ALLAH DOSTLARI / Hâce Abdulhâlik Gucdüvânî -KS-

  • 10 Aralık 2024
  • 29 kez görüntülendi.
ALLAH DOSTLARI / Hâce Abdulhâlik Gucdüvânî -KS-
REKLAM ALANI

ALLAH DOSTLARI
Hâce Abdulhâlik Gucdüvânî -KS-
Yusuf Şahin

Silsile-i Aliyye’nin onuncu halkası olan Hâce Abdulhâlik kuddise sirruh hazretleri Buhara yakınlarında bulunan Gucdüvan kasabasında dünyaya geldi. Babası İmam Abdulcemil Efendi, İmam Mâlik rahimehullâh hazretlerinin soyundan gelen, zâhirî ve bâtınî ilimlerde derin olan bir zattı. Annesi ise o devrin Malatya sultanının kızı, saliha bir hanımdı.
Kaynaklarda nakledildiğine göre, İmam Abdülcemîl Efendi, düşmanları tarafından şehirden çıkarılan Malatya sultânının tahtına dönmesini sağlamıştı. Bunun üzerine mükâfât olarak Sultân onu kendi kızıyla evlendirdi. Bir müddet sonra Abdülcemîl Efendi, âile efrâdını alarak Buhâra’nın Gucdüvân kasabasına hicret etti.
Abdulcemil Efendi, Hızır aleyhisselâm ile sohbet eden maneviyat ehli bir zattı. Bir keresinde Hızır aleyhisselâm ona çocuğu olacağı müjdesini verdi ve ismini Abdulhâlik koymasını tembihledi. Bir zaman sonra Abdulhâlik Gucdüvânî kuddise sirruhû dünyaya geldi. Babası ona bu ismi koydu.
Hâce Abdulhâlik Gucdüvânî hazretleri çocukluk çağından itibaren ilme, irfana düşkündü. İlk tahsilini tamamlayınca Buhara’ya gitti. Burada dönemin büyük ulemasından olan Allâme Sadreddîn’den ilim öğrenerek kısa zamanda zahirî ilimlerde büyük bir mertebe elde etti. Bir keresinde tefsir dersinde,
“Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin! Şüphesiz ki O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf; 55) âyet-i kerîmesini okurken hocasına şöyle dedi:
“Bu gizli zikrin mahiyeti nedir ve yolu nasıldır? Çünkü zikreden kimse aşikâr zikir yaptığında veya zikrederken uzuvları hareket etse diğer insanlar buna muttali olur. Kezâ, kalbiyle zikredecek olsa şeytan buna muttali olacaktır. Nitekim Resulüllah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kuşkusuz şeytan, insanoğlunun içinde kan(ın damarda aktığı) gibi akıp durur.” (Buhârî, Ahkâm 21)
Böyle bir soru sorması üzerine Hocası Sadreddîn Efendi, şu cevâbı verdi:
“–Evlâdım, bu, ledünnî ilme âit bir meseledir. Cenâb-ı Hak dilerse ehlullah’tan bir zâtı karşına çıkarır ve sana bu hususu tâlim eder.”
Hâce Abdulhâlik Gucdüvânî hazretleri manevi arayışına devam ederken bir gün Hızır aleyhisselâm gelerek ona:
“Sen benim manevi evladımsın!” dedi ve “zikri hafi”yi telkin etti. Ona gizli zikri öğreten Hızır aleyhisselâm suya girmesini ve kalbiyle:
“Lâ İlâhe İllâllâh, Muhammedün Resûlüllah”
Allah’tan başka ilâh yoktur; Muhammed sallallahu aleyhi vesellem O’nun elçisidir; zikrini tekrarlamasını söyledi.
Böylece ona hafî zikrin usûlünü öğreten Hızır aleyhisselam ayrıca bu zikir esnâsında sayıya riâyet etmesi gerektiğini söyleyerek, vukuf-i adedî kâidesini de tâlim etmiş oldu. O da bu emre imtisal etti ve buna uzun süre devam etti.
Hâce Yusuf Hemedânî kuddise sirruh hazretleri o zamanlar irşad için diyar diyar dolaşıyordu. Bu sırada Buhara’ya geldi. Bunu duyan Abdulhâlik Gucdüvânî kuddise sirruhû hemen sohbetine koştu. Bazı rivayetlere göre onu Hızır aleyhisselam Yusuf Hemedânî hazretlerine emanet etti.
Abdulhâlik Gucdüvânî kuddise sirruh hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Yirmi yaşındayken Hızır aleyhisselâm beni Maveraünnehir’de bulunan Hâce Yûsuf Hemedânî kuddise sirruh hazretlerine gönderdi. Ondan tam bir şekilde istifade ettim.”
Bundan böyle Yusuf Hemedânî kuddise sirruh hazretlerinin sohbetinden istifade ederek yetişen Hâce Abdülhâlık Hazretleri, evliyanın ve ulemanın büyüklerinden biri oldu. Manevî emaneti, şeyhi Yusuf Hemedânî kuddise sirruh hazretlerinden alarak Hâce Arif Rîvgerî kuddise sirruh hazretlerine ulaştırdı.
Hâce Yusuf Hemedânî hazretleri Buhara veya Semerkand’dan ayrılıncaya kadar onun yanında kalan Gucdüvânî hazretleri daha sonra memleketine döndü. Burada bir müddet inzivaya çekilip riyâzet ve mücâhede ile meşgul oldu.
Hâce Hemedânî’nin ardında bıraktığı halifelerin üçüncüsü olan Ahmed Yesevî hazretleri Türkistan’da İslâmiyet’i yaymak için Buhara’dan ayrıldığı zaman Gucdüvânî hazretleri inzivâsından çıkarak Buhara ve civarındaki dervişlerin başına geçti. İrşadı o kadar tesirliydi ki uzak yerlerden onu ziyaret etmeye ve istifade etmeye gelenler oluyordu. Öyle ki Şam’da onun adına bir hankah kuruldu. Onu ziyarete gelenler arasında âlimler ve ilim talebeleri de vardı. Hayatının bu son dönemini Gucdüvân’daki hankahta geçiren Hace hazretlerini Buhara’da ikamet eden müridlerinin her cuma gecesi onu ziyarete geldikleri kaydedilmiştir.
Abdurrahmân Câmî Hazretleri Hace hazretleri hakkında şöyle buyurur:
“Gucdüvânî Hazretlerinin davranış tarzı, bütün tarîkatlerce îtibâr edilen bir örnektir. Zira devamlı olarak sıdk, safâ, Kur’ân ve Sünnet’e bağlılık; bid’atlerden kaçınma, hevâ ve hevese muhâlefet hususlarında gayret etmişler ve nâil oldukları hâl ve makamları hep başkalarından gizlemişlerdir.”

