Beyazıt Kütüphanesi’nin Ruhu: İsmail Saib Sencer
Görme engelli kardeşlerimiz için bugüne kadar yaklaşık 800 kitap seslendirdi Sabahat Varol İnsel Hanımefendi.
O kendini bu hizmete adamış münevverimiz, müstesna bir gönül insanıdır. Okumaktan fırsat buldukça zaman zaman yazar. 2016 yılında “Deli Değil Veli” yazısıyla Eskader tarafından ödüle de layık görüldü. Lakin dediğimiz gibi o daha çok okur. Anadolu yakasında ikamet etmesine rağmen haftanın belirli günleri sabah erkenden kalkar, Beyazıt Devlet Kütüphanesine gelir, okumasını yapar ve tekrar evine geri döner. Yıllardan beridir bu hizmetini aksatmadan sürdürüyor. Engelli kardeşlerimiz için gösterdiği çaba, hamiyetperverlik hiçbir ödülle takdir edilemez. Sabahat Varol İnsel Hanımefendi, seslendirdiği kitapların yazarını ve önemli bulduğu bazı bölümleri de zaman zaman sosyal medyada paylaşır. Bu sefer paylaştığı kitap Zafer Bilgi tarafından kaleme alınan ve Mihrabad Yayınları arasında neşredilen “Kedili Kütüphane’nin Bilge Hâfız-ı Kütübü – İsmail Saib Sencer” kitabıydı. Kitap kapağının yer aldığı fotoğrafın altına İsmail Saib Sencer ile ilgili kısa bir malumatta yazmıştı. Bir bölümü şöyle idi: “On binlerce cilt eserin konusunu, müellifini, tarihini ve şaşıracaksınız ama o kitapların içeriğini de ezbere bilen bir allâme idi İsmail Saib Sencer …”
Bildiği dil en az dokuzdur!
İsmail Saib Sencer, günümüzde Beyazıt Devlet Kütüphanesi olarak hizmet veren “Kütüphane-i Umumi Osmanî” de “Hâfız-ı Kütüb” olarak 43 yıl hizmet etmiş, sıra dışı hafızası ile ün yapmış müstesna bir şahsiyet, kıymeti gelecek kuşaklara mutlaka aktarılması gereken bir büyüğümüz. (Hâfız-ı kütüb; kitapları hıfzeden, muhafaza eden, koruyan kütüphaneci anlamlarına gelmektedir.)
Saib Hoca, rivayetlere göre kitap toplayıcılarının, araştırmacıların, ünlü şarkiyatçıların ve sahafların uzun seneler başdanışmanı olmuştur. Yakınında bulunanların ifadesine göre; on binlerce kitabı tanıyan çok geniş bir hafızaya sahip olması dolayısıyla, çağdaşları olan yerli ve yabancı bilginlerce “Ayaklı kütüphane”, “Fihrist-i ulûm”, “Canlı bibliyografya” ve “Çağının Câhiz’i” gibi sıfatlara lâyık görülmüştür. (El-Câhiz; 775-868 yıllarında yaşamış, Basra doğumlu ünlü Arap bilim adamıdır.)
Kültür tarihçisi Dursun Gürlek’in verdiği bilgilere göre: “Batılı araştırmacılar onun için, ‘Kafasının içi, müdürlüğünü yaptığı kütüphaneden daha zengin olan adam’ benzetmesi yapmıştır.”
İsmail Saib Sencer’in 31 Ocak 1872’te Erzurum’da doğduğu, Erzurumlu Hacı Kurbanzâde Binbaşı Mehmed Şevki Bey ile Ayşe Hatun’un oğlu olduğu, erken yaşta kaybettiği annesinin mezarının Erzurum’da Dervişağa Camii önündeki hazirede yer aldığı, annesinin vefatından sonra Erzurum’dan İstanbul’a geldiği, TDV İslam Ansiklopedisi de dâhil çeşitli kaynaklarda zikredilir. Bu kaynaklar arasında Abdülbaki Gölpınarlı ve Cemaleddin Server Revnâkoğlu gibi isimler de vardır. Millet Kütüphanesi emekli müdürü, rahmetli Mehmet Serhan Tayşi ise üstad Süheyl Ünvere dayandırdığı bilgilere göre onun İstanbul doğumlu olduğunu belirtir. Kendisinin reyi de bu yöndedir. (Milli Gençlik Dergisi, 1978) Türk Meşhurları Ansiklopedisi müellifi İbrahim Alâeddin Gövsa da aynı görüştedir. İsmail Hâmi Danişmend, İsmail Sâib Efendi’yi Kastamonulu olarak gösterirken, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Ziyâeddin Fahri Fındıkoğlu ise, onun Arapgirli olduğunu ileri sürmektedir. En iyisini Allah bilir. Bu durumu Anadolu insanının Yunus Emre hazretleri gibi büyüklerimizi bağrına basmasına benzetirim. Bilindiği gibi bu gibi şahsiyetlerin yurdun farklı bölgelerinde yer alan makam kabirleri vardır. İsmail Saib Hocayı’da sevenleri kendilerine yakın bulduğu için hemşehri kabul etmişlerdir. Yüreği vatan, millet, devlet, ümmet hatta insanlık için attıktan sonra nerede doğduğunun veya öldüğünün ne önemi var?!
