ALLAH RESULÜNE UYAN KURTULUR!
Allah’a kulluk yapmak için varız!
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Peygamberlerin vazifesi, ancak açık-seçik bir tebliğden, ibarettir.” (Nahl; 35)
Ayet-i kerimede de belirtildiği gibi, peygamberlerin vazifesi, insanların kurtuluşu için, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini tebliğ etmektir. İnsanların vazifesi de Peygamberlerin bildirdiği emirleri yerine getirmek, yasakladığı şeylerden de kaçınmaktır.
Ehl-i Sünnet itikadına göre, (dil ile ikrarla beraber) kalbin bilmesi ve tasdik etmesi iman için yeterlidir. Amel imanın bir kısmı değildir. Bunun için amel ve ibadette tembellik yapıp, ibadet etmemek bir mü’mini dinden çıkarmaz. Fakat imanın kemaline ermek, olgun bir hale getirmek ve bunu bu şekilde yapmakla Allah-u Zülcelal’in vaad ettiği yüksek nimetlere kavuşmaları, gerçek marifetullaha ulaşabilmeleri için amel ve ibadet şarttır. Nitekim Allah-u Zülcelâl, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat; 56)
Demek ki insan Allah’a iman etmek, Allah’ın emir ve nehiylerini yerine getirmeye çalışmak zorundadır. Çünkü bunun için yaratılmıştır. Mesela Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, “Namaz dinin direğidir.” (Taberani) buyurmuştur. Nasıl bir bina direği, temeli olmadığı zaman sağlam olmaz çökerse, bir mü’minin de namazı olmadığı zaman dini çöker. Bina temeli olmadan havada durmaz. Namaz da imanın muhafazası sadedinde bir direk vazifesi görüyor, kuvvetlendiriyor gibidir.
İşte insan, sadece iman edip amelden uzak kalır, Allah’ın itaatinde ve ibadetinde bulunmazsa bu hali, o insanın son nefesinde imansız olarak gitmesine sebep olabilir. O’nun için daha elimizde fırsat varken değerlendirelim. Allahu Zülcelal’in verdiği ömrü yine Allahu Zülcelâl’in rızasını kazanmak için harcayalım…
Allah Resulüne uyan kurtulur!
Allah-u Zülcelâl, başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Resulüm size neyi verdiyse (ve emrettiyse) onu alın yapın, neden nehyetti ise ondan da sakının.” (Haşr; 7) Diğer bir ayet-i kerimede ise şöyle buyurmuştur: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân; 31)
Allah-u Zülcelâl kullarına Peygamber gönderip, cennete ulaştıracak yolları onlara göstermekle çok büyük bir rahmet ve keremde bulunmuştur. Peygamberimizin gösterdiği yol, bizi selamete kavuşturacak yegâne yoldur. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki; “Hiç şüphesiz Allah, içlerinden kendilerine ayetlerini okuyan, onları (inkar ve isyan kirlerinden) temizleyen, onlara Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle ne büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Al-i İmrân; 164)
Peygamberimizi sevmek, Allah’ı sevmek ve ona güzel kulluk yaparak rızasını kazanmak için en kuvvetli vesiledir. Peygamberimizin ashabı, Allah-u Zülcelâl’in katında kıymetli bir kul olmak için Peygamber efendimizi çok sevmeleri, taviz vermeden Allah Rasulünün uğruna fedakârlık yapmaları gerektiğini bilirler, Hazreti Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi kendi öz nefslerinden çok severlerdi. Sahabe-i kiramın faziletleri hakkında yazılan kitaplarda da görüyoruz ki onlar Peygamberimizi ne kadar çok sevmişler ve onun mutabaatında bulunarak sünnetine ne kadar uymuşlarsa o kadar yükselmişler ve derece katetmişlerdir.
Düşünelim; “Ben Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin ümmetindenim” deyip de denizden bir damla kadar da olsa ona mutabaat yapmamak nasıl yanlış bir şeydir.
Tabii’nin âlimlerinden Said İbni’l-Museyyeb radıyallahu anhın yanında bir kişi kerahet vaktinde nafile namaz kılmaya kalkışmıştı. “Bu vakitte namaz kılmak mekruhtur” diye kendisini ikaz edenler olunca, “Allah’ın bana, namaz kıldığım için azab edeceğini mi söylüyorsun?” dedi. Said İbni’l-Museyyeb rahmetullahi aleyh, “Allah sana namaz kıldığın için değil, sünnete uymadığın için azab eder!”(Dârimî, Mukaddime, 39) buyurdu.
