Allah’a Giden Yolda Kapı Yoktur
HASBIHAL
Şerafettin Karaduman
İnsanlar dünya hayatında misafir olarak bulunurlar. Cennet ya da cehennem dışında başka gidecek bir yer de yoktur.
İnsan akıllı olmalı. Ömür yolculuğunun zorluklarla ve tehlikelerle çevrili olduğunu bilmeli. Yolculuğun sonunda lezzetlerin ve rahatlığın olduğunu bilmeli. Bilinen şudur ki; atılan her bir adım ve yolculukta kat edilen her bir mesafe durmamaktadır ancak mükellef olan kimse durabilmektedir.
Sabit olduğu üzere bu mükellef de misafirdir ve ulaşılacak yere gidip azığa ulaşması için huzur ve devamlılıkla bu yolda ilerlemesi gerekir. Uyuduğu, dinlendiği ya da oturduğu zaman (bunu az yapıp yolculukta devamlı ilerlemesi için) ayaklarını yolculuğa dair harekete geçirmesi gerekir.
Ayette buyurulur:
“De ki: Ey nefislerine karşı haksızlık yapmakta aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, yarlığayıcı ve bağışlayıcıdır.” (Zümer; 53)
Kul kusursuz olmaz. Bazılarının kusuru ise gerçekten büyük, çok büyük olabilir. Ama bir de Allah’ın rahmeti vardır. Her dinde söz konusu edilen Allah’ın rahmeti, gerçek ifadesini dinimizde bulmuştur.
Dünyada hiçbir din, bu âyetin verdiği teselli ve ümidi veremez. Çünkü âyet, Allah’ın engin rahmeti karşısında, işlenen bütün kusur ve günahların önemini kaybedeceğini ve her insanın o ilâhî rahmetten istifade edebileceğini ifade buyurmaktadır. Bu sebeple Hz. Ali ve Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhum gibi bazı sahâbîler, Kur’an’da en ümit verici âyetin bu âyet olduğu görüşündedirler. Nitekim ümit kesmemenin gerekçesi olarak âyette “Allah’ın bütün günahları bağışlayacağı” zikredilmektedir.
Zaman En Büyük Nimettir
Gece ve gündüz ile Allah-u Zülcelâl’in cömertliği artar, yeter ki insan kul olmak için gayret etsin.
Gece ile gündüzün nimetlerinden faydalanmanın zirve imkânlarının sunulduğu üç aylar, Cuma geceleri, Bayram geceleri, seher vakitleri.
“Ya Rabbi!” denildiği anlar.
EN KUVVETLİ OLAN ŞEY
Enes radıyallahu anh Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu anlatıyor:
Allah-u Teâlâ yeri yarattığı zaman yer hareket edip duruyordu. Bunun üzerine dağları yarattı. Dağları yer yüzüne oturtunca, yer karar buldu. Melekler dağların şiddetine hayret ettiler ve:
— Ey Rabbimiz, yarattıkların arasında dağlardan daha kuvvetli olanı var mı? diye sordular.
Allah-u Teâlâ da:
— Evet, demir, diye cevap verdi. Melekler bu defa:
— Ey Rabbimiz, yarattıkların içinde demirden daha kuvvetli olanı var mı? dediler. Allah-u Teâlâ:
— Evet, ateş, buyurdu. Bunun üzerine Melekler:
— Ey Rabbimiz, yarattıkların arasında ateşten daha kuvvetlisi var mı? dediler. Allah-u Teâlâ:
— Evet, rüzgâr var, buyurdu. Melekler bu defa da:
— Ey Rabbimiz, yarattıkların arasında rüzgârdan kuvvetli olanı var mı? diye sordular. Allah-u Teâlâ da buna cevap olarak şöyle buyurdu:
— Evet var, sağ eli ile sadaka verirken bunu sol elinden gizleyerek veren Ademoğlu daha kuvvetlidir. (Tirmizî, Tefsîr, 113-114)
Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır:
“Ey âdemoğlu! Öleceğini kesinlikle bilen bir kimsenin, nasıl sevindiğine şaşarım! Yine, hesaba çekileceğine kesin olarak inanan bir kimsenin nasıl mal topladığına, kabre gireceğini kesin olarak bilen bir kimsenin nasıl güldüğüne şaşarım! Âhirete inancı olanın dünyada nasıl huzur bulduğuna, dünyanın geçiciliğini bilen birinin ona nasıl güvenip bel bağladığına şaşarım!