İsmail Saib Sencer’in 8 Şubat 1328 tarihli “İcâzetnâme” suretindeki hâl tercümesine göre, Esekapısı’ındaki İbrâhim Paşa İbtidâî Mektebi’ni, ardından Koca Mustafa Paşa Askerî Rüştiyesi’ni bitirdi. Fâtih dersiâmı Arapkirli Abbas Şükrü Efendi ile Süleymaniye dersiamı Ferhad Efendi’den dinî ilimlerde icazetname aldı. Daha sonra Tıbb-ı atîk, (eski tıp) müfredât-ı tıb, teşrîh ve biyoloji gibi ilimlerle meşgul oldu. Arap Edebiyatı konusunda bir uzman olan İsmail Saib Efendi, Farsça, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Grekçe ve Latince de bilirdi. Kimi kaynaklara göre bildiği dil en az dokuzdur.
Başvuru kaynağı,
yol gösterici bir insan…
Bilgisini arttırmak amacıyla Tıp, Eczacılık ve Hukuk eğitimi almıştı. Öğrenimi devam ederken Maarif Nezareti’nin açtığı bir sınavla Bayezid Umumî Kütüphanesi’ne ikinci müdür tayin edildi. O yıllarda kurucu birinci müdür Hoca Tahsin Efendidir. Dursun Gürlek, bu zatın aynı zamanda hattat ve imam olduğunu zikreder. Saib Hoca, Tahsin Efendi’nin vefatından sonra 1896’da birinci müdür olarak tayin edildi. Bu arada medreseyi de bitirip Beyazıt dersiâmlığı (Profesör) unvanını aldı (1902) ve 1903 Martından itibaren Beyazıt Camii’nde ders vermeye başladı.
- Azmi Bilgin, “İsmail Saib Sencer” isimli makalesinde onun görev yeri ve yıllarını ayrıntılı bir şekilde verir. Buna göre İsmail Saib Sencer, 1908’de ibtidâ-i hâric derecesiyle Muharrem Efendi Medresesi ikinci müderrisliği Arap edebiyatı hocalığına, 1911 yılında Sinan Paşa Medresesi’nde Arapça hocalığına, 1914’te Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi kısm-ı âlî Arap edebiyatı müderrisliğine getirilir. 1916-1918 ve 1922-1923 yıllarında muhatap olarak huzur derslerine katılır.1919’da Süleymaniye Medresesi’nde kelâm müderrisliği, 1921-1925 yıllarında Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’nde Arap edebiyatı hocalığı, bir süre de Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi’nde Arapça hocalığı yapar. (TDVİA, c.23; s.123)
Anlatılanlara göre; hayatı boyunca kültürümüzü, medeniyetimizi tanıtmak için gayret sarf eden İsmail Saib Sencer’in kendi döneminde Doğu’da ve Batı’da yazılan ilâhiyat, edebiyat, tarih, felsefe, matematik ve tıp tarihiyle ilgili bazı eserlerin oluşmasında doğrudan veya dolaylı olarak katkıları olmuştur. Onu tanıyanlar, eski müelliflerin yazılarını tanımada, yazma eserlerin bozuk bölümlerini okumada, gördüğü bir yazının hangi yüzyıla ve hatta hangi hattata ait olduğunu tahmin etmede üstün bir kabiliyeti olduğuna şahitlik eder. Bunun yanında Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z- Zünûn’u gibi önemli eserleri tashih ve ilâvelerle zeyl edecek yetkinlikte olduğu rivayetler arasındadır.
