GÖNÜL SOHBETLERİ – Allah-u Zülcelâl Gönüllerde Olanı Bilir
GÖNÜL SOHBETLERİ
Allah-u Zülcelâl Gönüllerde Olanı Bilir
Seyda Muhammed Konyevî -KS-
Allah-u Zülcelâl’’in iman nasip etmesi, Allah’ın insan ve cinlere karşı en büyük bir nimetidir.
Allah-u Zülcelâl bir ayet- kerimede şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki, görmedikleri halde Rablerinden (azabından) korkanlara gelince, onlar için hem bir mağfiret (bağışlanma) hem de büyük mükâfat vardır.” (Mülk, 12)
Yani Allah’ı görmeden, Allah’a iman eden ve O’ndan korkan kimseler için mağfiret vardır ve çok azim bir mükafat vardır buyuruyor, Allah azze ve celle. Devamındaki ayette de buyuruyor ki:
“Sözünüzü ister gizleyin ve isterse onu açığa vurun. Şüphesiz O gönüllerde olanı bilir.” (Mülk, 12)
İsterseniz konuşmalarınızı gizli yapın, ister aşikâr yapın, Allah insanın kalbinin içindeki şeyi bilir, diyor, Allah-u Zülcelâl. Demek ki insanların birbirlerini konuşmalarıyla aldattıkları gibi Allah-u Zülcelâl’i aldatması mümkün değildir. Onun için insanın Allah-u Zülcelâl’e karşı hakiki olması lazımdır. Hem zahiri, hem manevi, niyetle ve aşikâr olarak her şeyimizi Allah-u Zülcelâl’e karşı düzeltmemiz lazım.
Kafirler inanmıyorlardı, birbirlerine diyorlardı ki, “Birbirinizle konuştuğunuz zaman gizli konuşun, Peygamberin Rabbi duymasın.” Allah-u Zülcelâl işte o zaman ayet-i kerimeyi nazil etti; “İster aşikâr konuşun ister gizli konuşun, Allah kalbinizdekileri biliyor.”
Eğer insan Allah-u Zülcelâl’in Zat’ına karşı olan ibadetini hakkıyla yaparsa, insanın kalbi, zihni, gözleri, basireti, her şeyi çok keskin olacaktır. Allah-u Zülcelâl insanın kalbini, basiretini öyle münevver kılacak ki, böylece onu günahlardan muhafaza edecektir. Ama Allah-u Zülcelâl’in zatına layık ibadet yapmadığımızdan dolayı tâatimizden de o kadar fayda göremiyoruz. Ne kadar huzurlu olursa ibadetimiz, tâatimiz, zikrimiz, o derece Allah’ın yanında makbul olur insan ve günahlardan muhafaza olur, ibadete düşkün ve hararetli olur.
Herhangi bir kimse, Allah’ın yanındaki makamının, yerinin nasıl olduğunu anlamak isterse, Allah’ın onu hangi işlerde kullandığına baksın. Bu çok mühimdir, ama çok mühimdir. Eğer kendine baktığında kendini Allah-u Zülcelâl’e karşı samimi buluyorsan, aşk ve muhabbetle Allah’ın ibadetini yaptığını görüyorsan, o zaman bil ki, Allah seni kendi ibadeti için kullanıyor demektir. Eğer böyle değilse, o zaman nefsine uyuyorsun, Allah’ın istediği gibi davranmıyorsun demektir. Yani insan Allah’ın yanında ne kadar makam sahibi olduğunu ne kadar sevgili olduğunu bilmek istiyorsa baksın, eğer Allah seni ibadetine seçmiş ise sana sahip çıkmış demektir.
Nasıl ki bir insan bir insanı sevdiği zaman onu seçiyor, iş veriyor, onu kendine yakın bir vazifede görevlendiriyorsa Allah-u Zülcelâl de bir insanı sevdiği zaman ona namazı, ibadeti ve zikri nasip ediyor; yani razı olacağı şeyleri ona veriyor.
