Asıl Hayat Ahiret Hayatıdır

  • 09 Kasım 2022
  • 812 kez görüntülendi.
Asıl Hayat Ahiret Hayatıdır
REKLAM ALANI

Hatice Kübra Ergin

Mekke devriydi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem açıktan davete başlamıştı. İnsanları İslam’a davet ederken başlıca metodu da kendisine nazil olan ayet-i kerimeleri okumaktı.
Elbette bu ayet-i kerimeler insanları etkiliyordu. Çünkü ayetlerde kıyamet ve ahiret manzaralarının dehşeti en beliğ ifadelerle anlatılıyordu.
Öldükten sonra dirilip hesaba çekilecekleri haberi müşrikleri çok rahatsız etmişti. Çünkü onlar kendilerini “efendi” olarak görüyorlardı, “kul” olarak değil.
Tapındıkları putlar onların yaptıkları haksızlıklara, işledikleri günahlara aldırış etmeden öylece dikilip duruyordu. O putların kimseyi hesaba çekmesi, ceza ve mükafat vermesi söz konusu değildi. Zaten onlar putperestliği kendilerine hem bir ticaret vesilesi hem oyun ve eğlenceye benzeyen merasimler haline getirmişlerdi. Onlara kulluk mesuliyeti yükleyen bir din anlayışı mevzu bahis değildi. holdbarhet nespresso kapsler

Kurdukları bu düzeni tehdit eden İslam dini onları çok rahatsız ediyordu. Bu sebeple insanların bu yeni dine girmemesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. İlk zamanlar en sık başvurdukları yöntem ise alay ve hakaret idi.
Müşriklerin ileri gelenlerinden Übey b. Halef, güya ahiret haberleriyle alay etmek maksadıyla çürümüş bir kemik alıp elinde ufaladıktan sonra Resûlullah aleyhisselatu vesselama bunu göstererek:
“- Allah’ın, bu çürümüş kemikleri tekrar dirilteceğini mi iddia ediyorsun?” dedi. Allah’ın Resûlü aleyhisselatu vesselam:
“- Evet, seni öldükten sonra tekrar diriltecek ve cehenneme sokacak” diye cevap verdi. Bu olay üzerine Yasin suresinin şu âyetleri nâzil oldu:
“İnsan hiç dikkat edip düşünmez mi ki, biz onu bir damla sudan nasıl yaratıyoruz? Böyleyken, o bize karşı yaman bir düşman kesiliveriyor! Kendi yaratılışını unutup, bize bir misâl getirmeye kalkışıyor da: “Şu çürümüş gitmiş kemikleri kim diriltecek?” diyor. De ki: “İlk defa onu yoktan kim yarattıysa, tekrar O diriltecek. O, her türlü yaratmayı hakkıyla bilendir. (Yâsîn, 78-79; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXIII, 38)
Gafletten Uyanmak İçin
Cenâb-ı Hak, insanı kulluk için yarattığını bildiriyor. Yaratılışın en başında ruhlar alemindeyken Âdem aleyhisselamın soyundan gelecek bütün insanların ruhlarından söz aldı:
“–Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”
İnsanların ruhları o sırada bedenlere girmediği için dünya manzarası ile perdelenmemişti. Allah’ın sonsuz kudret ve azametiyle onları yarattığını, onlara bir suret verip, rızık ve nasipler takdir ettiğini görebiliyorlardı. Bunlara şahit oldukları için:
“–Evet, elbette Rabbimizsin,” diye kulluk etme emanetini kabullendi. (A‘râf, 172)
Sonra bizler imtihan olarak dünyaya gelip, bir annenin rahminde halden hale geçerek yaratıldık. Dünyaya gözlerimizi açtıktan sonra etrafımızdaki insanlara uyup gittik. Bu dünya hayatının değersiz meşgaleleri bizi öylesine aldattı ki, fıtratımızda gizli bulunan hakikati arama duygumuzu dahi kaybettik. Nefis, Şeytan ve aldatıcı dünya meşgaleleri bizi gaflete sürükledi.
Cenâb-ı Hak sonsuz rahmeti ile bizlere kulluk ahdimizi hatırlatmak üzere; Peygamberler ve kitaplar göndererek cennetine davet etti. Sınırlı bir ömürde kulluk sözünü tutmamız karşılığında sonsuz cennet hayatının mükafatlarını vaad etti. Fakat insanoğlu bu fani ve vefasız dünyaya dalıp ahireti unutmaktan bir türlü kurtulamadı.