Değişik ülkelerden şarkiyatçıların ve Müslüman âlimlerin kendisini sık sık ziyaret edip bilgisine başvurduğu kaynaklarda yer alır. A. Azmi Bilgin, adı geçen makalesinde verdiği bilgilere göre Mehmet Ali Ayni, Abdülaziz Mecdi Tolun, Şerefettin Yaltkaya, Kilisli Rifat Bilge, M. Fuad Köprülü, Osman Nuri Ergin, Mehmed Âkif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Hasan Basri Çantay, İbnülemin Mahmud Kemal, İsmail Hami Danişmend, Muallim Cevdet İnançalp, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Abdülbaki Gölpınarlı, Ahmet Süheyl Ünver, Oskar Rescher, Louis Massignon, ve Helmuth von Ritter gibi ismiler bunlardan bazılarıdır…
Meşreben melâmî, tarikaten
Halvetî-Şa’bânî ve Bayramî
Çeşitli konularda geniş bir bilgi birikimi olmasına rağmen hayatı boyunca eser vermek yerine araştırmacı ve okuyuculara yol göstermeyi tercih etti. İsmail Saib Sencer’in bütün bu birikimlerine rağmen eser vermemesi çeşitli yorumlara sebep olmuştur. Mesela İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihi adlı eseriyle Bursalı Mehmet Tahir Bey’in Osmanlı Müellifleri adlı eserini onun dikte ettirdiği ama hiçbir esere imzasını atmadığı zikredilir.
Yanında uzun yıllar çalışan Oskar Rescher, onun bu tavrını bir yaşama tarzı olarak benimsediği sûfî anlayışından kaynaklandığını, bilgisini ortaya koyarak bir ad yapma isteğinin bulunmadığını ifade etmiştir. Hitler Almanya’sından kaçan Yahudi asıllı, Alman Şarkiyat profesörü olan Oscar Reşer, İsmail Saib Sencer’in vesilesiyle İslam ile şereflenmiş ve Osman Reşer ismini almıştır. Mehmet Serhan Tayşi, adı geçen yazısında Saib Hoca’nın meşreben melâmî, tarikaten Halvetî-Şa’bânî ve Bayramî, aynı zamanda Seyyid Abdülkadir-i Belhî’ye müntesib olduğunu zikreder.
Bugün onlarca eseri bulunan veya hiç eseri bulunmayanların bu durumdan elbette çıkaracağı bazı dersler vardır. Onlarca eseriniz olabilir. Ancak sinelerde, gönüllerde yer edinemediyseniz belli bir süre sonra unutulur gidersiniz. Tam tersine hiç bir yazılı eseriniz olmaya bilir ancak hizmetlerinizle, himmetlerinizle tarih sizden bir şekilde söz eder. İnsanlar takdire şayan çalışmalarınızdan ilham ile yeni bir çığır açabilir ve sizin bundan haberiniz dahi olmaz. Demek ki burada önemli olan sabırla, gayretle çalışmak ve Rızayı Bari’yi kazanmaktır.
İbrahim Refik, İsmail Saib Sencer’i konu edinen bir yazısında, Beyazıt Devlet Kütüphanesi eski müdürlerinden rahmetli Şerafettin Kocaman’a atıfla verdiği bilgilere göre, İsmail Hoca bir ara tıp fakültesine devam eder ve bütün derslerden imtihana girip icazet almaya hak kazanır. Fakat ilginçtir yıllar süren emeğinin meyvesi olan diplomasını almaya gerek duymaz. İlmi dirayetini bilen hocaları, neden diploma almadığını sordukları zaman: “Ben iç dünyamı aydınlatmak, bilgi edinmek için okudum. Diplomaya ihtiyacım yok!” cevabını vererek onları şaşırtır. (Genç Dergi, Sayı, 15 Aralık, 2007)
Abdülbaki Gölpınarlı, İsmail Saib Sencer’i:”Gazali ve Hâce Nasîrüddin kadar mütekellîm, Fahrûddin Râzî kadar müfessir, Buhari ve Kûleynî kadar muhaddis, İbn Sinâ kadar hakîm, Şeyh-i Ekber kadar âlim, Mevlâna kadar âşık ve ârif, Hacı Bayram kadar vâkıf, Kınalızâde kadar zîfünûn bir zât …” olarak vasıflandırır.
Kültür tarihçisi Süheyl Ünver`in ifadesiyle o, “Beyazıt Kütüphanesi’nin ruhu”dur. Yahya Kemal’e göre, “Şark Ercümendi”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya göre ise “Mütebahhir (derin) bir âlim”dir.
