Asrın Hastalığı ‘Mealcilik’ Üzerine…
İlimsiz mealden hüküm çıkartma hastalığı
Muaviye radıyallahu anhtan gelen, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin buyurduğu: “Allah kimin hakkında hayrı murad ederse, onu dinde fakih (helal ve haramı birbirinden ayırt edici) kılar. Her halde ben ancak ilmi taksim ediciyim. Allah Teâlâ ise vericidir. Ümmetimden bir taife, Allah’ın emriyle dimdik ayakta devam edecektir. Onları terk edenler ve onlara muhalif olan kimseler onlara zarar vermezler. Allah Teâlâ’nın emri; kıyamet gelinceye kadar, onlar bunun üzerindedirler.”(1)
“Allah kimin hakkında hayrı murad ederse, onu dinde fakih;helal ve haramı birbirinden ayırt edici kılar.” cümlesi, fıkıh bilginleri için kâfi bir müjdedir. Aynı zamanda fıkıh yani helal ve haramı birbirinden ayırt etme bilgisinin de üstün nimet olduğunu ifade etmektedir. Ancak nimetin yüceliğine mebni (ötürü), âfâtı da (zararları da) vardır. Bunun en büyük âfâtı (zararı), Kur’ân-ı Hakîm’i indî (şahsi) görüşlerle mana etmektir. Hâlbuki indî (ilimsiz şahsi) görüşlerle Kur’an-ı Hakîm’i mana etmek, bazen küfür olur, bazen da küfre yakın haram olur. Binaenaleyh mücerred (tek başına) mealden hüküm çıkarmak, yorum yapmak, ilmî büyük afattır (ziyandır) ve haramdır.
Nitekim Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Neseî’nin de tahric ettikleri, Cündüb radıyallâhu anh’tan gelen bir hadîs-i şerîfte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim, Kur’an’da görüşüyle söylerse ve bunun üzerinde isabetli olsa dahi, hakikaten o hata etmiştir.” (2)
Buradaki hatadan iki mana murad olunmaktadır. Birincisi, isabetsiz mana etmektir; bu küfürdür. İkincisi, isabetli olarak mana etmektir; bu ise büyük masiyettir (isyandır, günahtır), haramdır. Her halükârda Hadîs-i Şerif, şahsın, Kur’an’ın lafzından görüşüyle hüküm çıkarmasını yasaklamıştır.
Bundan anlaşıldı ki, bizim zamanımızda, özellikle Türkiye’de, ulemanın görüşüne, tefsirlere müracaat etmeksizin mücerred (tek başına) meal okunması (neticesinde hüküm çıkartmaya çalışılması) ya küfürdür ya büyük bir ma’siyettir. Hele hele bunun üzerinde bir de münakaşalar olursa; mesela, “Şu ayet bunu demek ister… Bu ayet bunu demek ister…” gibi çekişmeye sirayet ederse, küfür olur. Nitekim Hâkim, Ebû Dâvûd ve İmam Ahmed’in tahric ettikleri Ebu Hureyre radıyallâhu anhtan gelen bir hadîs-i şerîfte Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kur’an’da cedel (Tartışma, çekişme, münakaşa etme) küfürdür.”(3)
Hastalıktan kurtulmanın çareleri
Mutlaka, Müslümanların böyle büyük hatalardan sakınmaları farzdır. Farzı terk etmek haramdır. Öyleyse bu haramı işlemekten kurtuluşun iki çaresi vardır:
Birincisi; Üstat Bedîuzzaman’ın kendi eserlerinde tatbik ettiği gibi, ayetleri okuyarak mealini söylemeksizin, hükümlerini müctehidlerden ve muteber eserlerden nakletmektir.
İkincisi; mealde fikir ve düşünceyi yürütmeksizin tefsirden, mesela “Elmalı yahud Vehbi Efendi yahud Ömer Nasûhî, şöyle şöyle yazmışlardır” diye nakletmektir. Bu nakilde dahi titiz bulunmak farzdır. Aksi takdirde hatadan korunulmaz. Şu halde Kur’an ve Hadîs-i şerifleri, anlayışımızla değil, müctehidlerimizin, bid’atten sakınan ulemâmızın anlayışıyla anlamalıyız. Bu bir düsturdur.
