ALLAH DOSTLARI / Muhammed bin Fadl -ks-
ALLAH DOSTLARI
Muhammed bin Fadl -ks-
Yusuf Şahin
Tam adı Ebû Abdullah Muhammed bin Fadl bin Abbâs bin Hafs rahmetullahi aleyh Belh’de dünyaya gelmiştir. Belh’de kıymetini anlayamadıkları için buradan ayrılıp Semerkand’a yerleşmiştir. Vefatına kadar Semerkand’da kadılık yapmıştır.
Muhammed bin Fadl rahmetullahi aleyh Ahmed bin Hadraveyh hazretlerinin talebesiydi. Devrinin önde gelen alimlerinin sohbetinde bulunmuş, bilhassa fütüvvet yolunu benimsemiştir.
Fütüvvet Nedir?
Fütüvvet tasavvuf kaynaklarında çok erken dönemlerden beri kullanılan bir ifadedir. Manası, Türkçe’ye yiğitlik, kahramanlık, cömertlik, fedakârlık olarak çevrilebilir. Kelimenin kökeni, genç, yiğit manasına gelen fetâ sözcüğüdür. Kur’ân-ı Kerim’de bu kelime, putları kırdığı zaman Hz. İbrahim aleyhisselam hakkında ve putlara boyun eğmeyi reddedip mağaraya çekilen Ashab-ı Kehf hakkında kullanılır.
Tasavvuf ehli arasında bu kelimeyi ilk kullananın Ca‘fer es-Sâdık kuddise sırruh olduğu bilinir. “Bize göre fütüvvet ele geçen bir şeyi tercihen başkalarının istifadesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir” diyen Ca’fer-i Sâdık hazretleri daha çok fedakârlık ve cömertlik manasına işarette bulunmuştur. Fütüvveti dervişlik ahlakının bir özelliği olarak ilk kullanan sûfînin Fudayl b. İyâz rahmetullahi aleyh olduğu da söylenmiştir. Onun bu kelimeyi “dostların kusuruna bakmama” şeklinde tarif ettiği bildirilir.
Sehl b. Abdullah hazretleri; “Fütüvvet sünnete uymaktır” buyurarak fütüvvet ahlakının Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin sireti ve ahlakıyla ilgisine dikkat çekmiştir. Tasavvuf yazarlarından Sülemî de fütüvveti Ul’ul’Azm Peygamberlerin ahlak ve faziletleri ile açıklar:
“Fütüvvet Âdem aleyhisselam gibi tevbe etmek, Nûh aleyhisselam gibi iyiliği emretmek, İbrâhim aleyhisselam gibi vefalı olmak, İsmâil aleyhisselam gibi dürüst olmak, Mûsâ aleyhisselam gibi ihlâslı, Eyyûb aleyhisselam gibi sabırlı, Dâvûd aleyhisselam gibi cömert, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem gibi merhametli, Ebû Bekir radıyallahu anh gibi hamiyetli, Ömer radıyallahu anh gibi adaletli, Osman radıyallahu anh gibi hayâlı, Ali radıyallahu anh gibi bilgili olmaktır.”
Tasavvuf büyükleri temel ahlâkî değerleri ve en önemli faziletleri fütüvvet kelimesine yükleyerek onu tasavvufun temel kavramlarından biri haline getirmişlerdir.
Hâce Abdullah-ı Herevî fütüvveti başkalarının hatalarını görmezlikten gelmek, kötülük yapana gönül hoşluğu ile iyilik etmek ve Allah’tan başkasına iltifat etmemek şeklinde üç kısma ayırmıştır.
Fütüvvet nefsinin arzularına karşı çıkmayı da anlatır. Hz. İbrahim aleyhisselamın putları kırması gibi, “Fetâ nefis putunu kıran kişidir,” denilmiştir. Fetâ iradesine hâkimdir; “Rabbi için nefsinin hasmıdır.”
Bazı tasavvuf büyüklerine göre sufinin olduğu gibi görünüp göründüğü gibi olması fütüvvet, göründüğünden daha iyi olması melâmettir.
Fütüvvet teşkilatı Anadolu’da Ahilik teşkilatının da ilk örneğiydi. Fütüvvet ehlinin teşkilâtlı dönemde şed (kemer) kuşanmaları, şalvar giymeleri, her sanatın bir pîri olduğuna inanmaları, aralarında örgütlenip disiplin içinde mesleklerini icra etmeleri, birbirlerini kardeş bilerek iki fetâ arasında özel bir kardeşlik kurmaları, “Ali’den başka fetâ, zülfikardan başka kılıç yoktur” deyip Hz. Ali’yi pîr ve baş fetâ tanımaları, son zamanlarda sûfîlikten farklı bir hüviyet göstermelerine sebep olmuştur.