Geometriyi de bilirdi
matematiği de…
İbrahim Refik’in adı geçen yazısında verdiği bilgilere göre, ibn-i Heysem’in optik teorisi üzerine çalışan Amerikalı bir bilim adamı, araştırmalarını derinleştirmek gayesiyle İstanbul’a geldiğinde bazı meselelerde tıkanır. Adamı doğruca İsmail Saib Sencer’e gönderirler. İsmail Hoca, “Maalesef bazı yerleri anlayamamışsınız, bunlar böyle olacak.” diyerek optik teorisiyle ilgili adamın yanlışlarını teker teker düzeltir. İsmail Saib`in bu konudaki vukufiyetini gören adam, yeniden Türkiye’ye gelerek Hoca’nın yanında iki yıl klasik optik ve geometri tahsil eder.
Şahin Torun’un bildirdiğine göre Halide Edibe Adıvar’ın ilk eşi Salih Zeki Bey, piyano çalamayan bayanlarla, Fransızca konuşamayan bayların kadından ve adamdan sayılmadığı bir zamanda, Fransa’nın meşhur Sorbonne Üniversitesi’nde matematik tahsil etmiştir. Yurda döndükten sonra bir matematik kitabı vesilesiyle Beyazıt Kütüphanesi’nde İsmail Saib Sencer Efendi’yle tanışırlar ve matematik hakkında konuşmaya başlarlar. Salih Zeki Bey bu sohbetten sonra: “Ben bu kadar yıl Avrupa’da matematik tahsili gördüm; ama matematiği şu molladan öğrendim.”der.
Sarığını çıkartmaz,
görevinden ayrılır…
1920’li yıllarda Şapka kanunu kendisine tebliğ edildiğinde, sahip olduğu değerler ve prensiplerinden fedakârlık edemeyeceğini, sarığını kastederek: ”Biz bununla geldik, bununla gideriz” diyerek üniversitedeki görevinden ayrıldı. Kırk küsur yıl boyunca kütüphaneye sarığı ve cüppesiyle müdürlük yaptı. Onun bazı akşamlar hava almak için Bayezid Meydanına çıktığı, devrimlerin en şiddetli olduğu anda bile, külahı ile dolaşmasına ilminden dolayı bir şey söylenmediği rivayet edilir. Dönemin yönetimi de kendisinin kıyafetine karışmamış hürmet göstermiştir. Zira zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel dahi fikren ters düştüğü halde onun ilmine ve fazlına hayrandır. Hatta onu; “İlim ve fazilette her devir için ölmez bir örnek şahsiyettir” diyerek takdir etmektedir.
Emekli olduğu güne kadar kendisini kütüphaneye vakfeder. Kedileri çok sevdiği için kütüphanesinin ismi “Kedili Kütüphane” olarak ünlenmiştir. Saib Hoca`nın, bazılarına göre 80, bazılarına göre ise 150 kadar kedisinin olduğu ve maaşının yarısını bu kedilerin boğazına sarf ettiği rivayet edilir. Bu sebeple İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı onu, “Zamanın Ebu Hureyre’si” olarak nitelendirmiştir.
Mehmet Niyazi bir yazısında ondan şöyle söz eder: “Bazen dara düşer, haysiyetli bir adam olduğu için herkesten para almazdı. Borç aldığı iki insandan biri Tatar ve ayakkabı tamircisi, diğeri de güvercin besleyen bir hanımdı. Bu ikisi onun sırdaşı idi. Aybaşında maaşını aldıktan sonra önce borçlarını kapatırdı.” Bu borçlanmanın sebeplerinden biri de Boğazdan, Kandilli’den, Beykoz’dan gelen ziyaretçilerin çay ve kahve ücretleridir. Zira kütüphaneye gelen misafirlerin bir kısmı, içeceklerin ücretini Saib Hoca’nın üzerine yazdırır, o da bu duruma hiç ses çıkarmazmış. Hatta kahveciye şöyle dermiş: “Bunlar iyi insanlar. Ta uzaktan vapurla geliyorlar, kendilerini kütüphanede çaysız bırakmak olmaz.”
