Ayetlerle İrşad Olan Adam
Zamanının sayılı
zenginlerindendi
Salihlerden Muhammed b. Semmak rahmetullahi aleyh anlatmıştır: “Musa b. Muhammed b. Süleyman el-Hâşimi Beni Ümeyye kabilesinin yaşantı bakımından en müreffehi, hâlce bolluk içinde ve en rahat olanıydı. Giyim kuşam, yeme içme, cariyeler, hizmetçiler, uşaklar! Her türlü lezzeti tatmak için nefsini şehvetlerine adamış biriydi. Onun bu hayatta nefsinin isteklerini yapmaktan başka düşüncesi ve himmeti yoktu. Yakışıklı bir gençti. Yüzünde ayın parıltısı gibi bir nûr vardı. Allah’ın nimeti üzerinde boldu. Öyle ki, ona her sene üç yüz bin dirhem ve üç bin dinar para kâr kalıyordu. Bu paraların hepsini içinde bulunduğu bu şaşaalı hayat için harcıyordu.
Çok ihtişamlı bir evi ve evin bütün şehri gören bir balkonu vardı. Akşamları bu balkonda oturuyor, misafirlerini burada ağırlıyordu. Evinin ön kapıları şehrin en büyük caddesine, arka kapıları da muhteşem bahçelerine açılıyordu.
Evin öyle bir kubbesi vardı ki içlerinden gümüş çubukların geçtiği fildişleri ile donatılmış, altın ile sıvanmıştı. Öyle bir yatağı vardı ki, üzeri simlerle işlenmiş keten bir kumaştan dikilmişti. Başında incilerle süslenmiş bir sarık vardı. Hizmetkârları ve uşakları her zaman emrine amade olarak yanıbaşındaydılar. Odasında şarkı söyleyen cariyeleri bulunurdu ki, bir tek işaretine bakarlardı. Onları dinlemek isteği zaman perdeye doğru bakar, onlar da şarkı söylemeye başlarlardı. Susmalarını istediği zaman eli ile işaret ederdi, susarlardı. İşte bunlar o gencin gece bitip aklı uyuşuncaya kadar yaptığı rutin işleriydi.
Yanında ölümden
hastalıktan bahsedilmezdi
Uyuyacağı vakit hizmetkârlar odadan çıkar, sadece onun istediği kimseler kalırdı. Sabah olduğu zaman, önünde satranç ve tavla oynayanları seyrederdi. Yanında asla hastalıktan, ölümden, herhangi bir rahatsızlıktan veya gam ve kederi hatırlatan bir-şeyden bahsedilmezdi. Yalnızca huzur, rahatlık veren ve komik hikâyeler anlatılırdı. Bulunduğu yerlere güzel kokular serpilirdi. İşte bu gencin böyle bir hayatı vardı! Ta ki ömründen yirmi yedi sene geride kalıncaya kadar…
Yine bir gece balkonunda otururken kederli bir boğazdan çıkan acıklı bir ses duydu. Kendi şarkıcılarının söylediği nağmelere benzemiyordu. Kalbini öyle etkiledi ki, onu bulunduğu hâlden alıp başka bir hâle taşıdı. Şarkıcılarına susmalarını işaret etti. Kalbini etki altına alan bu sesi dinlemek için başını camdan uzatıp caddeye baktı. Ses bazen duyuluyor, bazen kesiliyordu. Hizmetkârlarına sesin sahibini bulmaları ve ona getirmelerini emretti. Hemen dışarı çıkıp sokak sokak aramaya başladılar. Yakındaki mescitlerden birinde ince yapılı, ince boyunlu, sarı benizli, ince dudaklı, saçı başı dağınık, karnı sırtına yapışmış, üzerinde eski elbise, çıplak ayaklı, sürekli mescidde vakit geçiren, her daim Rabbine dua ve niyazda bulunan bir genç gördüler. O acıklı müthiş kelâm ondan geliyordu. Hemen onu mescidden çıkarıp yola koyuldular. Zengin gencin önüne gelene kadar hiçbir şey konuşmadı.
Sefih hayatın esiri olmuş genç, yanına fakir ve sessiz birisinin geldiğini görünce:
– Bu kim? Diye sordu.
– Onu nerede buldunuz?
– Mescidde bulduk. Namaz kılıp, Kur’an okuyordu. Zengin adam fakir gence kibirle bakıp:
– Delikanlı! Sen biraz önce ne okuyordun? Diye sordu.
– Allah Azze ve Celle’nin kelâmını okuyordum, dedi.
– Bize yeniden dinlet, yine oku! Dedi.