Sonraları bu teşkilatlarda yozlaşmalar olmuştur. Fütüvvet ehli bazı zümrelerin halktan bir çeşit haraç toplamaları, fütüvvet üzerine and içmeleri, bazılarının bekâr yaşamaları, çok sabırlı olduklarını göstermek için kendilerini büyük acılara mâruz bırakmaları, İbnü’l-Cevzî ve Takıyyüddin İbn Teymiyye gibi Selefî âlimleri tarafından tenkit edilmelerine sebep olmuştur.
İnsan Sarrafı
Muhammed b. Fazl el-Belhî rahmetullahi aleyh de Semerkand’ın fütüvvet ehli sufilerinin önde gelenlerindendi. Ebû Osman el-Hiri hazretleri, Muhammed bin Fadl rahmetullahi aleyh için şöyle demiştir:
“Şayet kendimde biraz kuvvet bulsam, kardeşim Muhammed bin Fadl’a giderim. Çünkü onu görmekle kalbim ferah buluyor.”
Tasavvuf büyüklerinin “İnsan sarrafı” unvanı verdiği Muhammed bin Fadl hazretleri hakkında ayrıca şöyle dediği bildirilmiştir:
“Muhammed bin Fadl, insanların iyisini kötüsünden seçip ayırandır.”
Muhammed bin Fadl hazretleri ilim ve hikmet ehli bir zat olarak tanındı. Semerkant’a yerleşen ve burada kadılık yapan Muhammed bin Fadl hazretlerinin dinî ilimlerde ileri bir seviyede olduğu anlaşılmaktadır. Hacca gitmek için yola çıktığında Nîşâbur’a uğradığı zaman burada kendisine vaaz teklif edilmesine bakılırsa çeşitli yerlerde ilmiyle hürmet gördüğü anlaşılmaktadır.
Ferîdüddin Attâr Tezkiretü’l-evliya adlı eserinde Muhammed b. Fazl’ın fütüvvet konusunda eşsiz sayıldığını söyler. Muhammed b. Fazl rahmetullahi aleyh fütüvvetin bâtınen Allah’la olmak, zâhiren bütün yaratılmışlarla iyi geçinmek ve onlara iyi davranmak olduğunu belirtmiştir.
Fütüvvet ehlinin çok değer verdiği ahlâk ilkelerinden îsâr üzerinde önemle dururdu. Muhammed b. Fazl rahmetullahi aleyh;
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından endişe ettiğiniz ticaretiniz ve hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah buyruğunu (kıyameti) gerçekleştirinceye kadar bekleyin. Allah günaha saplanmış kimseleri hidayete erdirmez.” (Tevbe; 24) ayetine dayanarak muhabbeti “îsâr” yani “Allah’ı her şeye tercih etmek” şeklinde tanımlamıştı.
Muhammed b. Fazl, fütüvvet ehlinin Allah’ı gönülden ve neşve içinde devamlı zikrettiğini ve bundan büyük bir haz aldığını, Hak yolundaki engelleri kaldırdığını, Hakk’ı mâsivâya tercih ettiğini söylemiştir. Fütüvvet ehlini zâhidlerle karşılaştırarak zâhidlerin ihtiyaç duymadıkları şeylerde, fütüvvet ehlinin ise ihtiyaç duyduğu şeylerde cömertlik yaptığını belirtmiştir.
Muhammed b. Fazl istikamete de büyük önem verir. Ona göre istikamet iyi kişide bulunursa o kişi daha iyi olur; kötü kişide bulunmazsa o kişi daha da kötü olur.
Kısa Ama Tesirli Vaaz
Muhammed bin Fadl rahmetullahi aleyh hacca gitmek için yolculuğa çıktığı zaman Nişâbûr’da konaklamıştı. Orada sevenleri vaaz ve sohbetinden istifade etmek istediklerini dile getirdiler.
Muhammed bin Fadl hazretleri vaaz kürsisine çıkarak sadece şunları söyledi:
“Allah-u Teâlâ büyüktür. Allah-u Teâlâ’nın zikri büyüktür. Rızâ, en büyük olan Allah-u Teâlâ’dandır.”
Bunları söyledikten sonra kürsîden indi.
Muhammed bin Fadl rahmetullahi aleyh, Kâbe’nin de kalbin de Allah’ın evi olduğunu söylerdi. İnsanların Kâbe’yi ziyaret maksadıyla dağları aşıp çölleri geçtikleri halde gönüllerindeki Mevlâ’ya ermek için nefis çölünü geçemediklerini dile getirirdi.