Peygamber Efendimize tabi olanların mükafatı çok büyüktür. Allah-u Zülcelâl buyuruyor; “Kim, Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın, kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, salihlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır!” (Nisa; 69)
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin sünneti, dosdoğru cennete giden, sapmaz bir yoldur. Hidayet ancak onun davet ettiği kulluk yoluna uyanlara nasip olur. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki, “Sen sırat-ı mustakim’e çağırıyorsun.”(Şura; 52)
İşte imanda, amelde, ahlakta Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme uymadıkça kurtuluşa ermek saadeti ele geçmez.
Üsvei Hasenedir Nebi
sallallahu aleyhi vesellem…
Allah- Zülcelal, bir ayet-i kerimede Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hakkında şöyle buyurmuştur: “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab; 21)
Başka bir ayet-i kerimede de “Hakikaten sen büyük bir ahlak üzeresin.” (Kalem; 4) buyurarak, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ahlakını övmüştür.
Enes radıyallahu anh demiştir ki: “Resulullah, ahlak olarak insanların en güzeliydi. Onun on yıl hizmetinde bulundum. Bana bir defa bile öf demedi. Yaptığım bir iş için ‘Neden böyle yaptın?’ yapmadığım bir işten dolayı da ‘Şöyle yapsaydın ne olurdu.’ dememiştir.” (Buhari;Tirmizi)
İnsanlar için güzel ahlak hususunda en büyük rehber, Peygamber Efendimiz sallallahu Aleyhi ve sellemin ahlakıdır. O, çok azim bir ahlak sahibi idi. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem kızdığı zaman, Allah için kızar, kendi nefsi için asla kızmazdı.
Fakirlerle oturur, yoksullarla beraber yemek yerdi. Akrabaları ile ilgisini hiç kesmezdi. Yoksulları horlamaz, zenginlere zenginliklerinden dolayı saygı göstermez, herkese eşit olarak davranırdı. Bulunduğu her yerde daima Allah-u Zülcelal’den bahsederdi. Yanına gelen herkese ikramda bulunurdu. Bir şey içerken üç yudumda içerdi.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, elbisesini giyerken sağdan başlar, çıkarırken de soldan başlardı.
Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, kendisine zarar vereni bağışlama hususunda insanların en önde olanıydı. Mazeret beyan edenlerin mazeretlerini kabul ederdi. İnsanların en cömertiydi. Kendisinden bir şey istenildiği zaman asla yok demezdi.
Her kim, denizden bir damla da olsa ahlakında Allah Rasulü sallallahu aleyhi veselleme mutabaat eder sünnetine uyarsa, kendisini düzlüğe çıkarmış olur. Çünkü onun ahlakı, geceleyin ayın etrafı aydınlatması gibi, insanın önünü aydınlatır. Karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kim onun ahlakı ile ahlaklanırsa, hem insanların yanında, hem de Allah-u Zülcelal’in yanında makbul olur.
Bizim Peygamberimiz vazgeçmemiştir!
Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam nübüvvet vazifesini ifâ ederken, İslam uğruna çok eziyet ve sıkıntılara maruz kalmıştır. Öyle ki müşrikler, Efendimiz aleyhissalatu vesselama hakaretler ederler, namazını kılarken üzerine pislik atarlar, geçeceği yollara diken, pislik gibi şeyler saçarlardı. Secdedeyken deve İşkembesi ve pisliğini üzerine atıyorlardı. Hatta Enes radıyallahu anhtan rivayetle, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştu: “Allah yolunda hiç kimseye, bana yapılan eziyet yapılmamış ve hiç kimse benim kadar baskıya maruz kalmamıştır. Öyle otuz gün otuz gece geçirdim ki, ne benim ne de yanımda bulunan Bilal’in yiyecek bir şeyi yoktu. Bilal’in, yalnız omuzlarını örten bir gömleği mevcuttu.” (Ahmed b. Hanbel)
Menbitü’l Ezdî şöyle anlatmıştır: “Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam cahiliyye devrinde insanlara: ‘Ey İnsanlar! Allah’tan başka ilah yoktur, deyin; kurtuluşa erersiniz.’ şeklinde hitap ederken gördüm. Onlardan bazıları onun mübarek yüzüne tükürüyor, bazıları toprak atıyor, bazısı da küfrediyordu.”
Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam öyle bir çetin zamanda gönderilmişti ki, diğer peygamberler o derece ağır bir ortamda gönderilmemişlerdir. Cehaletin hüküm sürdüğü, insanların putlara tapmaktan daha üstün din tanımadıkları bir dönemde gönderilmiştir.
