Biz Allah’ın Kölesiyiz
Güzel ahlak imana, kötü ahlak küfre yakındır
Allah-u Zülcelâl, Kuran-ı Azimüşşan ile kullarını selamet yoluna çağırıyor. Hem dünyada hem ahirette Kur’an ahlakında selamet vardır. Allah-u Zülcelâl, bu konuda ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan (dert)lere bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.” (Yunus, 57)
Hakikaten Kur’an-ı Azimuşşana baktığımız zaman, hem dünya huzuru hem ahiret huzuru içinde vardır. Dikkat ederseniz Musa Kelimullah’dır. Peygamberlerin içinde Tur-u Sina Dağında Allah onunla konuşurdu. Ulu’l-Azm Peygamberlerdendi. Firavun da hepiniz biliyorsunuz -hâşâ- “Ben Rabbim! Allah Rab değildir. Ben Rabbim” diyordu. Allah’a karşı geliyordu. Öyle olduğu halde, bakınız Allah ne buyuruyor Musa aleyhisselama; “(Kardeşin Harun ile birlikte gidin de) ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler yahut (Allah’tan) korkar.” (Tâhâ, 44)
Bakınız, Kur’an ahlakı ne kadar güzeldir. İnsan hayran kalıyor. Böyle Firavun gibi bir kişi, Allah’a karşı geliyor, hatta “Ben Rabbim” diyor. Böyle olduğu halde, Allah’ın ahlakına bakın “Yumuşak dille ona söz söyleyin.” Buyuruyor.
Duyuyorum ki bazı kimseler, insanlara nasihat ederken çok sert sözler söylüyorlar. Hakaret eder gibi güya nasihat ediyor o kimselere. Sanki -hâşâ- karşısındaki kişi Firavun’dan daha beter ve kendisi de Musa aleyhisselamdan daha iyidir! Ona öyle sert davranıyor. Öbürü de ona sert bir karşılık veriyor. Bunların her ikisi de böyle yanlış davranarak İslam ahlakını, tasavvufu bozuyorlar. Menfaat yerine zararlı oluyorlar. Duyuyorum bunları…
Rica ediyorum sizden. Rica ediyorum, böyle yapmayın. Görüyorsunuz İslam hizmetleri, Müslümanlar ne hale gelmiştir. Hep nefisten kaynaklanıyor bunlar, biliyorsunuz. O diyor “Ben iyiyim, sen kötüsün.” O da diyor “Ben iyiyim, sen kötüsün!” bu sefer diğer Müslümanlar da, insanlar da onlara bakıyorlar ve yanlış düşüncelere kapılıyorlar. Menfaat yerine, zarar oluyor bu sefer.
Güzel ahlak! Güzel ahlak, İslam’ın temelidir. İmanla beraberdir. Kötü ahlak da küfürle beraberdir.
İki dünyada da Kuran Ahlakıyla
selamet bulunur
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem efendimize sormuşlar; “Ya Resulellah bir kadın vardır gecelerini, hep ibadetle, namazla, zikirle, taatle geçiriyor. Ama ahlaksızdır. Kendi etrafındaki insanları, komşularını rahatsız ediyor.” “Onda hayır yoktur, o cehennemdedir” buyurmuş peygamber aleyhisselam. Yetmez mi bu bize! …
Kötü ahlak böyledir. İnsanların birbirlerine karşı sert davranmaları, birbirlerini rahatsız edecek şekilde hareket etmeleri, insanların buğzedeceği hal içinde olmaları hepsi kötü ahlaktır. Bir vesileyle demişler, “Ya Resulellah bir kadın da vardır, farz namazlarından, farz olan kısım ibadetlerden başka fazla da bir şey yapmıyor. Ama güzel ahlak sahibidir. Hiç kimseyi incitmiyor.” Efendimiz aleyhissalatu vesselam, “O cennettedir.” buyurmuşlar.
Bu bize ibret olarak, ders olarak yeter. İki olay da bize ahlak konusunda yetiyor. Elimizden geldiği kadar güzel ahlakla birbirimize davranalım. Kuran’ın ahlakından ayrılmayalım. Annemiz Aişe radıyallahu anhaya: “Peygamber aleyhisselatu vesselamın ahlakı nasıldır?” diye sormuşlar. “Peygamber aleyhissalatu vesselamın ahlakı Kuran’dır” diye cevap vermiştir. Çünkü Kuran bizi, selamete götürüyor, Allah’ın rahmetine götürüyor. Kalbimizin içindeki kötü hal ve sıfatlar için şifadır.