Nitekim Dâre-kutnî’nin tahric ettiği, Ebî Sa’lebe’den gelen bir Hadis-i Şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Gerçekte Allah Teâlâ birçok farzları farz kılmıştır. Onu zayi etmeyin. Gerçekte masiyetten (isyan ve başkaldırmaktan) birçok haramları yasaklamıştır; ona yanaşmayın. Birçok hududları; sınırları beyan etmiştir; onu geçmeyin. Unutmaksızın birçok şeyleri bırakmıştır; onu araştırmayın.”(4)
“Gerçekte ma’siyetten birçok haramları yasaklamıştır; ona yanaşmayın.” Şirki, zinayı, riyayı, ribâyı, içkiyi, kumarı açık delillerle yasaklamıştır. Onun her bir yasağı birer sınırdır, işte bu sınırı geçmek, farzları zayi etmek gibi yasak ve haramdır. Bazı serseri insanlar, mealde haram lafzını bulsalar, “Bu haramdır” der, fakat haram lafzını bulmazlarsa, yorum yaparlar. Bu küfre götürür. Nehyi; kesin olarak yasağı beyan eden “Zinaya yanaşmayın.” (EI-İsrâ; 32) gibi emirler, yasağı beyan ettiği gibi, haramı ifade eder. Artık nehyin (yasaklananın), haramı mı, kerahati (Harama yakın sayılan fiil veya şeyi) mi, hilâf-ı evlâyı (daha uygun olana aykırı olanı) mı ifade ettiğini bilemediğimiz için, müctehidin hadislere müracaat ettiği gibi, biz de müctehidlerimize müracaat ederek, şu ayetin ne ifade ettiğini öğrenmeliyiz. Aksi takdirde, Allah Teâlâ korusun, bilemediği yerde şahıs küfre girebilir. Bunun için Kur’an ve hadisleri, anlayışımızla değil, müctehidlerin anlayışıyla anlamak farzdır. Onda görüş beyan etmek haramdır, diye hükmedilmektedir.
Âlimlere uyma zorunluluğu
“Unutmaksızın birçok şeyleri bırakmıştır; onu araştırmayın.” Allah Teâlâ her bir kuluna ayrı ayrı sıfatlarla tecellî eder; bilgiyi ihsan eder. Bazı insanları, fıkıh ilminin bilgini olarak yaratmıştır; üç asırda yaşayan büyük müctehidler ve mezheb imamları gibi. Binaenaleyh bu Hadis-i Şerifte, bizim ayet ve Hadisi araştırmamız yasaklanmıştır. Gücümüz yettiği nisbette hükümleri onların sözlerinden anlamaya çalışmalıdır. İşte en büyük afat, ayet ve hadis meallerinde, bu işte yetkili olanlara müracaat etmeksizin yorum yapmaktır. Bu yorum isabetli olsa dahi yine hatadır, masiyettir, haramdır. Ayette bu olduğu gibi, hadiste de aynıdır. Mesela namazın farziyetini ayet ve hadisten öğrenip inandığımız gibi, müctehidlerden de namaz kılmasını, rükünlerini, şartlarını, vaciblerini, mekruhlarını, müfsidlerini öğrenmeliyiz. Demek, “Fukahanın (Fıkıh alimlerinin) görüşleri, beşerî sistemdir.” diyen, ondan sakındığı kuyuya düşmüştür; habersiz…
Hadis uyduran yalancılar
Bazı serseri insanlar, “Peygamber’in aleyhinde söz uydurma haramdır; lehinde haram değildir” derler. Bu şeytan tuzağıdır. İnandırmak için fikrini ayet ve hadise dayandıran, küfre girer. Artık kıldığı namaz, yaptığı ibadetler boşa gider. Nitekim Müslim ve Tahâvî’nin de tahric ettikleri Semure bin Cündüb ve Muğîre bin Şu’be’den gelen bir hadîs-i şerîfte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim hakikaten yalan bildiği halde Benden bir söz söylerse, gerçekte o, yalancıların biridir.”(5)
Yalancıya lanet gelir. Yani Allah Teâlâ’nın gazabına müstahak olur. Binaenaleyh dinin aleyhinde ve lehinde Peygamber’e söz uyduran, gazab-ı İlâhiye’ye müstahak olmuş demektir. Bu takdirde, şu hüküm Hadis midir, değil midir diye aklında tereddüd eden kimse dahi, sözünü ayete yahud Hadise isnad edemez. Ettiyse lanete müstahak olup haram işlemiştir. Küfre girmesi de muhtemeldir. Çünkü yalandan Allah Teâlâ ve O’nun Resulüne isnad, en büyük iftiradır, binaenaleyh en büyük günahtır, haramdır.
