ALLAH DOSTLARI / Allah Dostlarının Dilinden Tevbe
ALLAH DOSTLARI
Allah Dostlarının Dilinden Tevbe
Yusuf Şahin
Tasavvuf yolu, İslâm’ın zâhirî ve bâtınî bütün hükümlerinin hayata geçirilmesi ve Marifetullah sahibi oluncaya kadar nefsin tezkiye, kalbin tasfiye edilmesi yoludur. Bu yolun ilk durağı tevbedir.
Tevbe deyince insanların aklına gelen, günahkâr bir kişinin o günahına pişman olup bir daha işlememeye gayret göstermesidir. Elbette bu doğrudur. Ama bundan ibaret değildir. Aslında tevbe, Allah’ın razı olmadığı şeylerin hepsinden uzaklaşıp emrettiği ve razı olduğu sâlih amellere ve güzel ahlâka yönelmektir. Bu manada tasavvuf yoluna giren bir insan da gaflete ve ömrünü malâyânî boş şeylerle geçirmeye tevbe etmiş, Allah’ı zikretmeye ve takvâ sahibi olmaya yönelmiş olmaktadır.
Tevbe insanoğlunun bezm-i elestte Allah’a verdiği kulluk ahdini hatırlamasıdır. Kul herhangi bir hata veya ihmal ile Allah’a karşı tâatinde bir noksanlıkta bulunduğu zaman hemen bu halinden pişman olmalı ve hatasından dönmelidir. Yaptığı veya ihmal edip yapmadığı şeyler sebebiyle bozduğu ahdini tazelemelidir.
Tevbe insanın fıtratına dönmesini ifade eder. İnsanın selîm fıtratında Allah’a kulluk edip O’nun yardımını istemek, Allah’ın hoşnutluğunu kazanıp mükâfatlarına ve dostluğuna kavuşmak arzusu vardır. Ancak kişinin sakınamayıp işlediği günahlar veya amelindeki eksiklikler Allah-u Teâlâ ile arasındaki kulluk bağını zedeler, kulu Allah’ın rahmetinden uzaklaştırır. Tevbe bu uzaklaşmaya son verip hemen geri dönme gayretini ifade eder.
Allah-u Zülcelâl kullarının tevbe etmesinden razı olur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teâlâ’nın mümin kulunun tevbesinden duyduğu sevinç tasvir edeceğim şu kişinin sevincinden çok daha fazladır: Adam tek başına tehlikeli bir yolda yiyeceğini ve içeceğini taşıyan bineğiyle yolculuk yapmaktadır. Bir yerde durup dinlenirken kısa bir süre uyur. Uyanınca bineğinin ortadan kaybolduğunu görür. Uzun zaman ararsa da bulamaz. Bu sırada aşırı derecede bunalmış ve susamıştır. Nihayet, ‘Dinlendiğim yere gideyim de orada öleyim’ der. Bu yerde kısa bir ara uykuya dalıp uyanınca bineğini karşısında görür. O kadar sevinir ki, ‘Allahım! Sen benim Rabbim, ben de senin kulunum’ diyecek yerde, ‘Sen benim kulum, ben de senin Rabbinim!’ der.” (Müsned, I, 383; II, 534-535; Buhârî, “Daʿavât”, 4; Müslim, “Tevbe”, 1-8)
Tevbe Kurtuluştur
Hz. Ali radıyallahu anh samimi bir pişmanlıkla tevbe eden bir kulun günahlarının mağfiret edileceğini şöyle ifade eder:
“Allah-u Teâlâ şükür kapısını açıp, artırma kapısını kapamaz. Duâ kapısını açıp duâları kabûl etme kapısını kapamaz. Tevbe kapısını açıp mağfiret kapısını kapamaz.”
Allah dostlarından Ali Râmitenî kuddise sırruh;
“Ey iman edenler, Yüce Allah’a nasuh tevbesi ile tevbe ediniz.” (Tahrim, 8) mealindeki âyet-i kerimeyi açıklarken buyuruyor ki;
“Bu âyet-i kerîmede hem işaret hem de müjde vardır. Tevbeden dönseniz de tevbe ediniz demesi işarettir. Müjde ise tevbenin kabulüdür. Çünkü Allah-u Teâlâ tevbeyi kabul etmeyecek olsaydı, bunu emretmezdi. Emretmesi kabul etmesini gösteriyor. Ancak tevbe dilden değil, gerçekten kusurunu bilerek kalpten olmalıdır.”
Samimi tevbe kulun Rabbini tanıması ve O’na karşı yaptığı hatalardan mahcubiyet duymasıdır. Bu şekilde samimi tevbe eden kişi bütün günah ve hatalardan uzaklaşır, sırat-ı müstakîme yönelir.