Yani, Kuran’ın içindeki ahkâmla muamele edebilirsek, onun hükümlerini hayatımıza hâkim kılabilirsek neticesinde hem dünya hem ahiret huzuru vardır. İki dünyanın selameti, Kuran’ın ahlakındadır.
İnsanın, daima diğer insanlara menfaatli olması lazımdır. Allah da rahmeti ile muamele edecek öyle kimselere. Kişi, Allah’ın kullarına merhametli ve şefkatli olduğu zaman, Allah da şefkatle, merhametle muamele edecektir ona.
İnsanı seçkinlerden kılan dört vasıf
Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anhu: “Dört şey vardır ki kim onlara sahip ise, kimde o vasıflar varsa bilin ki o kimseler Allah’ın yeryüzündeki en seçkin kullarındandırlar.” diyor.
Birincisi; tevbe edenlerden dolayı sevinmek. Bakınız, bizim yolumuzda ne güzel şeyler vardır. Kıymetini bilmiyoruz. Bir kişi gördüğün zaman tevbe ediyor, onun için sevineceksin. Şeytanın yanından ayrıldı, Rabbimin tarafına geldi. İşte, buna sevineceksin.
İkincisi, günahkârlar için istiğfarda bulunmak; “Ya Rabbi bu günahkârları aff u mağfiret et. Onlara merhametinle muamele et. Onları devam ettikleri kötü yoldan çevir. Onlara hidayet yolu nasip et…” Bu şekilde onlara istiğfarda bulunmak da Allah’ın yanında seçilmiş olan kulların vasıflarındandır, diyor Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anhu.
Üçüncüsü de Allah’ın yolundan ayrılmış kimseleri, tekrar Allah’ın yoluna çağırmak, şeytan, nefis ve dünyadan onları ayırıp Allah’ın ibadetine, tevbeye, zikre, taate davet etmek. Bunu yapan kimseler de seçilmiş kullardandır, buyuruyor Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anhu. Bu şekilde hizmet eden şahıslar, Allah’ın kıatında çok kıymetlidir. Onun kıymetini bilelim. Fakat şuna da dikkat etmemiz lazımdır.
Kıyamet gününde Allah-u Zülcelal soracak: “Siz kimi seviyordunuz?” Herkes korkudan, “Ya Rabbi senden başka kimi seveceğiz? Sen bizim Rabbimizsin, Halıkımızsın, bizim rızkımızı veriyorsun, bize ruh vermişsin, her şeyimiz senin elindedir, Senden başka kimi seveceğiz?” Allah-u Zülcelâl, delilleri ile birlikte diyecek, “Ey kulum, sen yalan söyledin!” Neuzubillah.
Çünkü dünyada kural kaidedir; kim kimi seviyorsa daima ondan bahsediyor. Bir genç, bir kıza âşık olursa daima ondan bahseder. Dünya ehli nerde oturursa hep dünyadan bahsederler. Allah’a âşık olanlar da nerede oturursa Allah’tan bahseder. Değil mi? Bir kaidedir, kuraldır bu. O şekilde Allah delil ile bizi susturacak.
Bülbül misali her yerde
Allah’tan bahsedelim
Eğer doğru isek nasıl bülbül bu dalın üzerinden ötüyor, öbür dala gidiyor, orada da ötüyor, başka bir dala gidiyor orada ötüyor. Eğer biz de aynı o bülbül misali nereye gidersek gidelim Allah-u Zülcelal’den bahsedersek onların hepsi amel defterimize kaydolacaktır. Bizim yanımızda bulunan ve amellerimizi yazan Kiramen Katibin melekleri bizim için şahitlik edecekler ve “Bu kul bunları yaptı, biz bunları yazdık.” diyecekler ve hepsi önümüze gelecektir.
İşte, o zaman Allah-u Zülcelâl “Ey kulum sen beni seviyordun. Sevgin hakikiydi. Çünkü nereye gitsen hep Ben’den bahsediyordun. Aklınla, ruhunla, fikrinle hep beni düşünüyordun. O zaman bizden razı olacak ve cennet-i âlâ ile bizi müjdeleyecektir.