Öyleyse kendimize bakalım, eğer namazı kılıyorsak, ibadeti, zikri yapıyorsak, o zaman “El Hamdülillah, Allah bunu bize nasip etti,” diyelim. Eğer namazımızı güzelce kılmıyorsak, zikrimizi yapmıyorsak o zaman da “Ya Rabbi, ben senin kulunum, Sen beni yaratmışsın. Ben istiyorum ki daima Senin rızan için çalışayım,” diyerek Allah’a yalvaralım. Allah-u Zülcelâl de bize nasip edecek inşallah.
Allah’ın Seçtiği Kulun Alameti
Burada bir hadis-i şerif bizim için çok büyük bir derstir. Zeyd’ul Hayr radıyallahu anh diye bir sahabe – i kiram Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yanına geliyor ve diyor ki,
“Yâ Resulallah aleyhisselatu vesselam! Allah’ın rızasına kabul ettiği kimselerin ve etmediği kimselerin alâmeti nedir, bana haber ver?” dedi. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam sordu:
“Ya Zeyd! Nasıl sabaha girdin?”
Yani, sabaha girdiğinde senin niyetinde ne vardı? Ne yapmayı istiyordun?
“Hayrı ve hayır yapanları seviyorum. Eğer hayır yapmaya gücüm yeterse yapmaya koşuyorum. Eğer yapamaz, kaçırırsam bu sebeple üzülüyorum ve onu yapmaya şevkim daha da artıyor,” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“İşte bu söylediklerin Allah’ın seni kendine seçtiğinin, razı olduğunun alâmetidir. Eğer Allah-u Zülcelâl senin Müslüman olmaktan başka bir şey olmanı isteseydi, seni o harekete hazır kılardı da hangi vadide helak olduğuna da aldırmazdı!”
Demek ki, bir insan sabah uyandığı zaman, Allah’ı sevecek, Allah’ın sevdiği şeyleri sevecek, onları yapanları sevecek, yapamadığı zaman da mahzun olacak. İşte bunun tersi de, Allah’ın kendisi için seçip irade etmediği bir kişi olduğunun alametidir.
Peygamber sallallahu aleyhi veselleme ashab-ı kiram sordular:
“Ya Rasûlallah, mümin kimdir?”
Bakın, dikkat edin, bu çok mühimdir. Bir kişi mümin değilse kâfirdir, neuzubillah.
Cevap veriyor aleyhisselatu vesselam:
“Mümin bir hayır yapınca ferahlanan, kötülük yapınca üzülen kimsedir.”
Bakıyoruz adam günah yapıyor, sanki düğün yapmış. Günah yapınca mahzun olacaksın, hemen tevbeye koşacaksın. “Aman ya Rabbi, ben Sana karşı günah işledim,” diyeceksin.
Hayır yaptığımız zaman da “El hamdülillah, hayır yaptım, Allah benden razı olur inşallah. Yine hayır yapacağım,” diyeceğiz.
İşte Zeyd’ul Hayr radıyallahu anhın sorduğu, Allah’ın sevdiği, razı olduğu kişinin alameti kişinin hayır işlemeyi sevmesi, yapamadığı zaman mahzun olmasıdır. Bizim de buna çok dikkat etmemiz lazımdır.
Ateşe Haram Kılınan Kullar
Peygamber aleyhisselatu vesselam bir gün ashabı kirama şöyle buyurdu:
“Size, ateşin kime haram kılındığını haber vereyim mi?”
Bakın ne kadar mühim değil mi? Ateşin kimlere haram kılındığı bilmek istemez misiniz? Ne kadar güzel şeyler haber veriyor, Peygamber aleyhisselatu vesselam. Ama bu gaflet, bu dünya manzarası bizi mahvediyor.
Hiç ibret almıyoruz. Bakıyoruz, aramızda dolaşan bir kişi ölüyor. Artık o bu dünyayı bir daha hiç görmeyecek. Hiç ibret alıyor muyuz? İşte Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor:
“Size, ateşin kime haram kılındığını haber vereyim mi?”
Ashab-ı kiram:
“Evet, Ya Rasulallah!”
“Cana yakın, ağırbaşlı, yumuşak huylu, insanlara işlerinde kolaylık gösteren (mümin) kimselere (ateş) haram kılınmıştır.” (Tirmizî, Kıyâmet 45).