İbn-i Ebi Şeybe, Amr b. As’dan (radıyallahu anhum) şöyle nakletmiştir: “Kureyşlilerin bir gün, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselamı öldürmek istediklerini gördüm. Kureyşliler, Kabe’nin ortasında otururlarken, ona bir oyun hazırladılar. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) da Makam-ı İbrahim’de namaz kılıyordu. Ukbe b. Ebi Muayt, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in yanına gelerek gömleğini boynuna doladı ve diz üstü düşünceye kadar sıktı. Hatta oradakiler Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in vefat ettiğini zannederek bağırmaya başladılar. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) hiddetli bir şekilde geldi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’i iki omzundan tuttu ve: ‘Rabbim Allah’tır, diyen kimseyi mi öldürüyorsunuz?’ (Mü’minun; 28) diye bağırdı. Bunun üzerine Kureyşliler Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’ı bıraktılar. Hz.Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) kalktı ve namazına devam etti. Namazı bitirdikten sonra, Kabe’nin gölgesinde oturan Kureyşlilerin yanına giderek şöyle dedi: ‘Ey Kureyşliler! Muhammed’in nefsi, yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizi hizaya getirecek bir din ile geldim.”
Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam o kadar çok sıkıntılar çektiği halde, Allah’ın dinini anlatmaktan, insanların kurtuluşu için çalışmaktan vazgeçmiyordu. Hatta (Taif Seferi’nde) müşriklerin, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin mübarek başını yaralamasıyla başından dökülen kanlar, topuklarına kadar akmıştı. Bu durumda iken bile, yolda rastladığı bir çobana tebliğde bulunmuştur.
Gerçekten de Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, insanların hidayetine vesile olmak için çok fedakârlıkta bulunmuş, eline geçeni bütün imkânları bu yolda seferber etmiştir.
Bizim Peygamberimiz böyle ağır eziyet ve sıkıntılara maruz kalmış; kainatın Efendisi olduğu halde, o kadar zorluklar içerisinde bu dini bizlere ulaştırmıştır. Bizim de azıcık dahi olsa hem kendi kurtuluşumuz hem de başkalarının kurtuluşu için çalışmamız lazımdır.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, nefislerine uyarak cehennem ateşine doğru koşan insanları kurtarmak ve cennete ulaştırmak için o kadar şiddetli bir arzu duyardı ki, bunu şöyle bir misalle anlatmıştı: “Benimle sizin durumunuz şuna benzer: Bir adam ateş yakar. Ateş etrafı aydınlatınca pervaneler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onlara mani olmaya çalışır. Ancak hayvanlar galebe çalarak pek çoğu ateşe düşerler. Ben, ateşe düşmemeniz için sizi belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe atılmak için koşuyorsunuz!” (Buhari; Rikâk, 26)
Bizim Peygamberimiz iyiliği emredip kötülükten sakındırmak hususunda, bir an dahi geri kalmamıştır. Ümmeti olarak bizler de O’na benzemeli, ona uymaktan bir an dahi geri kalmamalıyız. Peygamberimiz gibi iyiliği emrederek, kötülükten sakındırma hususunda gayret etmeliyiz.
İnsanlara, iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın dinimizde çok önemli bir yeri vardır. O yeryüzünden kalktı mı, her tarafı cehalet sarar, sapıklık yaygınlaşır ve insanlar birbirlerine zulüm yaparlar. Şefkat ve merhamet ortadan kalkar, hak ve adalet kalmaz, insanlar helak olurlar. Bu sebeple, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerine sarılıp, diğer insanlara da daima nasihatte bulunmamız lazımdır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülükten men edersiniz, yada çok sürmez Allah tarafından üzerinize bir bela gelir ki, (belanın kalkması için) Allah’a dua edersiniz ama Allah dualarınızı kabul etmez.” (Tirmizi)
Bazı mü’min kardeşlerimiz iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için çalışıyor, hizmet yapıyor ama olumsuz bir tepkiyle karşılaştığı zaman, hemen bu görevinden vazgeçiyor. Halbuki bu tür küçük sıkıntılar, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam Efendimizin çektiği eziyetlerin yanında hiçbir şey değildir!
Bilhassa gençler, gençliklerini iyi değerlendirmelidir. Peygamberimize yapılan eziyetleri göz önüne alarak, insanlara Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini anlatmalıdırlar. Çekmiş oldukları sıkıntılarla da Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselama mutabaat etmiş olurlar. Ona mutabaat etmek, ona benzemek, her hal ve davranışta ona uymak o kadar önemlidir ki nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur: “De ki, Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân; 31)
Demek ki Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselama kim mutabaat ederse, Allah-u Zülcelal’in sevdiği kimselerden olur. Allah-u Zülcelal de bir kimseyi severse, onun için her şey kolay olur.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin…