Allah dostları ve Mürşid
İnsan dediğin bir zübdei âlem
fakat unutmuş yaratılış gayesini
Yaşamak nedir? Yaşamdan lezzet almak neyle mümkündür? Yaşadıklarımızla huzuru nasıl buluruz? Yaşadıklarımızdaki manayı nasıl buluruz?… Sorular, sorular…
Bu soruların cevabı nasıl verilebilir veya bu sorulara hangi sözlükte cevap bulunur da hangi filozofun cevabından tatmin olunur. Akıl tatmin olsa, gönül nasıl mutmain olur?
Üzerinde yaşadığımız dünya, gece ve gündüzün varlığı, mevsimlerin geliş gidişleriyle süslenen bütün cazibesi ve çekiciliğini bin bir türlü nefsani zevkler ve zahiri güzellikleriyle bezeyerek, kendisini beğendirmeye çalışarak, devam eden bir hayat. Sebepler zincirinin en ince dantel gibi tel tel birbirine eklendiği, büyük bir kainat.
Dünyanın üzerinde yaşayan insan; Kendisine ‘Küçük Kainat’ ismi verilen bir zübde-i alem. Kimsenin çözemediği, hatta kiminin muamma, kiminin meçhul dediği, iman cevherinin hamisi insan…
Doğumuyla başlayan dünya serüveninde insan, bezm-i elestte Allah-u Zülcelal’e verilen: “Evet Ya Rabbi! Sen bizim Rabbimizsin” sözünü unutarak, “Dünya sizin için oyun, eğlence, evlat ve mal biriktirme yarışından başka bir şey değildir.” (Hadid, 20) ayet-i celilesini idrak edememiştir.
Bu idrakten uzak olduğu için de dünyayı, daha yaşanılası ve zevk alınası, hoşnut kalınası kıvama getirmek ve dünya rahatını en yüksek noktalarda tutabilmek ve hatta dünyada en çok yer sahibi olabilmek için zaman zaman ölesiye çalışmış, zaman zaman öldüresiye kavga etmiş, mal biriktirmiş, para kazanmış, entrikalar çevirmiş… Asıl maksadı ve manayı unutan insan, kimi zaman Nemrud, kimi zaman Firavun, kimi zaman Karun, kimi zaman da Ebu Cehil olmuş.
Allah dostları
Asırlardır insan, nefsin ve şeytanın hilelerine kanarak, manayı ve maksudu bir tarafa bırakıp karanlık ve zulmetin içinde yoğrulurken, karanlıkların içinde yolları aydınlanan keşmekeşin içinde, gönülleri inci taneleri gibi tek tek parlayan, tefekkürün sığınağında hakikate ulaşan, ilahi huzurda sonsuz zevki bulan erler ortaya çıkmış, ‘bezm-i elest’e sırrına sadık kaldıklarını ispatlamışlardır. “Ben bir sır idim, bilinmeyi arzuladım” kelamının sırrını aramaya koyulmuş ve ezelden ebede sürecek manevi yolculuğun içine girmiştir nice erler….
Onlar kimi zaman Veysel Karani (ks), kimi zaman Ahmed er-Rufai (ks), kimi zaman Şah-ı Nakşibend (ks), kimi zaman Abdülkadir-i Geylani (ks), kimi zaman Seyda Muhammed Raşid (ks) ve daha binlerce isim olmuşlardır.
Onlar için dünya zindan, adlanılmaması gereken yalan ve en önemlisi de asıl maksuda giden yoldaki küçük bir durak olmuştur.
Yaradılış gayelerini hiç unutmamış Allah-u Zülcelal’in peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği emirlere kayıtsız şartsız uymuş, ‘sıdk’ makamında ‘vecd’ ederken huzuru, Allah’a (cc) kulluğun zirvesini arayan erler…
Onlar, Allah Dostları… Kaynağını ve ışığını, iki cihan efendisi Hz.Peygamber Efendimizden alan ve onun aşkıyla yanıp kavrulan Allah Dostları.
Çünkü Kaynak O! Işık O!…
Onlara bakınca aydınlanır
hem yüzünüz, hem ruhunuz…
Dünyada kimse onlar kadar zengin, onlar kadar bahtiyar olamaz. Çünkü onlar kulluğun doruğunda, Allah’a güvenmenin rahatlığında ve Sevgililer Sevgilisi’ne ümmet olmanın şuurundadırlar.
Onlara bakınca yüzünüz aydınlanır, idrakınız canlanır ve Allahu Zülcelâl hatırınıza gelir, kulluk şuuruna erersiniz. Onlara bakınca, insanlığınızı hatırlar ve onlara duyduğunuz sevgi ile tüm insanları sevmeyi öğrenirsiniz, dünyaya bakışınız değişir. Onların yanında üzülmez, kederlenmez mahzun olmazsınız. Çünkü bilirsiniz ki onlar, menfaatlerin rüyalarda bile öne çıktığı şu asırda, sizi düşünür ve size dua eder.
Onları ilk gördüğünüzde içinizde kopan fırtınaları, benliğinizde meydana gelen ihtilalleri anlayamaz, adını koyamazsınız. Fakat içinizi saran huzurun gönlünüze akan ılgıt ılgıt nur damlalarının serinliğinde, hayatınızda başlayan nev-baharın kucağına bırakırsınız kendinizi.
Cehennemî bir adavetin yaşandığı dünyada, onların bakışlarındaki serinlikte ilahi aşkı tadarsınız. Çünkü onlar, ilahi aşkın doruğundaki Allah Dostlarıdır.
Huzurlarına vardığınızda, onları dünyadan uzaklaşmış, manevi alemde seyrüsefer ederken ve ilahi huzurun içinde bulursunuz.