Rabbimiz bir ismi de zikir yani “hatırlatma” olan Kur’ân-ı Keriminde kullarına yeniden dünyanın geçiciliğini, ahiret hayatına nazaran değersizliğini ihtar etti:
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği, ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Âhirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allâh’ın mağfireti ve rızâsı vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd, 20)
Evet, ahiret hayatındaki hesaba çekilmenin ciddiyeti karşısında dünyanın en büyük, en mühim işleri bile oyun eğlence gibi kalır. Dünya bir yaldızdır, bir süstür. Ancak aklı ermeyenler onun pırıltısına aldanır. Akıllılar gözünde ise değersizdir. Dünyanın servetleri, makamları insanlar arasında yarışmaya, övünmeye, üstünlük taslamaya sebep olmaktadır ama aslında bu aldatıcıdır. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede:
“İnkârcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması, sakın seni aldatmasın! Azıcık bir menfaattir o. Sonra onların varacakları yer Cehennem’dir. O ne kötü varış yeridir!” (Âl-i İmrân, 196-197) buyurur.
Evet, eskiden olduğu gibi inkarcılar dünya menfaatlerini elde etmek için hiçbir sınır tanımadan, merhamet etmeden, kitleleri sömürüp, köleleştirip haklarını gasbederek bu dünyada zenginliğe, güce ve üstünlüğe sahip oldular. Elde ettikleri güçle teknolojiye yatırım yaparak daha da zenginleştiler.
Güç ve üstünlüklerine bakıp kibirlendiler, insanlara haksızlık etmekte kendilerini haklı görecek ideolojiler geliştirdiler. Ama bunların sonu hesaba çekilmek ve sonsuz bir hayat boyunca azap çekmektir. Öyleyse bunun imrenilecek nesi var?
Evet Rabbimiz bu dünya için çalışıp çabalayanlara istediklerini verebilir. Ama Allah’ın verdikleriyle kibirlenip Hakk’a sırt çevirmelerinin de elbette bir bedeli vardır. Ayet-i kerimede:
“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği Cehennem’e sokarız.” (İsrâ, 18-19) buyurulmaktadır.
Dünya Hayatı Değerini Ahiretten Alır
Bugün bilim, teknoloji ve sanayileşmenin sağladığı imkanlarla şımaran insanlık, hastalıklara çare bulunmasından, ömürlerin biraz olsun uzamasından kendine teselli aramakta. Sanki dünyada biraz daha uzun yaşayabilmek onu ölümden kurtarabilecekmiş gibi, sağlıklı hayat, genç kalma, genç görünme için büyük harcamalar da yapabilmektedir. Ama ne fayda…
Yapay organlar üretip organ nakli ile uzun uzun yaşamaya ümit bağlayanlar hiç beklenmedik bir salgın hastalık ile ölüp gitti. 3. Dünya savaşı, enerji, su, gıda kıtlıkları ufukta görünüyor. Belki aklımıza bile gelmeyen şeyler başa gelecek, hiç bilmiyoruz.
Zaten dünya güllük gülistanlık bir yer olsa ve her birimize yüzlerce sene ömür verilse ne fark eder? Ahirette hiç kimse; “dünyada az yaşadım,” derdinde olmayacak veya “çok yaşadım, çok nimet gördüm” diye teselli bulamayacak. Ahiret öyle bir alem ki, onun yanında bu dünya hayatı bir rüya gibi olacak.
Elbette dünya hayatı boştur, değersizdir diyemeyiz. Aksine o kısa dünya hayatı çok değerlidir. Çünkü o sonsuz ahiret hayatı, dünyada yapıp ettiklerimizin karşılığıdır. Aslında dünya asıl değerini ahiretten alır.