Hücvîrî rahmetullahi aleyh, Keşfü’l-mahcûb adlı eserinde onun bu sözlerini şöyle açıklamıştır:
“Kalb mârifet mahalli olarak Allah’ın evidir, Kâbe ise ibadet mahallidir. İnsanlar ibadet için Kâbe’ye yöneldikleri ve baktıkları halde hadiste belirtildiği gibi Allah-u Zülcelal kalbe bakmaktadır. (Müslim, “Birr”, 33)”
Muhammed bin Fadl’ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Her peygambere, peygamberliğini isbât ederek, kendi zamanına göre yepyeni ve kimsenin yapamayacağı (harikulade) birtakım mu’cizeler verilmiştir. Şüphesiz bana verilen en büyük mu’cize, Kur’ân-ı kerîm mu’cizesidir. Umarım, kıyâmet günü peygamberler arasından en çok ümmeti bulunan ben olacağım.” buyurdular.
ÖZLÜ SÖZLERİ
Muhammed b. Fazl rahmetullahi aleyh şöyle buyurdular:
“Allah hakkında en çok mârifet sahibi olan, O’nun emirlerini uygulamak için en çok gayret eden ve peygamberinin sünnetine en mükemmel şekilde tâbi olan kimsedir.”
***
Ebû Osman Hayra, Muhammed bin Fadl’a yazdığı bir mektûbta:
“Bedbahlığın alâmeti nedir?” diye sorduğunda, cevâb olarak şöyle yazdı:
“Bedbahlığın alâmeti üçtür: Bir kimseye ilim verilir ama amel etmek için yardım edilmez. Amel etmeye yardım edilir ama bu sefer de ihlâsdan mahrûm edilir. Üçüncüsü ise âlimler ile sohbet etmek nasîb olur, fakat onlara hürmet etmekten mahrûm edilir.”
***
Muhammed bin Fadl hazretleri buyurdu ki:
“İslâmiyet nûrlarının kalblerden ayrılıp, kalblerin kararmasına dört şey sebeb oldu: Bildikleri ile amel etmemek. Bilmeyerek yapmak. Bilmediklerini öğrenmemek. Başkalarının öğrenmelerine mâni olmak.”
***
“İnsanların en ârifi, Allah-u Teâlâ’nın emirlerini yerine getirme husûsunda gayret sarf eden ve Peygamber efendimizin sallallahu aleyhi vesellem sünnet-i seniyyesine tâbi olanlardır.”
***
“İlim üç kısımdır: İlm-i billah; Allah-u Teâlâ’yı kâmil sıfatlarıyla bilmektir. İlm-i minallah; zâhirî ve batınî bilgiler, haram ve helâl bilgileri, emir ve yasaklar ile alâkalı bilgilerdir. İlm-i meâllah; havf ve recâ ilmi, Allah-u Teâlâ’dan korkup bununla beraber O’ndan ümidi kesmeme, O’na sevgi ve muhabbet ilmidir.”
***
“İlim kaledir. Cehâlet meçhuldür. İyi arkadaş rızıkdır. Kötü arkadaş keder ve üzüntüdür. Akrabayı ziyâret etmek hasenedir. Sıla-i rahmi kesmek musîbettir. Sabır kuvvettir. Cür’et acizliktir. Doğruluk kuvvettir. Yalan zayıflıktır. Ma’rifet doğruluktur. Akıl tecrübedir.”
***
“Şükrün neticesi; Allah-u Teâlâ’yı sevmek ve O’ndan korkmaktır.”
***
“Dil ile zikretmek, günahlara keffârettir. Kalb ile zikr, Allah-u Teâlâ’ya yakınlık ve mertebenin yükselmesidir.”
***
“Er-Rahmân demek; Allah-u Teâlâ’nın, dünyâda iyi ve kötü herkese ihsân etmesi demektir.”
***
“İnsanların, nefsin istek ve arzularından uzaklaşmak için ıssız çöllere çekilmesi, ne kadar şaşılacak bir şeydir. Zira insanların arasına çıkmak, Peygamberlerin sünnetidir.”
***
“İlmin tadından zevk alan kişi, onsuz yapamaz. Devamlı ilimle meşgûl olur.”
***
“Zâhidlerin gözleri ağlar. Âriflerin ise kalbleri ağlar.”
***
“Bir müridi (talebeyi) dünya malı toplamaya istekli görürsen, bil ki, onun bu isteği aşağılık, Rabbine sırt çevirme ve baş aşağı dönme nişanıdır.”