Bize ‘Deli’ Desinler
Yeterince hizmet etmiyoruz
Allah Azze ve Celle ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.” (Zariyat; 56) Allah-u Zülcelal, insanları başıboş hareket etsinler, nefislerinin istediği gibi yaşasınlar diye yaratmamıştır.
Efendimiz aleyhissalâtu vesselâmla birlikte, Bedir Harbi’nde üç yüz mümin vardı, üç yüz küsür mümin…
Harpten bir önceki gece, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz kendisi için hazırlanan yerde durmadan ibadet yapıyor, ardından da Allah-u Zülcelal’e “Allah’ım! Bana yaptığın vaadini yerine getir. Sen, şu bir avuç topluluğu helak edersen, (kâfirler onlara galip olurlarsa) artık sana yeryüzünde ibadet edecek hiç kimse kalmaz!” diyerek, öyle yalvarıyordu ki Efendimizin cübbesi mübarek sırtından düşmüş, bu hali gören sahabe efendilerimiz, Hazreti Ebubekir radıyallahu anhu Efendimiz, dayanamayıp üzüntüden ağlıyorlardı.
Kardeşlerim, bizim de bu zamandaki halimiz aynen öyledir. Biz çok geriye gidiyoruz. Müminler olarak, Müslümanlar olarak çok geriye gidiyoruz. İslam için yeterince çalışmıyor, İslam hizmetinde gayretli olmuyoruz. Ya dünyayla, ya hep keyf ü sefayla; çayla, boş konuşmakla, malayani işlerle meşgul oluyoruz. Bu şekilde ömrümüzü bitiriyoruz. Biz bu haldeyken, mümin kardeşlerimiz de günahlara, şeytana, dünyaya, küfre meylediyorlar ve bu şekilde dinimizi kaybediyoruz!
Git gide Allaha ibadet edecek, hakiki olarak bir toplum, bir cemaat kalmayacak. Çalışmıyoruz, İslam için, Müslümanlar için, dinin yaşanması için yeterince gayret göstermiyoruz. Bu konuda çok üzgünüm.
Çalışalım! Her nerede oturursak Allah’tan bahsedelim. Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerinden, Allah-u Zülcelal ve Hazreti Resûlullah Efendimize itaatten bahsedelim. Allah-u Zülcelal’in rızası bundadır. Daima söylüyorum; Allah’a âşık olalım. O bize kalacak, o bize yarayacak, bize menfaat verecek olan odur. Kabirde onu öyle bir güzel göreceksiniz, onunla öyle ferahlanacaksınız ki ancak karşılaştığınızda bunun güzelliğini anlayabilirsiniz.
Herkese tevbeyi anlatalım…
Her bir insanın eline, kıyamet gününde bir kitap verilecek. Sabahtan akşama kadar ne yapmış isek kıyamet gününde, o kitapta bir sayfa olarak karşımıza çıkacak. Eğer Allah’ın zikriyle, ibadetiyle, İslam hizmetiyle meşgul olmuş; tevbeyi, namazı anlatmakla ömrümüzü geçirmiş isek o sayfa, şarkla garbı aydınlatacaktır. O kadar bir ışık, o kadar bir nur, aydınlık meydana çıkacak… ‘Cehennem ehli dahi o sayfayı gördüğü, o nura baktığı zaman azabı hafifleyecek’ diye söylenmiştir. O kadar ferah, o kadar güzel ve muazzam bir şeydir!
Eğer bir kul da bunun aksine ömrünü, günlerini hep gafletle, hep malayani ile hep günahlarla geçirmişse onun kitabının sayfaları da kıyamet gününde açıldığı zaman, bir karanlık, zulmet, pis bir koku ortaya çıkacaktır. Eğer diyor kitap, “Cennet ehli onu görürlerse cennet nimetlerinden lezzet almaları azalırdı.” O kadar biçimsiz, o kadar kabih bir şeydir, yani o kadar sıkıntılıdır.
Günlerimiz bu şekilde öyle ya da böyle geçiyor. Boşa harcamayalım onları. Elimizden geldiği kadar arkadaşlarımıza anlatalım, çalışalım. Onların imanına bak, bomba gibiydiler! Ashab-ı Kiram’dan bir kişi, bir yere gitseydi, kimi görse, kiminle karşılaşsa, rastladığı bütün insanları imana davet ediyordu. Çünkü onlar, Allah’a âşık idiler, imanları kuvvetliydi.