Dünya gayesizce yaşayıp giden için anlamsız tekrarlarla dolu değersiz bir meşguliyetten ibarettir. Öte aleme dair bir hedefi olmayan için hayat nedir ki? Kazan harca, tekrar kazan tekrar harca… Çalış yorul, dinlenince tekrar çalış… Hayatını kazanmak için uğraş, çabala, yıpran, strese gir, hastalan. Tedavi olmak için kazandıklarını harca…
Evet hayat bu değil mi? Ahirette Allah’a kavuşmak olmasa, Allah’ın Esmâ ve sıfatlarının en yüce tecellilerine, iyiliklerin mükafatına, hataların affına ve zalimlere karşı Kudret ve Azametinin tecellisine şahit olmak olmasa, bunca mücadelenin ne anlamı var?
Ahiret İnancı Dünyayı da Mamur Eder
Ahiret inancı insanın bu hayatına mana kattığı gibi şekil de verir. İnsan ahirete inandığı kadar insandır. Hiçbir inancı olmayan insan, eğer kanun korkusu da olmasa vahşileşir. Çünkü nasıl olsa yapanın yanına kâr kalacak, ne diye başkalarının hazır kazanılmış malını gasp etmesin? Neden helalinden kazanmak için çalışıp yorulsun? Neden zulmetmekten kaçınsın? Dünya gücü yeten yetene bir yer haline gelir. Nitekim şu anda da öyle değil mi? İşte güçlü devletler zayıfları işgal ediyor, zulmediyor.
Âhiretteki mükafata inanmayan insan neden iyilik yapsın? Bencilce zevk düşkünü bir hayat sürmek varken neden başkalarıyla paylaşsın?
Nitekim öyle de olmuyor mu? Dünya halklarının yarısı açlıktan yarısı tokluğa bağlı hastalıklardan mustarip. Her türlü iletişim, ulaşım imkânı varken zenginler fakirlere yardım etmiyor. Çünkü insanoğlu ahirete inanmıyor. Dünyada amaçsızca yaşayıp sonunda ölüp çürüyüp yok olacağını sanıyor. Oysa Rabbimiz uyarıyor:
“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn, 115)
Ahiret inancı, bilhassa yaşadığı zorluklar karşısında insanın maneviyatını kuvvetlendirir. Çünkü bu dünyada ne kadar sıkıntı yaşanırsa onlar ahiretteki cezaların yerine kefaret olur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Bir Müslüman’a herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir keder, bir üzüntü, bir eziyet, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken bile batarsa, mutlaka Allah bunları onun günahlarına kefaret yapar.” (Buharî, Marda,1; Müslim, Bir, 52)
Bir insan gafil bir şekilde yaşarken ölüp, günahları sebebiyle cehenneme girecek olursa ahiret azabı çok korkunçtur. Buna iman eden kişiye onun yerine dünyada bazı sıkıntıları çekmek çok daha kolay gelir. Hem dünyanın sıkıntıları insanı dünyadan soğutur. Dertli insana ölüm daha kolay gelir. Dünyada zevk-u sefa içinde yaşayan birine ölüm çok daha acı gelir.
Cennet Davetiyesi
Aslında dünya ile ahiret birbirinin yansıması gibidir. Dünyada Allah’ın insanoğluna Nebiler ve kitaplar vasıtasıyla gönderdiği hidayet vesileleri adeta bir cennet davetiyesi gibidir. Bu hidayet vesilelerine uyanlar mahşer günü kolayca cennete gireceklerdir.
“Kıyâmet günü mü’min erkekleri ve mü’min kadınları görürsün ki, iman ve sâlih amellerinin nurları önlerinde ve sağ taraflarında onları aydınlatmaktadır. Melekler onlara: “Bugün sizin müjdeniz, içlerinde ırmaklar akan cennetlerdir; orada ebedî kalacaksınız. İşte en büyük başarı ve kurtuluş budur!” derler.” (Hadid, 12)
Müminin bu dünyada hidayete uyup sâlih ameller işlemesi, cennete doğru yolunu aydınlatan ışık halinde temessül edecektir. Böylece o ışığı kolayca takip edip cennete ulaşırlar.
Mahşer günü her topluluk önderleriyle birlikte gelecektir. İman ehlinin önderleri, Peygamberler ve Peygamber varisi evliyalardır. Onlara bu dünyada ne kadar bağlılık gösterdiyse ahirette de onların sancağı altında toplanacaklar. Bu seçkin müminlere Kevser havuzundan su ikram edilecektir. Bu dünyada oruç tutarak Allah-u Zülcelâl’in rızası için susuz kalmalarının mükafatı olarak bir daha susuzluk çekmeyeceklerdir.