Cana yakın nedir? Güler yüzlü yani. Bir tane sofi vardı, çok güler yüzlüydü, cana yakındı. Allah onu öyle yaratmış, devamlı yüzü gülüyordu. Vefat ettiğinde de yüzü gülüyordu. Trafik kazasında vefat etti, o zaman da güler yüzlüydü.
Ağır başlı, yumuşak huylu, insanlarla iş görürken kolaylık gösteren, bunlar Peygamber aleyhisselatu vesselam buyurduğuna göre ateşe haram kılınmışlardı.
Eğer insan aklını, o cevher gibi olan aklını çalıştırırsa, menfaatli şeyleri tercih etmesi lazım. Görüyoruz, her insan bir şeyle meşguldür, herkes bir şey istiyor. Kimisi arazisiyle meşguldür, kimisi dünyalık bir şey istiyor.
Bir kişi camiye geliyor, Ebubekir Sıddık gibi, “Ya Rabbi, ben seni istiyorum,” diyor, bir kişi de “Ya Rabbi, bana mal ver,” diyor. İkisinin arasında ne kadar fark var değil mi?
Her insan bir şey istiyor. Peki istenen şeylerin en efdali, yani istemeye değer olanı nedir? Allah’ın rızası öyle değil mi? Ondan başka elde kalacak bir şey var mı? Allah’ın rızasını kazandığın zaman hem dünya hem ahiret, hepsi senindir. İstediğin şeyler ise, bir şey istemiş oluyorsun. Ama Allah senden razı olduğu zaman, her şey O’nundur, o istediğini verecek sana.
Allah’ın rızasına sebep olan şey de nedir? Salih ameldir. Yeryüzünde en efdal şey, Allah’ın rızasını kazandıran salih amellerdir. O zaman Allah’ın rızasına sebep olan şeyi istemek bizim üzerimize farzdır, öyle değil mi? Öyleyse şu duayı çok okuyalım:
“Allah’ım Senden, sevgini, Seni sevenin sevgisini ve Seni sevgine sebep olan amellerin sevgisini istiyorum. Bana nasip et!”
Bunun tersi de şu ayet-i kerimede bildirilmiştir:
“Münafık erkeklerle kadınların hepsi de birbirindendir, aynıdır; kötülüğü emrederler, halkı iyilikten vazgeçirmeye uğraşırlar. Onlar ellerini kapatırlar. Onlar Allah’ı unuttular da o da onları unuttu. Şüphe yok ki münâfıklardır fasıkların ta kendileri.” (Tevbe; 67)
Onlar ellerini kapattılar, Allah’a el açıp dua etmediler, istemediler, insanlara el açıp infak etmediler, kapattılar, Allah’ı unuttular. “Allah da onları unuttu,” diyor, yani Allah unutmaz ama rahmetini kesti onlardan demektir.
Aklımızı kullanalım. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Akıllı nefsine hakim olan, ahiretine hazırlık yapandır,” buyuruyor.
Her zaman söylüyorum, nasıl ki marangoz aletleri olmadan kapı pencere yapamazsa biz de aklı kullanmadan salih bir amel yapamayız. Allah’ın verdiği aklı kullanalım. Tevbe edelim.
Kendimize bir program yapalım, günlük olarak. Allah razı olsun, bazı sofiler diyor ki, “Günde bin tane kelime-i tevhit çekiyorum,” öbürü “Beş bin tane çekiyorum,” herkes gücüne göre…
Bazısı da diyor ki “Ben virdimi bıraktım.” Nefsine uymuş, o da biliyor nefsine uyduğunu.
Dünya elden gidiyor, sermayemiz elden gitmiş oluyor. Bir kişi sermayesini her gün yakarsa ne olur? Bizim de nefeslerimiz sermayemizdir. İşte bizim de bu sayılı nefesler bitti mi, bitti. Ne biliyoruz, belki de az kalmıştır. Allah-u Zülcelâl bize şuur versin.
Allah-u Zülcelâl bizi kendi nefsimize teslim etmesin, o nefsimizi hayırlarda kullansın inşallah.