Aman dikkat! Tehlike büyük…
“…Bilgisizce insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”(En’âm; 144) mealindeki ayette beyan edildiği üzere, Allah Teâlâ’nın hükmünü bilmeksizin, “Allah’ın hükmüdür” diye söz uydurmak en büyük zulümdür. Yani yalan söz, doğrusu iftira, akıbette dalâlet olduğundan, kim söyleyeceği hükmün Kur’an’da olduğunu bilmeksizin sözünü ayete isnad ederse, en zalim olmuştur. Yani saptırmak için söz uydurma da zulüm olduğu halde, ayette bu kastedilmemiştir. Mesela gayrı müslim bir kimsenin, inkâr, alay yahud istihfaf yoluyla Müslümanları saptırması kastedilmemiştir. Bilakis, ‘Müslümanım’ deyip de sözünü, Allah Teâlâ’nın hükmüne isnad eden kastedilmiştir. Yahudilerin hahamlarının ve Hıristiyanların papazlarının, indî meselelerini, “Allah Teâlâ’nın hükmüdür” diye saptırmaları gibi. Binaenaleyh Kur’an’da hükmün olduğunu kesin bir bilgiyle bilmeyenin, hükmü Kur’ân’a isnad etmesi, en büyük iftira ve en büyük zulümdür. Bu itibarla “Kur’an’da cedel (Tartışma, çekişme, münakaşa etme) küfürdür.” mealindeki hadisten de bu mana anlaşılmaktadır.
Böyleleri Kur’an’ın müteşabih ayetlerini ele alırlar. Kur’ân’ın müteşabih ayetlerini hevâ ve heveslerine göre mana ederler. Sonra yalancı olmadıklarını ispatlamak için sözlerini ayete dayandırarak, “Allah şöyle buyurdu… Allah böyle buyurdu…” derler.
Asrımızda bu tehlike umumlaşmıştır (genele yayılmıştır). Mesela Arabî nazm-ı şerîfini bilmeyen birçok insanlar, sadece meal ellerine alarak ayet ve hadislerle fikirlerini bildirirler. Arabî bilenler dahi, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin o güzel itikadlarını bertaraf etmek için, müşrikler hakkında nazil olmuş ayetleri veya hadisleri, müslümanlar hakkındaymış gibi izah ederler. İşte bu ilmen ve itikâden haramdır ve en büyük zulümdür. Çünkü ayetlerde muhkem, müteşabih, umumu ifade eden, hususu ifade eden, mücmel, müfesser birçok lafızlar vardır; usul ilminde çok aşina ve ashab, tabiîn ve tebei tabiînin tefsirlerine vâkıf olandan başkası onu çıkaramaz. Sadece mealiyle ortaya çıkmak isteyenler, Kur’an ve hadîsi, galiba normal bir beşer sözü gibi zannederler. Bu ise küfürdür.
Bi’dat ehlinin dinlemenin, birlikte olmanın zararları
İlmî ve itikâdî haramlardan birisi de, hevâ ve heveslerine uyan ehli bidatle beraber olmaktır. Müslüman, mutlaka Allah Teâlâ’yı sevdiği, Resulüne ittibâ (tabii ve itaat) ettiği için, Allah Teâlâ’yı inkâr edenleri ve O’nun Resulüne ittibâ’ etmeyenleri terk etmeye mecburdur. Binaenaleyh hayata nazaran insanlar üç kısımdır:
1. Bilgisizliğe, cehalete kanaat ederek şer’î ilimleri terk edenlerdir. Birçok hristiyanlar bu yolda zihab ettiler. Kur’ân-ı Hakîm’de bunlar (dallin) diye beyan buyrulmuştur.
2. Bildikleri halde, bilgileriyle amel etmeyenlerdir. Yahudilerin hepsi bu yolda zihab ettiler. Bildikleri halde bilgileriyle amel etmediler.
3. Sırât-ı müstakîm üzerinde müslüman olanlardır. Bunlar, bilerek inanarak amel edenlerdir. Binaenaleyh bilgisiz amel eden, hristiyanların; amelsiz bilgiyi çoğaltan, yahudilerin yoluna gitmiştir.