Allah’tan uzaklaşıp şeytana yakınlaşmış olan kişiye “Rabbinin yoluna gel” diye seslenerek, o kimseleri tevbeye, zikre, taate, ibadete çağıranlar Allah’ın seçilmiş kullarındandır. Bunu yapınız! Yani, oturduğunuz yerden “Ahmet böyle yaptı, Mehmet şöyle yaptı” gibi konuşmaların yerine, “Tevbe, bak işte böyle iyidir, tevbe kurtuluştur” deseniz, bu daha iyi değil midir? “Ahmet şöyle yapmış, Mehmet böyle yapmış” demenin bize ne menfaati var? …
Dördüncüsü ise; “İyilik yapan şahıslara yardımcı olmaktır.” Şimdi görüyoruz, arkadaşlarınız sohbet düzenliyorlar; bir taraftan nasihat ediyorlar, bir taraftan tevbeye davet ediyorlar. Onlara yardımcı olursanız siz de Ebubekir Sıddık radıyallahu anhunun söylediği, Allah katında seçilmiş kullardan olacaksınız. Ama bazen duyuyorum -Allah muhafaza!- engel oluyorlar birbirlerine…
Neuzubillah, birisi sohbet ediyor, hizmet yapıyor, İslam dini için ruhunu feda ediyor; bazısı da kendi nefsine uyuyor, diğerine engel oluyor. Böyle yapan kimseler, işte tam bunun tersidir. Onun yaptığı bu işte, Allah’ın gazabı vardır! Ama o da yardımcı olursa Allah u Zülcelâl onu sevecek, Allah’ın katındaki seçilmiş kullardan olacaktır.
“Biz Allah’ın kölesiyiz!”
Onun için Ebubekir Sıddık radıyallahu anhunun saydığı bu dört tane vasıftan, kendimizi mahrum etmeyelim ki Allah-u Zülcalel’in katında seçilmiş kullardan olalım inşaallah. Ebubekir Sıddık radıyallahu anhu devam ediyor, “Sonu ateş olan hiçbir rahatlıkta menfaat yoktur.”
Bazı insanlar rahat davranıyorlar, namaz kılmıyorlar, oruç tutmuyorlar, güya kendilerini rahat ettiriyorlar. Serbest dolaşıyorlar sanki hürlermiş gibi…
Biz hür değiliz, köleyiz! Allah’ın kölesiyiz. Efendisi kölesine, ne emrederse o köle onu yapar. Zerre kadar onun emrinden çıksa Efendisi onu cezalandırır. Bizler de Allah’ın kölesiyiz. Önümüze ne gelirse onu yapacak durumda değiliz. Allah bize ne emretmişse, onun emirlerini ve nehiylerini yerine getirmemiz lazımdır.
Önümüze ne çıkarsa hür olarak davranır ve onu yaparsak bu çok büyük rahatlıktır ama ondan sonra da ateş vardır! İşte, böyle olan rahatlıkta hayır yoktur. Rahatlığın sonunda ateş varsa o hayır sayılmaz, rahatlık sayılmaz. Rahatsızlığın sonunda da cennet varsa o rahatsızlık değildir yine. Oruç tutuyorsun, namaz kılıyorsun, Hacca diyorsun, Allah rızası için bazı sıkıntılara katlanıyorsun, rahatsız oluyorsun, zor geliyor sana, ama ondan sonra cennet olduğu için, rahatsızlık sayılmaz bunlar, diyor Ebubekir Sıddık radıyallahu anhu.
Günahta zillet, Allah’a itaatte izzet vardır
Günahla birlikte, Allah’a karşı gelmekte daima zillet vardır. Allah Azze ve Celle bizi, aziz yapmak istiyor. Biz de nefsimize uyarak, kendimizi zillet içinde rezil etmek istiyoruz. Yanlıştır bu. Mutlaka taatle birlikte de izzet vardır; günahla birlikte de zillet vardır, bunu böyle bilelim. Ayet-i kerimede buyuruyor Allah-u Zülcelâl: “Kim, zerre miktarı hayır işlerse onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlerse onu görür.” (Zilzal; 7-8)
Allah’ın rahmeti kişiye; onun talebine, isteğine ve ameline göre geliyor. Ayette haber veriliyor. Kaybolmuyor, herkes ne hayır, ne de şer yapmışsa görecek…
Elimizden geldiği kadar, dünyadan imanla ayrılmanın sebeplerine sarılmamız lazımdır. Neuzûbillah, bazı insanlar önce iyidir; namaz kılıyor. Sonra bakıyorsun kötü oluyor, istikametsiz oluyor. Sonra -neuzûbillah- imansız olarak dünyadan ayrılıyorlar. Ayet-i kerimede Allah buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Al-î İmrân; 102) Ancak İslam dini üzere ölün. İmanla, ancak Müslümanlar olarak can verin, diye Allah emrediyor bize.
