ALLAH DOSTLARI / Muhammed b. Ahmed Rûzbârî -KS-

  • 31 Mayıs 2024
  • 240 kez görüntülendi.
ALLAH DOSTLARI / Muhammed b. Ahmed Rûzbârî -KS-
REKLAM ALANI

ALLAH DOSTLARI
Muhammed b. Ahmed Rûzbârî -KS-
Yusuf Şahin

Muhammed b. Ahmed Rûzbârî rahmetullahi aleyh Bağdat yakınlarındaki Rûzbâr’da doğdu. Bağdat’ın ileri gelen ailelerinden birine mensup olduğu anlaşılan Rûzbârî’nin İran şahlarının soyundan geldiği, babasının emîr veya vezir olduğu rivayet edilir. Tasavvuf tarihinde önemli bir yeri olan Rûzbârî rahmetullahi aleyh, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin mektebinin önde gelen temsilcilerinden sayılmıştır. Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanı sıra Ebu’l-Hüseyin en-Nûrî, İbnü’l-Cellâ, Ebû Muhammed el-Cerîrî ve Ebü’l-Hasan Bünnân gibi sûfîlerin sohbetinde bulunmuştur.
Onun tasavvuf yoluna girmesi şöyle anlatılır:
Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sırruh Bağdad’ta Ulu camide vaaz ederken Ruzbârî de orada bulunuyordu. Sohbet sırasında Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sırruh sık sık: “Dinle!” diyordu. Ruzbârî bu ikazın kendisine olduğunu zannederek dikkatle kulak verdi. Sohbet ona çok tesir etmişti ve gönlünde bir heybet meydana gelmişti. O günden itibaren dünyadan yüz çevirip tasavvuf yoluna girdi.
Rûzbârî rahmetullahi aleyh devrinin ilimlerini öğrenmişti. Bilhassa hadis ilminde iyi yetişmişti. Sülemî onun hadis hâfızı olduğunu belirtir. Tasavvuf kaynaklarında; “Tasavvuftaki şeyhim Cüneyd, fıkıhtaki hocam Ebü’l-Abbas b. Şüreyh (Süreyc), dil ve gramerdeki hocam Sa‘leb, hadisteki üstadım İbrâhim el-Harbî’dir” dediği kaydedilmiştir.
Rûzbârî hazretleri, haram yemenin, harama bakmanın ve gıybet etmenin, kötü arkadaşlar edinmenin ve nefsin arzularına kulak vermenin insanı felâkete götüreceğini söylemiştir. Bir günah işledikten sonra ihsana kavuşmayı işlediği günaha müsâmaha edildiği şekilde yorumlamayı aldanış olarak görmüştür.
Rûzbârî’yi fütüvvet ehlinin temsilcilerinden kabul eden Ferîdüddin Attâr onu zühd ve tasavvufun önderi, hali yüce ve ferâseti isabetli bir sûfî şeklinde tanıtmıştır. Hücvîrî ve Kuşeyrî de kendisini parlak ifadelerle övmüştür.
Şeriatla hakikatin birbirinden ayrılamayacağını söyleyen Rûzbârî, tasavvuf yolunda yürümeyi sırat üzerinde yürümeye benzeterek bu yolda yapılan hataların kişiyi cehenneme sürükleyeceğini söylemiştir.
Rûzbârî rahmetullahi aleyh tasavvufu şöyle tarif ederdi:
“Uzaklığın acısını tattıktan sonra yakınlaşmanın lezzetine ermek ve safiyet bulmak.” Bir başka tarifte ise şöyle diyordu:
“Sâlikin bulanıklıktan sonra duruluğa ulaşması.”
Tasavvuf yolunun başının rıza, sonunun muhabbet olduğunu söyleyen Rûzbârî hazretleri muhabbeti ise: “kovsa dahi sevgilinin kapısı önünde diz çökmek ve oradan ayrılmamak” şeklinde tarif etmiştir.
Rûzbârî hazretleri dilenciliği de hoş görmezdi. “Bir sûfî beş gün açlığa tahammül edemez ve açım derse onu hemen çarşıya götürün ve maişetini çalışarak kazanmasını emredin” diyerek nefsânî arzuları terk amacıyla mücâhede ve riyâzet yoluna giren sûfîlerin başkalarından hiçbir şey beklememeleri gerektiğine dikkat çekmiştir.
Sûfî yamalı ve eski elbise giyen, hevâ ve hevesine uymayan, dünyaya değer vermeyen ve Hz. Peygamber’in yolunu tutan kişidir. Kişinin faydasız şeylerle uğraşması Allah’ın ondan yüz çevirmiş olmasının alâmetidir.
Rûzbârî hazretleri mürid, murad ve muhib arasındaki farka şöyle işaret etmiştir: “Mürid, Hakk’ın kendisi için irade etmiş olduğu şeyden başkasını nefsi için irade etmeyen, murad ise iki cihanda O’ndan başka bir şeyi irade etmeyen kişidir. Hakk’ın iradesine razı olanın kendi iradesini terketmesi lâzımdır. Muhib ve âşığın iradesi olmadığından muradı da yoktur.”
Bağdat’tan ayrılarak Mısır’a yerleşen Rûzbârî burada vefat etti ve Karâfe Mezarlığı’nda Zünnûn el-Mısrî’nin yakınlarına defnedildi.
Vesveseden Kurtuluş Yolu
Rûzbârî hazretleri gençliğinde bir ara taharet ve abdest konusunda vesvese hastalığına tutuldu. Hatta bir gün abdest almak için tam on bir kerre deniz sahiline indi çıktı, içindeki “olmadı” vesvesesi bir türlü dinmiyordu. Nihayet güneş batmak üzereydi ki gönlü iyice daralmıştı. Allah’a el açıp bu halinden kurtulmak için yardımını taleb etti. Şöyle bir ses duydu:
“Kurtuluş ilimde ve şer’î ölçülere uymadadır. İlmin öğrettiği şer’î ölçülere uy ve kurtul!”
O da öyle yaptı ve vesvese belâsından kurtuldu.
Kerametleri Gizlemek Lazımdır
Rûzbârî hazretleri de birçok tasavvuf büyüğü gibi, mâneviyât yolunda selametle ilerlemek için halini gizli tutmanın önemli olduğunu söylerdi. Bilhassa kerametleri ve manevi halleri açığa vurmanın tehlikelerine işaret ederek bunları gizlemenin gerekliğini şöyle ifade ederdi:
“Allah, peygamberine mucize ve burhanları açıklamayı farz kıldığı gibi, veliler üzerine de ahvâl ve makamlarını, kerem ve kerâmetlerini gizlemeyi emretmiştir ki yabancıların ve ağyârın gözü değmesin, kimse bilmesin.”