Kırk yılı aşkın bir süre çalıştığı Beyazıt Umumi Kütüphanesi’nden 1939 yılı sonlarında emekli olunca İbnü’l-Emin Mahmud Kemal’le beraber Kütüphaneler Tasnif İşleri, ardından İslâm Ansiklopedisi ilmî müşavirliğinde bulundu. Bu sırada kendisine Lâleli’de Râgıb Paşa Kütüphanesi’nin girişindeki ilkokulun bir odası ikametgâh olarak verildi. 22 Mart 1940’ta vefat etti. Bir beyitle de ölümüne tarih düşürmüştür:
“Nâil-i rahmet-i rahmân olsun,
Dâhil-i ravza-i rıdvân olsun”
Katılanların şehadetine göre; cenazesi görülmemiş bir kalabalık tarafından kaldırılmış ve Merkezefendi’nin yanı başında yer alan, aile kabristanına defnedilmiştir. Kabri, Merkezefendi Cami yönünden mezarlığa girildiğinde, sol kolda 25 metre ileridedir. Mezar taşında şu ifadeler yer alır:
“Allah!.. Eski Dârülfunûn Edebiyat-ı Arabiye Müderrisi ve Bayezid Umûmî Kütüphânesi Müdirliğinden Emekli, Bayezid Dersiâmlarından, Şarkiyyât Mütehassısı Hoca İsmail Saib Sencer Burada Medfundur.”
1289-1940 Mezar taşında âlimlere mahsus sarıklı bir başlık bulunmaktadır. Taşın arka yüzünde nefis bir nesîhle şu kitâbe hâkk edilmiştir:
“Ya Bâki…
Okuyup hâl ile lâ havfe aleyhim nassın
Göz yumub terk-i vücud itdi veliyy-i âgâh
Âşık’a mevt visül olduğunu anlatdı
Öldüğü dem âzim’i dergâh-ı ilâh
Yazdı tarihini hasretle Muhammed sâlih
Göçdi fahr ü’l- ulemâ İsmâil Sâib ah…”
İsveç Başbakanı;
“Dünya ilminin başı sağolsun…”
Dostları ve sevenleri tarafından ölümüne pek çok tarih düşürülmüştür. Bunlardan birisi de;
Melâmi Şeyhi Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolon Efendiye aittir. Merhûm pîrdaşı’nın vefatına çok üzülerek, irticâlen: “Mâte Kutbu’l-ârifin” arapça ibaresiyle ( Âriflerin kutbu öldü) ölümüne tarih düşürmüştür. Yakınında bulunan ve ona ait pek çok bilgiye başvurduğumuz İbnülemin Mahmud Kemal İnal’da Saip Hoca’nın ahrete irtihalinden sonra hakkında 30 dizelik bir manzume yazarak sonuna “Gitti İsmail Efendi cennete” (1359) mısrasıyla tarih düşürmüştür. Kedilerle olan münasebetini de konu edinen manzumenin iki dörtlüğü şöyledir: “Kırk sene talim-i cihn ü marifet / Etti İsmail Efendi millete / Sahib-i hulk-i hasen bir zat idi / Layık olmuştu bihabibin hürmete / Müşkülatı hallederdi rıfk ile/ Talibi teşrik ederdi gayrete / Nazikâne hâl ü kâli bî riya/ Herkesi mecbur ederdi rağbete…”
İsmail Saib Sencer Hoca, ebediyete intikalinde de muhteşem bir ders verir vefatı dolayısıyla: “Dünya ilminin başı sağ olsun…” diyerek taziyelerini bildiren İsveç Başbakanı’nın telgrafıyla, başta dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere devrin ileri gelenlerini hayretler içinde bırakır. Şahsî kütüphanesindeki kitapları Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde kendi adını taşıyan bölümde muhafaza edilmektedir.
Son Söz
Günümüzde müşküllerimizi çözecek âlimlerin sayısı iyice azaldı. Çevremizde “ayaklı kütüphane” deyimine hakikaten reva göreceğimiz münevverlerinizin sayısı ne kadardır? “Hâfız-ı kütüp” kavramının günümüzde yeri ve bir anlamı var mıdır?
Hassaten kütüphane ve benzeri bilgi merkezlerinde çalışanların özenle seçilmesi gerektiğini de bu vesileyle daha iyi idrak etmiş bulunuyoruz. Bu gibi işler özveri, sabır ve kadirşinaslık ister. Her meslekte olduğu gibi bu meslekte de işine âşık, kendisini mesleğine adamış “vakıf insanlar” azda olsa vardır, onları ne yapıp edip arayıp bulmalı ve bu alanlarda istihdam etmeliyiz. Evet, bu gibi meselelerimizi konuşmalı, tartışmalı, sorgulamalı ve yeni İsmail Saib Sencerlerin ve Sabahat Varol İnsel’lerin yetişmesi için var gücümüzle çaba sarf etmeliyiz. Geleceğimiz işte buralardadır…