir.
Namazı kılmak. Namazı dosdoğru kılmak. Yani vaktinde, mümkünse cemaat ile, ilk vaktinde, güzelce, huşu ile kılmak. Namazda devamlı olmak. Aksatmamak ve hep gönlü namazda olmak. Namaz vaktini gözetlemek. Namazı gereği gibi kılmayı hayatının gayesi haline getirmek.
İkincisi ise infâk.
İnfâk insanoğlunun en çok ihmal ettiği, “Sonra yaparım,” diye ileriye attığı veya az bir şey yapmakla yetindiği amel. Çünkü insan malı çok sever. Para, mal, mülk insana bu dünya hayatında birçok şey sağlayabilir. Onu âhiret için vermek, harcamak nefse çok zor gelir. Ama Allah-u Zülcelâl en çok insanın nefsiyle mücadele ederek yaptığı amelleri beğenmekte ve kat kat artırarak büyük bir mükâfât vermektedir.
“Mallarını Allah yolunda infâk edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.” (Bakara 261)
İnfâk, malın zekâtını vermek şeklinde olabilir. Âileye, anne baba ve akrabaya ikram etmek şeklinde olabilir. Allah’ın dinine hizmet için her türlü hayır hasenat olabilir. Bunların hepsi de çeşitli âyet ve hadislerde övülmüştür. Yeter ki insan sırf Allah’ın rızası için, âhirete inandığı için, nefsine muhalefet edip fedakârlıkta bulunsun. Allah-u Zülcelâl sadece kendi rızası için yapılan her fedakârlıktan haberdardır:
“Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “Hayır olarak infâk edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.” (Bakara 215)
İnsanoğlu malı biriktirirken biraz da ihtiyarlık zamanında, hastalık, kaza, borç dert gibi zor zamanlarda ondan faydalanmayı düşünür. Atalarımız “Ak akçe kara gün içindir.” diyerek, zor günler için bir kenarda biraz para biriktirmenin iyi bir tedbir olduğuna işaret ederler. Bu da gereklidir ama malın zekâtını verip, üzerine borç olan nafakaları ödedikten sonra.
Bir de unutulmamalıdır ki bu dünyada insanın başına gelecek en büyük bela, malın zekâtını vermeden ölmektir. Çünkü zekâtı tam verilmemiş mal, âhirette en büyük felakettir.
Dünyadayken zekât vermek ve hayır hasenat yapmak büyük bir fırsattır. Çünkü insan gözünü yumduğu anda artık malı mirasçıların olacaktır. Artık mal elden çıkmıştır, bir şey yapma imkânı kalmamıştır. Ama hesabından kurtuluş yoktur. Bu sebeple insanın ölmeden önce malını âhiret hesabına yatırması kendisi için tek fırsattır.
Âhiret için yatırım yapmak hayır yollarına harcamakla, infâk etmekle olur. Bu sebeple birçok âyet-i kerimede bu husus hatırlatılmıştır:
“Herhangi birinize ölüm gelip de; “Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan infâk edin!” (Münâfikûn, 10)
Sadaka vermek, bazı âyetlerde Allah’a borç vermek bazı âyetlerde ise ticaret yapmaya benzetilmiştir:
“Gerçekten Allah’ın Kitab’ını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infâk edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler.” (Fatır; 29)
İnsanoğlu malını artırmak ister, bunun için ticaret yapar. Dünya ticareti bazen kâr, bazen zarar eder; sonunda da dünyada kalır. Âhiret ticareti ise hem çok kârlıdır hem de ebedî bir âlemde sonsuza kadar senin yanında kalır.
Cömertlikle Nefsini Terbiye Et!
Allah-u Zülcelâl’in infâkı sık sık hatırlatmasının bir başka sebebi de insandaki kötü duyguların terbiye edilip giderilmesinin tek çaresinin cömertlik yapmak olmasıdır. İnsana en büyük zarar nefisten geldiği için onu infâk ile terbiye etmek en güzel kurtuluş çaresidir:
“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infâkta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Tegabün 16)
İnsan malını mülkünü nefsine ait kabul ederse bu mal onu her türlü kötü ahlâka sürükleyebiliyor. Allah’ın verdiği rızkı yine O’nun yolunda cömertçe harcadığı zaman, Allah’ın kullarına iyilik yaptığı zaman nefsânî duygularını kırıp ruhânî kabiliyetlerini geliştirebiliyor.
“Hepsi Allah’ın malı, bana emanet olarak verdi,” diye inanırsa ancak o zaman infak edebiliyor. İnfak ettiği mal ise asıl o hakiki malı oluyor. Çünkü ebedî hayatta onun yanında oluyor ve onu en büyük felaketten kurtarıyor.
İnfâkı ertelemeyip daha yaşınız gençken, mal mülk sahibi olma, para biriktirme hevesi çokken hemen yapmak daha faydalıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ın elçisi! Hangi sadakanın sevabı daha büyüktür?”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
“Güçlü-kuvvetliyken, sıhhatin yerindeyken, cimriliğin üzerinde, fakir düşmekten endişe etmekteyken, daha büyük zengin olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevabı daha büyüktür. (Bu işi) can boğaza gelip de “falana şu kadar,” “filana bu kadar,” demeye bırakma. Zaten o mal vârislerden şunun veya bunun olmuştur.” (Buhârî, Zekât 11, Vasâyâ 17; Müslim, Zekât 92)
Gençken verilen sadaka insanda imanı kökleştirir ve âhirete rağbeti artırır. Başka sâlih ameller de işlemeye vesile olur. Zaten Allah’ın kimsenin vereceği sadakaya ihtiyacı yoktur, asıl insanların bu amelleri işlemeye ihtiyacı vardır. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Bakara; 265)
Bu benzetmede infak amelinin insanın kalp aleminde imanı, feyiz ve ruhâniyeti nasıl yeşerteceğine işaret edildiği gibi bu yeşermenin cennette nasıl mükafatlandırılacağına dair bir müjde de vardır.
Ne bir şey kazanma ne de ödeme imkânı olmayan âhiret günü gelmeden önce elimizden geldiği kadar ona hazırlanmak bir Müslüman için en akıllıca yoldur.
Rabbimiz bizleri âhiret yoksulu ve müflisi olmaktan muhafaza etsin. Âmin.