Gençliğinden itibaren ibadet eden, gönlü mescitlere bağlı olan, takva sahibi bazı seçkin müminler arş’ın gölgesinde gölgelenecek. Nasıl ki bu dünyada aldatıcı dünyadan kaçıp mescitlere ve takvaya sığınmışlarsa Allah-u Zülcelâl ahiret günü de onları hususi gölgeliği ile muhafaza altına alacak.
Dünyadayken kişi kimi sevdi, kime benzemeyi arzu etti ve ittiba ettiyse cennette de onlarla birlikte olacak. Nebîler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraber olmanın şerefinden hissedar olacak. (Nisâ, 69)
Allah’ın ikramı olarak, cennette insanların arzuladıkları her şey bulunmaktadır (bk. Fussilet, 31-32) Bundan daha güzeli, cennet selamet yurdudur. Artık orada bir daha hiçbir korku ve üzüntü yoktur.
İnsan bu dünyada ne kadar nimete sahip olsa da sonunda bunları kaybetme endişesi var. Müminler için hesap korkusu var. Cennette ise artık korkular bitecek.
İnsan bu dünyada ne kadar maddi imkanlara sahip olsa da ufak bir şeyden müteessir olabilir. Gönlünü daraltan bir üzüntü olduktan sonra nimetlerden tad bile alamaz. Ama cennette üzüntü yok, dert yok.
Cennetliklerin bedenleri latiftir, yani nuranidir. Bu dünyadaki bedenler gibi kesif, yani maddi değildir. Bu sebeple hastalık, yaşlılık, kusur, eksiklik gibi dertler orada olmayacaktır. Hatta yemek yemenin sonunda hazım zorluğu ve def-i hacet gibi şeyler bile yoktur.
Hepsinden güzeli ise cennette nefisle mücadele derdi bitecektir. Bu dünyada Allah’ın rızası için nefsine karşı koymuş, onu ibadetlerle dizginlemiş, terbiye etmiş olmanın mükafatı olarak orada bu dert bitecektir. Cennetlikler bu yüzden nefsin verdiği vesveselerden, endişelerden ve çirkin duygulardan müteessir olmazlar.
“Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar.” (Hicr, 47)
Cennetlikler temiz kalpli ve kardeşçe duygular içinde olacaklardır. Orada nefret, kıskançlık, düşmanlık gibi nefsani duygular olmayacaktır.
En Büyük Nimet Cemâlullah!
Cennette can sıkıntısı kadar bile bir dert olmayacaktır. Her an bir güzellik, bir yenilik olacaktır:
“Cennette, cennetliklerin her hafta gittikleri bir çarşı vardır. Orada, yüzlerine ve elbiselerine cennet kokuları üfleyen bir kuzey rüzgârı eser ve böylece güzellikleri daha da artar. Eskisinden daha güzel ve yakışıklı olarak eşlerinin yanına döndükleri zaman, aileleri onlara:
– Vallahi güzelliğinize güzellik katılmış, derler. Onlar da:
– Vallahi yanınızdan ayrılalı beri siz de daha bir güzel olmuşsunuz, derler.” (Müslim, Cennet 13)
Cennetin en büyük nimeti ise elbette Allah-u Zülcelâl’in cemalini görmektir.
“Nice yüzler o gün (sürur içinde) ışıldar, parlar; Rabbine nâzır (onun cemâline bakmaktadır).” (Kıyamet, 75/22) ayet-i kerimesinde haber verildiği gibi o gün Allah’ın cemaliyle müşerref olanların yüzleri pırıl pırıl nurlanacaktır.
Rüyetullah nimeti başka nimetlere benzemez. Onu bu dünyada bilmemiz mümkün değildir. Cennette herkes derecesine göre Cemâlullahı görmekle mükafata erişecektir.
Cehennemliklerin durumu da elbette dünyadaki hallerinin bir yansımasıdır. Herkes kendi işlediği günahın cinsinden bir cezaya çarptırılacaktır. Allah-u Teâlâ muhafaza buyursun.
Allah-u Zülcelâl hepimize daima ahiret ahvallerini unutmadan yaşamayı nasip eylesin. Bu imtihan yurdundan yüzü ak bir şekilde kurtulup selamet yurduna varanlardan eylesin. Amin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