GÜZEL SÖZLERİ
“İnsanın alıp verdiği nefesler şu dört hâlden biriyledir; Ya şükrü gerektiren nimet veya şükrü icâb ettiren minnet veyahut sabrı gerektiren mihnet, yahut da afvı gerektiren hatâ ve günah.”
***
“En yararlı yakîn (şüphesiz iman), insanın gözünde Hakk’a tâzimi artıran, Hakk’ın dışındakilerin nezdindeki değerini küçülten ve gönülde havf ve recâyı sâbitleştiren yakîn duygusudur.”
***
“Afet sebebi olan üç hastalık şunlardır: Tabîat, âdet ve bozuk sohbet. Tabîat hastalığı haram yemektir. Âdet hastalığı harama bakmak ve gıybet dinlemektir. Bozuk sohbet veya sohbetteki fesâd nefsde zuhûr edene uymaktır.”
***
Havf ve recâ hakkındaki sözleri de tasavvuf tarihinde meşhur olmuştur. Şöyle derdi:
“Havf ve recâ (yani Allah korkusu ve Allah’ın rahmetinden ümitli olmak), kuşun iki kanadı gibidir. Nasıl tek kanatla kuş uçamazsa havf ve recâdan birinin eksikliği diğerine de engeldir. Her ikisinin de bulunmaması kişiyi şirk sınırına götürür. Gerçek havf, sâdece Allah’dan korkup başkasından korkmamaktır. Sevgi ise kendini tümüyle sevgiliye verip kendinden bir şey kalmamasıdır.”
***
Bir gün kendisine hasedden sordular. Dedi ki:
“Ben o makamda bulunmuş değilim. Ancak şu kadarını söyleyeyim hasedci münkirdir. Çünkü Allah’ın taksimine razı olmamaktadır.”
***
Rûzbârî tevhid bahsinde derin sırlara işaret etmiştir. Tevhidi şöyle tarif etmiştir:
“Teşbih, red ve ta‘tîli terkettiğini ispat eden kalbin istikamet üzere bulunması ve muhayyile ne şekilde tasavvur ederse etsin Allah’ın söz konusu tasavvurdan berî olduğunu bilmesidir.”
***
“Her şeyin bir vâizi vardır, kalbin vâizi de hayâdır. Hak’tan hayâ etmek müminin hazinesidir. Allah Rasûlü aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki: “Müftüler fetva verse de sen kalbine danış!” (Dârimî, Büyü, 2) “Hayan yoksa istediğini yap!” (Buhârî, 54; Edeb, 78)
***
Tasavvuf yolcusunun bu yolda duygu, düşünce ve amel bakımından dağınıklıktan kurtulup bütün gayretini bir noktaya toplamasının önemine dikkat çekerdi. Şöyle derdi:
“Kendi arzusunu, gafillerle olan ahbaplığını bırakıp Hak’ta fâni olmayan; Hak sevdasına tutulup darmadağınık olan her şeyi bir noktaya toplayamayan yolda kalmıştır.”
***
Tasavvuf yolundaki salikin sohbet ettiği kişilere dikkat etmesi gerektiğini bildirirdi.
“Sohbete ehliyetsiz olan gafil ve cahillerle birlikte bulunmak daracık bir zindanda olmak gibidir.” derdi.
***
“Dünyayı elde etme sırasında nefs diğer nefislerin altında küçülür. Âhireti elde etmede ise yücelik vardır. Şaşarım o kimselere ki fânîyi arzulayıp zilleti ebedî izzete tercih etmişlerdir.”
***
“Sabretmeyen rızâ mertebesine eremez. Şükretmeyen de kemâle erişemez. Arifler ilâhî sevgiye Allah’ın lütfü sayesinde vardılar ve bu nimete şükrettiler.”
***
Kendisinde manevî hâl olduğu zehâbına kapılanları şöyle uyarırdı:
“Kendisini bir defa bile mânevi bir hal üzre zan ve iddiâ eden bütün hakikatlerden uzak olur. Çünkü böyle bir hâl sâhibi bunu söylemeye gerek görmez. Hakikat onda tecellî eder, o da o hâl ile telezzüz eder ve bununla yetinir.”
***
Güzel sözlerinden biri de şuydu:
“Sözün işten çok olması eksiklik, işin sözden ziyadeliği ise meziyettir.”

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