Biz bilmiyoruz bugün mü öleceğiz, yarın mı, öbür sene mi? Ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz için her an ölüme hazırlıklı olmamız lazımdır. Bir arkadaşınız İstanbul’dan uçakla gelmişti buraya. Ağlıyordu. “Niye ağlıyorsun?” dedim. Dedi “Ben uçakta iken, ‘Ölüme hazır değilim. Havadayken bu uçak düşecek olursa benim halim ne olacak? … O halde geldim ben. Bu hal üzerimden henüz gitmedi, ağlamam geliyor, ağlıyorum…” Diyor.
Haklıdır, çok haklı… “Ne kadar yaparsak azdır” diyeceğiz. “Ne kadar yaparsak azdır” diyecek, “Allah’ın hakkını tam yerine getiremedim” diyeceğiz. Elimizden geldiği kadar bu gibi düşüncelerden ayrılmayalım, bu gibi düşünceler Allah’ı hatırlatıyor bizlere.
Hiç durmamamız, hep anlatmamız lazım…
Bazı gençler geliyorlar, “Buradan gittikten sonra, bazı zamanlar onbeş gün, bazen bir ay, bazen iki ay, bazıları da bir hafta… Ancak o kadar idare ediyorum, sonrasında ise maneviyatım bozuluyor yine” diyorlar. Çünkü çevre bozuktur. Kötü çevrenin tesirinde kalıyorlar. Kötü arkadaşlarıyla beraber kötüye gidiyorlar. Onun için diyorum, hiç durmamamız lazımdır. Devamlı birbirimize nasihat etmemiz lazımdır.
Çevre bozuktur. Hizmet, emri bil maruf nehyi ani’l-münker ancak anlatmakla oluyor. Fasıkların, kâfirlerin yolu kolaydır. Nefis istiyor hiç çalışmasalar dahi, kendi kendine yürüyor onların işi, nefis istiyor çünkü onları… Ama bizimki yokuştur, insanların nefsi çıkmak istemiyor. İşte onu çıkarmak için gayret göstermemiz lazımdır.
Bu imanla dünyadan ayrılmak da ancak kalbin ıslahı ile olur. Kalp ıslah oldu mu gerisi kolay oluyor. Bütün azalar onun arkasından geliyor. Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşlar; “Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte, bu et parçası kalptir.” (Buhari, Müslim)
Onun için elimizden geldiği kadar kalbin ıslahı için gayret göstermeliyiz. Azalar kalbe tabidir. Niyetimizi daima Allah rızası için yapmalıyız. Bu çok mühimdir. Az bir şey yapıyorsun niyetle, Allah’ın rızasını kazanmış oluyorsun. Ama dünya gibi ibadet yapıyorsun ama boştur, riyaya bulanmıştır. “Şirk-i sağir” yani, küçük şirktir, riya. Hep Allah için yapmamız lazımdır.
Sen sabahtan akşama kadar, akşamdan sabaha kadar burada namaz kılsan, en eftal ibadet namazdır ama bu “İnsanlar beni görsünler” diye yapıyorsan, seninle Allah arasında bir alaka yoktur. Bu günahtır, sevap değildir. Yani, ne yaparsak Allah için yapalım. O zaman Allah da bize yardımcı olacaktır.
Allah yardımcı olduğu zaman kolay olur, günahlardan bizi muhafaza eder, ibadet de kolay olur. Nefisle değildir! Elimizden geldiği kadar, Allah için bir şeyler yapmamız lazımdır. Allah ile huzurlu olarak yapalım kendi nefsimizle değil. Allah’tan isteyelim. Kuvvet ancak Allah’tandır. Allah her şeye kadirdir, her şeye… Her şeye kadir olduğu için Allah’tan iste, sana yardımcı olduğu zaman iş hallolur.
Allah-u Zülcelâl, kendi razı olacağı şekilde bize salih ameller nasip etsin. Bizi kendi nefsimize teslim etmesin. Nefsimizi hayırlarda kullansın inşaallah.