Yine dili ile âlim, kalbi ile cahil olana, su ile bedenini yıkayıp temizleyen fakat kalbi temiz olmayana insanların kusurları ile meşgul olduğu halde kendi kusurlarına hiç bakmayana şaşarım!
Yüce Allah’ın kendisini gördüğünü bildiği halde O’na isyan edene şaşarım! Tek başına öleceğini, kabre gireceğini, hesap vereceğini bilen birinin beni bırakıp da nasıl insanlarla yakın dostluk kurduğuna şaşarım!
Hiç şüphesiz Ben’den başka ilah yoktur ve Muhammed benim kulum ve Resulümdür.”
Kimin Cennete Gireceğini Allah Bilir
Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, “Ölse de, kurtulsak” diyorlardı.
Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı.
Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi. Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu. İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor; “Ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin,” diye yalvarıyordu Allah’a…
Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerede sızıp kalmıştı! Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bir yanına baktı, yoktu. Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu. Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu. Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç bela sedire kadar taşıdı. Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü…
Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı. Kalktı, imamın evine gitti.
– Hocam… Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi…
Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı. “O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini,” deyip kapıyı kapadı.
Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü.
Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.
Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü.
Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. Hışımla yaklaştı muhtar:
– Onu nereye götürüyorsun, dedi, mezarlığa götüreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden…
Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki. Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı. Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;
– Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada… Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.
– Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana. Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti.
Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü. Yorulmuştu. Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.
Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da “İmam Efendi, İmam Efendi…” diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.
– Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam cennetteydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun, diyordu.
Rüyayı duyan imamın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü. “Gel hele, içeri gel…” demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler. Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:
– Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda… Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?
Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular. Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.
Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; “Bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır’dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değildi.”
Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, “hayırdır inşaAllah” dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar.
Çoban söylenenlerden hiçbir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.
– Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu… Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;
– Allah’ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım. Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla… diye dua etmişti.
Dostlardan, kardeşlerden dua istemek, bir kardeşine gıyabında dua edebilmek…
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:
“Hayat ancak ahiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikak 1, Cihâd 33, 110, Menâkibu’l-ensâr 9, Megâzî 29)
“Dünyada rahat yoktur.” (A.İbn Hanbel, Zühd, s. 128)
“Dünya müminin zindanı, kafirin cennetidir.” (Müslim, Zühd; 1)
Bizler bu hayata bir daha gelmeyeceğiz. Bir daha dönüşü olmayan, baki hayata gidiş, Kur’an ahlakına sahip olmaktan geçer. Bunun için Allah Resulünün hadislerine titizlikle riayet edilmeli. Maliyeti canla, malla, evlatla olsa bile.
Maksut gayesine nail olmak, elbette bedel ister. Zahmet ister. Sıkıntılara katlanmak ister.
Cennete gidilen yol zahmetlerle doludur. Cehenneme giden yolda ise hiçbir zahmet yok.
Bakın Peygamberler, Hak yolunda en büyük imtihanlarla bu hayattan geçtiler. Hem de inanması zor imtihan.
– Bir Peygamber 1 hatadan dolayı 300 sene ağlıyor.
– Bir Peygamber 16 yıl tam 4020 yara ile yaşam sürüyor.
– Bir Peygamber binalar büyüklüğünde ateşe atılıyor.
– Bir peygamber ağaçla beraber testere ile ikiye kesiliyor.
– Bir Peygamber ailesine zina ithamında bulunuluyor, kendisine zürriyetsiz deniliyor. Daha hayata gelmeden babadan özsüz, 7 yaşlarında anadan da öksüz kalıyor. Kendisine birçok sıkıntılar veriliyor, yurdundan çıkmak zorunda kalıyor. Hayatta iken torunlarının şehit edileceğinin haberini alıyor.
Dikkat edilirse, Peygamberlerin yolunda devam edenler, Sahabeler, Tabiinler ve Allah dostları da hep sıkıntılı hayat yaşamışlar. Fakat buna rağmen hep sevilmişler. Daha da seviliyorlar ve kıyamete kadar da sevilecekler.
En seçkin insanlar, bize göre sıkıntılı hayat yaşamışlar ama onlar ise hayatlarında bu sıkıntıları kendilerine nimet saymışlar. Bizler de hayatımızda yaşadığımız ve yaşayacağımız sıkıntılara karşı sabırlı olup tahammül etmeli, beterin beteri vardır şiarı ile gelene şükrederek bu hayatı hakkıyla tamamlamaya gayret etmeliyiz.
Nihayeti “İLAHİ ENTE MAKSUDİ”yi kazandıracaktır. Allah-u Zülcelâl razı olsun.
Unutmayalım… Veren kim? Selam ve Dua ile.