Bid’atçileri dinlemek haramdır.
İşte ilmî ve itikâdî hatalardan birisi de, bid’atçilerin kitaplarını okumak, sözlerini dinlemek, onlarla hemdem (birlikte) olmaktır. Müslüman hakkında bundan daha zararlı hiçbir şey olmaz.
Ne fayda ki bu asırda, takva sahibi ulemâ, devamlı bir surette tenkid edilmekte, vazifelerini yapmazlar diye şikâyet edilmekte ve onları avam tabakasının gözlerinden düşürmeye gayretler harcanmaktadır.
Bu ilim değil, halkı dinden uzaklaştırmaktır. Bu telkinler, yine İslam düşmanları tarafından Müslümanların kulağına sokulmuş, akıllarını şaşırtmış hile ve tezvirlerdir. Hiçbir yer yoktur ki, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem o yerde ümmetine bir mesaj vermemiş ve onları hak ve gerçeğe irşad etmemiş olsun. Elbette bu hususta da ümmetine yol göstermek için mesajlar vermiştir.
Nitekim Müslim ve Buhârî’nin de tahric ettikleri Abdullah bin Amr bin As’tan gelen bir Hadis-i Şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Gerçekte Allah ilmi kullarından çekip alıvermez. Amma velakin, ulemâyı kabzeder. Onlarla birlikte ilmi de kaldırır. Nihayet bir âlimi bırakmayacağı zamanda, insanlar cahil reisleri tutarlar; onlara sorulur; insanlara ilimsiz fetva verirler. Bu suretle hem saparlar hem saptırırlar.”(6)
Hadîs-i şerîf mu’cize olarak kıyametin küçük alâmetlerinden bahis buyurmaktadır. Bu hadîsi şerheden ulemâdan birçoğu, zamanlarından şikâyet etmişlerdir. Eğer onlar bizim zamanımızı görselerdi, ne diyeceklerdi?!. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah.”
Fuhuşlar açıkta yapılmaktadır. İçkiler serbest satılmakta… Hâsılı kebâirler alenen işlenmektedir.
Havas uykuda… Avam komada… Artık her bir insan kendi görüşüyle, hevâ ve hevesiyle meydan okumaktadır.
Kendi hesaplarına geleni alırlar. Şeriatten bir hüküm işittikleri zaman, kafalarında çizilmiş olan plana uygun ise kabul ederler; değilse ya tevil ederler, ya reddederler. Bunların hepsi haramdır, zulümdür. Artık Allah Teâlâ için sevgi, Allah Teâlâ için buğzetmek, mü’minler içerisinde ve cemaatler arasında yok olmaktadır. Bu da ayrı zulümdür.
KAYNAK:
1) Müslim h.n.1037 = 98, Buhârî h.n.71, imam Tahâvî Şerh-u Müşkil-il-Âsâr c.4 s.387, h.n.1683.
2) Sünen-i Ebî Dâvûd h.n.3652 yahud 3635, Sünen-i Tirmizî h.n.2952, Neseî, es-Sünen-ül-Kübrâ c.5 s.31 h.n.8086, Tabarânî el-Mu’cem-ul-Kebîr c.2 s.163 h,n.1672, imam Beğavî Mesâbîh-us-Sünne h.n.177.
3) Müsned-i İmam Ahmed c.2 s.300 h.n.7971 ve s.424 h.n.9457, Sünen-i Ebî Dâvûd, h.n.4603 yahud 4579, Hâkim el-Müstedrek c.2 s.223 h.n.2882.
4) Sünen-i Dârakutnî c.4 s.184, Sünen-i Beyhakî c.10 s.12 Hâkim el-Müstedrek c.4. s.115 h.n.7114, Ebû Nuaym Hilyet-ul-Evliyâ’ c.9 s.17.
5) Müslim Mukaddime c.1 s.9, el-ihsân fîTakrîb-i Sahîh-i ibni Hibbân c.1 s.213 h.n.29, İmam Tahâvî Şerh-u Müşkil-il-Âsâr c.1 s.373 h.n.421.
6) Müslim h.n.2673 = 13, Buhârî h.n.100 = 42, el-ihsân fî Takrîb-i Sahîh-i ibni Hibbân c.10 s.432 h.n,4571, imam Tahâvî Şerh-u Müşkil-il-Âsâr c.1 s.283 h.n.306