Onların kapısı her zaman ve herkese açıktır. Onlara gelenler, kapılarından içeri girenler, yıkanır, arınır, durulur ve güzel bir insan olur. Çünkü onlar, “Yarattıklarımızdan öyle erler de vardır ki, onlar hak ile hüküm verirler ve hakka iletirler” (A’raf, 181) ayet-i celilesinin tezahürüdür.
Onlar Allah’a inanır, Kur’an’a inanır, emirlerini tutar, nehiylerinden kaçarlar. Hakkın rızasını halkın rızasından önde tutarlar. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme mutabaat ederler.
‘Yaşamak nedir?’ diye
sorsanız mesela…
İnsanlara Allah Rızası için hizmet ederken, kendilerini değil, her zaman karşılarındakini tercih ederler. Kendileri için değil, hep diğer insanlar için isterler.
Onlar için başta yazdığımız soruların tek cevabı vardır.
– Yaşamak nedir? Diye sorsanız:
– Allah’a kul olmak, derler.
– Yaşamdan lezzet almak neyle mümkündür?
– Allah’a kul olmakla.
– Yaşadıklarımızla nasıl huzur buluruz?
– Allah’a kul olmakla.
– Yaşadıklarımızdaki manayı nasıl buluruz?
– Allah’a kul olmakla…
Onlar… Allah Dostları. Zühd, vera, teslimiyet örnekleri…
İnsan huzuru arar,
saadetin peşinde koşar…
İnsan, yaşamı boyunca sürekli araştırma ve edindiği sonuçlarla da kendisini geliştirme çabasına girer. Zahir konularda kendisini ileri noktalara taşımaya çalışan insan, manevi noktada nakıslaşma sürecine girdiğinde, huzuru, ruhsal afiyeti kaybetmeye başlar. Dış alemine önem verdiği kadar, iç alemine özen göstermeyen insan, içine düştüğü tezatlara çare bulamaz ve hislerini yitirir.
Bunun için paranın, kuvvetin halledemediği birçok meseleyi, bir damla gözyaşının ve bir yudum saf sevginin halledebileceğinin idrakine varmalı ve öze dönmeye çalışmalıdır. Zira Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle dua ederdi: “Yarabbi! Bana ağlayan iki tane göz nasip et ki o gözyaşları ile kalp şifa bulsun.”
İman ehli insan, bu dünyanın aldatıcı rayihasından uzaklaşmış, yaradılış gayelerini hiç unutmamış Allah-u Zülcelal’in peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği emirlere kayıtsız şartsız uymuş ‘sıdk’ makamında ‘vecd’ eden… Huzuru, Allahu Zülcelal’e kulluğun zirvesini bulan, kendinde tükenip kendinde kaybolacağı birini bulursa, dünya hayatının gerçek tadını alır ve manayı anlayabilir ve özüne dönebilir. Aksi taktirde, içi kurtlu elma şekeri gibi tatlı görünen dünyanın karmaşasında kaybolur gider.
Bir mürşide intisab
ettiyse insan….
Kendisine bir mürşid bulan ve tasavvuf kapısına adım atan kişi; dünyevi yorgunluklarını bir tarafa bırakıp ruhunu gönül aleminde dinlendirir. Çünkü gönül, nazargâhı ilahidir. Gönüllerde gizlenmiş olan alem, ruhun yaşamak istediği manevi alemdir. Unutmayalım ki; ruh, ancak gönüldeki sevgiliye kavuşunca olgunlaşıp kemale erer.
Mürşide intisab eden kişi, bakışlarını ruhuna yönlendirerek, yaşam tarzını monotonluktan kurtarır. Mürşide intisab eden kişi kendini, nefsini ve arzularını manevi kemendle boğamasa da en azından bu duyguya sahip olur ve bu eyleme talip olur.
Sonrasında da, şiddetli dalga ve fırtınalarla çalkalanan şu dünyada, manevi halinden ve ahiret hayatından emin olabilmenin yollarını düşleyerek, güçsüz ve aciz çocuğun babasının kurtarıcı ve emin ellerinde sükunet bulduğu gibi Mürşidin elinde sakin ama emin bir yola, hicret yolculuğunda Hz. Ebubekir (ra)’ın duygularını anlamaya, idrak etmeye ve zulmetten nura doğru hicret eder.
Tarifi imkansız bu duygular içinde insan, avucumuzun içindeki sabun köpüğünün diğer elimizin dokunmasıyla patlayıp kaybolması misali, dünyanın aldatıcı rayihasına duyduğu sahte sevgilerden bir anda kurtularak, kendisini ebedül ebed hayatta, sonsuz huzura ulaştıracak olan ilahi sevgiyi bulur. Bu hal üzerine öylesine dolar ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bahçesine girer. Bunun sonucunda irfan ehli olur. Çünkü girdiği yol, yani tasavvuf, irfan mektebidir. Mürşid irfan mektebinin mürebbisidir. Bu mektebe sabırla devam eden, sevgiyi öğrenir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de bir hadis-i şeriflerinde: “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurmuştur.
Hadis-i kudside ise: “Allah-u Zülcelal buyuruyor ki: ‘Benim için birbirini ziyaret edenlere, Benim için birbirini sevenlere, Benim için birbirine yardım edenlere, Benim muhabbetim hak olmuştur.”
Sevgiyi ve ışığı bulan insan, artık daha emin ve kararlı adımlarla ‘bezm-i elest’te vermiş olduğu söze sadık kalmaya başlar. Düşünelim; karanlık bir gecede, birkaç metrelik mesafeyi ışık yakmadan gidemeyen insan, baştan başa karanlık olan iç alemini aydınlatacak bir ışık, bir güneş bulmak zorunda değil midir?…