HİKMETLİ SÖZLERİ
“Gâfil insanlarla sohbet etmekten, aslandan kaçar gibi kaç!”
***
“Bil ki, yolun başı tevbedir. Tevbenin mânâsı, Allâh’ın râzı olmayacağı her türlü söz ve fiilden el çekmektir.”
***
Hâce Hazretleri, namazda huşû ile alâkalı bir suâle şöyle cevap vermiştir:
“(Kâmil mânâda) namaz kılan kişiyi öyle bir havf ve haşyet bürür ki, kendisine ok atsalar bile bir söz söylemez.”
***
“Dâimâ dînin emir ve yasaklarına uymak, ayağı şerîat ve istikâmet seccâdesine koymak, azîmet ve sünnet ile amel etmek, nefse uymaktan ve bid’atlerden kaçınmak gerekir. Rasûlullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz’in sözlerini rehber edinmek, hadis ve sahâbe sözlerini öğrenmek gerekir.”
***
Nefahâtü’l-Üns’te anlatıldığına göre bir gün dervişin birisi Hâce hazretlerinin huzurundayken şöyle dedi:
“Şayet Allah-u Teâlâ bana cennet ve cehennemi tercih noktasında bir hak tanısa ben cehennemi tercih ederim. Çünkü ben ömrüm boyunca nefsin istekleri doğrultusunda amel etmedim. Bu halde cennet nefsin muradı, cehennem ise Hakk’ın muradı olur.”
Hâce hazretleri onun bu sözünü kabul etmedi ve şöyle buyurdu:
“Kulun tercihle ne işi vardır? Nereye gitmemizi emrederlerse oraya gideriz; nerede durmamızı isterlerse orada dururuz. Gerçek kulluk budur, yoksa senin dediğin gibi değildir.” Derviş bundan sonra şöyle sordu:
“Tarikat sâliklerine şeytanın eli erişir mi?” Hâce hazretleri bu soruyu da şöyle cevapladı:
“Fenâ makamına erişmiş olmayan, gazap hali kalkmayan bir sâliğe tabi ki şeytanın eli erişir. Ama bir sâlik ki fenâ sırrına kavuşmuştur, onda öfke olmaz, gayret olur. Şeytan da gayretin olduğu yerde bulunmaz. Bu şekildeki bir sıfat, yüzünü Hak yoluna çevirmiş olan, sağ eline Kur’ân’ı, sol eline de sünneti alarak sülûk eyleyen kimselere verilir.”
Ziyaretçilerinden biri Hâce hazretlerine:
“–Efendim, îmânımızı kurtarabilmemiz için duâ ediniz! Bu vesîleyle inşâallah canımızı şeytanın tuzaklarından kurtarıp selâmete erelim!” demişti. Hâce şu cevâbı verdi:
“–Bunun çâresi şudur: Kişi farzları yerine getirdikten sonra duâ ederse duâsı makbûl olur. Sen amel-i sâlih işlemeye bak, farzlardan sonra bizi hayır duâ ile yâd et! Biz de seni yâd edelim. Umulur ki Cenâb-ı Hak duâlarımızı kabûl eder.”
***
Evlatlarına tenbih ettiği şeylerden biri de şuydu:
“Her zaman abdestli olmak, bu yolun zarurî edeplerindendir. Abdest aldıktan sonra, kerahat vakti değilse, iki rekât ‘Şükr-i vudû: Abdest için şükür’ namazı kılmak da diğer bir edeptir.”

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