Ayetlerle irşad ediliyor
Bunun üzerine genç Eûzü besmele çekerek, “İyiler kesinlikle cennettedir!” mealindeki ayet-i kerimeden, “Karışımı Tesnîm’dendir. (O Tesnîm Allah’a Yakın olanların içecekleri bir kaynaktır”(Mutaffifin; 22-27) mealindeki ayet-i kerimeye kadar okudu.
Sonra da şöyle dedi:
– Ey mağrur kişi! Bu ayet-i kerimelerde anlatılanlar senin oturduğun yere, yattığın yatağa benzemez. O koltuklar öyle yükseltilmiştir ki, üzerlerinden etrafa bakılabilir. Üzerlerinde ipekten yeşil yaygıları vardır ki, onların üstlerinde Allah’ın dostları müminler otururlar. O cennetlerde her türlü meyveden iki çift bulunur. Ve o meyvelerin ardı arkası asla kesilmez, hiç bitmez. O cennetlik kişi istediği hayatı orada bulmuştur.
Tüm bu güzelliklerden bahsettikten sonra: “Yüce bir cennettedirler. Orada boş bir söz işitmezler. Orada (cennette) devamlı akan bir pınar, yükseltilmiş tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra dizilmiş yastıklar, serilmiş halılar vardır.”(Gâşiye; 10-16) mealindeki ayet-i kerimeyi okudu.
“Sonra takva sahiplerine vâdolunan cennetin özelliği (şudur): Onun zemininden ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. işte bu, (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir”(Râ’d; 35) mealindeki ayet-i kerimeyi okudu. Sonra cehennemliklerin azabını anlatan şu mealdeki ayeti okudu: “Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklar. Azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde kurtuluştan ümit kesmişlerdir!” (Zuhruf; 74-75)
Sonra yine kâfirlerle ilgili şu meâldeki âyet-i kerimeyi okudu: “O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde “cehennemin elemini tadın!” denir!”(Kâmer; 48)
Ardından da şu mealdeki ayeti: “İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, kapkara dumandan bir gölge altındadırlar”(Vâkıa; 42-43)
Daha sonra şu mealdeki ayeti kerimeleri: “Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını ve kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de tek kendini kurtarsın. Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o (cehennem) alevlenen bir ateştir. Derileri kavurup soyar. Yüz çevirip geri döneni, (kendine) çağırır! (Servet) toplayıp yığan kimseyi!” (Meâric; 10-18)
En sonunda da şu mealdeki ayeti kerimeyi okudu: “Ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.”(Hicr; 48)
Tevbe edip malını ve canını
Allah’a fedâ kıldı…
Bunları dinleyen zengin genç oturduğu yerden kalkıp sevgisinden genci kucakladı. Hıçkıra hıçkıra ağlarken etrafındakilere:
– Çekilin başımdan, uzak durun benden! Diye bağırdı. Sonra dervişi alıp evinin avlusuna çıktı. Bir hasırın üzerine oturdular. Kaçıp giden kıymetli vakitlerine, zayi ettiği gençliğine ağlıyor, kendine acıyordu. Zâhid ve takva sahibi derviş genç ona sabaha kadar vaaz-u nasihatte bulundu. O da bir daha asla masiyet ve günah işlemeyeceğine dair onun huzurunda Allah’a söz verdi.
Sabah olduğunda tevbesini izhar etti. Hemen mescide koştu ve ibadet etmeye başladı. Sonra altınlarını, gümüşlerini, mücevherlerini, kıymetli elbiselerini derhal sattırdı ve gelen paraları Allah yolunda sadaka olarak bağışladı. Gelir getiren bütün malını mülkünü reddetti, köleleri ve cariyelerinin kimisini sattı kimisini de azâd etti.
Artık sert yünden elbiseler giyiyor, arpa ekmeği ile karnını doyuruyordu. Gecelerini ibadet, gündüzlerini oruçla geçirir oldu. Bazen salih zâtlardan ve zâhidlerden yanma gelen olur ve onu ziyaret eder: “Nefsine merhamet et! Çünkü Mevlâmız Kerim’dir” diye tavsiyede bulunurlardı. O ise aza çok şükrediyor ve şükrü her geçen gün artıyordu. “Ey kavmim! Ben nefsimi biliyorum. Benim cürmüm çok büyük. Mevlâ’ma gece gündüz âsi oldum” diyor, sürekli ağlıyordu.
Bir gün üzerinde sadece kalın iplikten dokunmuş adi kumaştan yapılmış bir cüppeyle yalınayak hac yollarına düştü. Yanında deriden bir su matarası ve azık heybesi vardı. Mekke’ye vardığında hac vazifesini yerine getirdi. Vefat edinceye dek orada kaldı. Allah ona rahmet etsin!”