İslam âlimlerinden bazılar, gerçek tevbenin bütün günahları terk edip sâlih amellere yönelmekle olacağını bildirmişlerdir. Kadı Abdülcebbâr rahmetullahi aleyh, büyük günahlardan birinin terkedilip diğerinin sürdürülmesini zehrin birini bırakıp diğerini içmeye benzeterek bu konudaki tevbenin geçerli olmayacağını söylemiştir.
Küçük günahlarda ısrar etmek, tevbe etmeye lüzum görmemek de büyük bir hata kabul edilmiştir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Âişe radıyallahu anha’ya hitaben şöyle demiştir:
“Küçümsenen yanlış davranışlardan uzak durmaya bak, zira Allah bu tür davranışların da hesabını soracaktır.” (Müsned, V, 331; İbn Mâce, “Zühd”, 29)
Tevbe hatalarda ısrar etmekten vaz geçmek, onları terk etmek, onların sebep olduğu kirleri sâlih amellerle temizlemektir. Günahların üst üste birikip kalbi katılaştırmasına izin vermeyip hemen tevbe etmek gerekir. Yoksa insan günahlarına pişmanlık duymaz hale gelir.
Ubeydullah-ı Ahrâr kuddise sırruh şöyle buyurmuştur:
“Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden “mesh” yâni sûretinin değiştirilmesi, hayvan sûretine döndürülmesi kaldırılmıştır. Fakat bâtından, mânen sûretin değişmesi kaldırılmamıştır. Bâtından sûretin hayvan sûretine çevrilmiş olmanın alâmeti, büyük günah işleyen kimsenin bu günahları işlemekten, bâtının, kalbinin elem duymaması, işlediği haramlar sebebiyle müteessir olmaması, fısk ve isyân olan işlerde ısrâr etmesidir. Bu öyle bir dereceye ulaşır ve işlediği büyük günahlardan dolayı kalbi o kadar kararır ki, artık tenbih ve nasîhat da yapılsa gafletten uyanmaz.” -Allah muhafaza etsin.-
Tevbe günahta, gaflette, dünyaya dalıp ahireti unutmakta ısrar etmemek demektir. Seyyid Şerif Cürcânî rahmetullahi aleyh bu hususta:
“Tevbe, kalpten ısrar düğümünü çözmek sûretiyle Allah’a dönmek, sonra da Allah’ın bütün hukukuna riayet etmektir.” Demiştir.
Sehl b. Abdullah hazretleri de tevbeyi, ileri de yaparım şeklindeki oyalanma ve ihmalkarlıkları terk etmek olarak tarif etmiştir.
Tevbe İlk Menzil
Tevbe, tasavvufî olgunluk yoluna girenlerin vuslata ulaşıncaya karar uğradıkları menzillerin ve makamların ilki olarak kabul edilmiştir.
Tasavvuf ehli tevbeyi şu ayet-i kerimenin işaret ettiği mananın şümulüyle değerlendirirler:
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız! Onlar yoldan çıkanlardır.” (Haşr, 19)
Allah-u Zülcelâl’i unutmak ifadesi, Allah’a iman ettiğini iddia ettiği halde, Allah’a karşı ahdini unutmuş, bu sebeple kendi nefsinin Allah’a karşı durumunu da unutup sanki nefsini ilah edinmiş, onun arzularına uyup gitmiş kişileri işaret eder. Böyle kişiler Allah’ın rızasına ve dostluğuna ulaştıran yoldan sapar, fısk-ü fücura batıp giderler.
Demek ki tevbe böyle kişilere benzemekten sakınmak demektir. Böylelerine benzememek için onlarla oturup kalkmayı, haşır neşir olmayı terk etmek de hakiki tevbenin gereğidir. Böyle gafil ve fasık kimselerle beraberlikten sakınıp Allah’ı hatırlatan dostlar, yarenler edinmek de nasuh tevbenin icaplarındandır.
Allah’ı hatırlatan dostların sözleri nasihat, nazarları kalbe şifadır. Allah dostlarından Ali bin Meymûn Mağribî kuddise sırruh şöyle demiştir:
“Kendisine kurtuluşa ermiş bir kimsenin nazarı, bakışı erişip de kurtuluşa ermeyen kimseye şaşarım!”
Tevbenin bir manası da dünya için sevilen örnek alınan kişileri bırakıp Allah’ın rızasını kazanma yolunda sevilip örnek alınan kişilere kalbi çevirmektir. Allah dostlarından biri şöyle demiştir:
“Tasavvuf büyükleri, öyle zâtlardır ki, günahkâr, serserî, yolunu şaşırmış kimseleri kendilerine benzetir, düzeltirler. Bu Allah adamlarının, kendilerine has güzel koku ve renkleri olur. O kokuyu ve rengi tadan, onlara benzer.”