Bizde elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar onlar gibi yapalım. Onlar ne şekilde yapmışlarsa biz de o şekilde; nerede oturursak hep Allah’tan bahsedelim, Allah’ın rızasını kazandıracak amellerden bahsedelim. Bahusus tevbeden bahsedelim. Çünkü bir insan tevbe etmezse Allah-u Zülcelal’in rızası yolunda başarılı olamaz, o yola giremez. Tevbe etmeyen insan, Allah-u Zülcelal’in rızasını kazandıran amellerle arasını düzeltemez. O kimse Allah-u Zülcelal’e dua da ederse olmuyor.
Şimdi bakın! Dünya hayatına baktığımız zaman, nasıl bir kişi bir yere gitmek için oraya götüren bir yola giriyorsa tevbe de öyle Allah-u Zülcelal’in rızasına götüren bir yoldur. Sen o yola girmezsen o yere gidemezsin.
Tevbe, böyledir işte. Bakmayın, din garip olmuş, şimdi insanlar kıymetini bilmiyorlar. Tevbe, kişiyle Allah arasında öyle bir vesiledir ki, sayılamayacak kadar kıymetlidir. Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Eğer siz, büyük günahlardan kendinizi muhafaza ederseniz, Allah azze ve celle sizin küçük günahlarınızı affeder ve çok güzel bir yere sizi nasip edecektir.”
İbadet; Allah’ı tercih etmektir
İnsanın daima Allah-u Zülcelal’in ibadetini tercih etmesi lazımdır. Bir insan, karşısına dünyevi her ne çıkarsa çıksın, onu değil de Allah-u Zülcelal’in ibadetini tercih ettiği zaman, esasında Allah-u Zülcelal’i tercih etmiş oluyor. Çünkü ibadet, Allah’ı tercih etmektir. Allah-u Zülcelal’e ibadet etmek, Allah’ı tercih etmek manasına geliyor.
Onun ibadetini tercih ettiğimiz zaman, hem dünyamızı hem de ahiretimizi düzeltecektir. Bir kişi, “Ben inanıyorum ki Allah-u Zülcelal kuluna yardım eder.” Diyor. Değirmene gidiyor. O gün onun bahçesinin sulama sırasıdır. Bir cuma günü, değirmene gidiyor, buğdayı indiriyor merkepten, merkep kaçıyor. O orda öyle kalınca merkep kaçtı zaten, buğday orda kaldı. O da diyor bugün cuma günüdür, herkes gitti zaten, sulama da köydedir, uzaktır benden, cuma günü ben Allah-u Zülcelal’e ibadeti tercih edeyim, cuma namazına gidiyor.
Eve gidiyor ki merkep eve gelmiş. Bahçeye gidiyor ki bahçe sulanmış. Ne oldu? Bizim komşu, kendi bahçesini suladığı zaman, su fazla olduğu için, onun bahçesini de sulamış. Merkep de eve gelmiş. Şimdi buğday kaldı orda. Onun komşusu, kendi buğdayı zannederek, yanlışlıkla onun buğdayı değirmene almış. Getiriyor eve ki onun buğdayı değil, onun çuvalı değil. Anlıyor ki komşusunun çuvalıdır. O çuvalı da onlar getiriyor.
Neticede, Cuma namazını kıldı, merkep de eve geldi, bahçe de sulandı, buğday da eve geldi. Niçin? Allah-u Zülcelal’in ibadetini tercih ettiği için. Çünkü her şey Allah’ın elindedir. Allah her şeye kadirdir. Her şey onun hazinesindedir. Onun için ibadeti tercih edelim. Sebeplere sarılalım, fakat her şeyden önce, dediğim gibi Allah-u Zülcelal’in ibadetine düşkün olalım, yapamadığımız zaman da buna üzülelim, mahzun olalım.
İlk önce kendime, sonra mü’min kardeşlerime diyorum: “Allah-u Zülcelal’in ibadetine, zikrine, taatine, Allah-u Zülcelal’in zatına meyilli olalım. Daima kalbimiz ona meyilli olsun. Daima, ben ne yaparsam Allah-u Zülcelal benden razı olacak?
Bir kaç defa anlatmıştım; bir kişi, Allah-u Zülcelal’in rızasına öyle düşkündü ki, caminin kapısının önünde öyle gidip geliyor, “Acaba ben ne yaparsam Allah-u Zülcelal benden razı olacak?” Allah, o zamanki peygambere, vahiy gönderdi; “O kişiye söyle, Ben onu sıddıklardan yazdım.”
Allah onun kalbine bakıyordu, böyle meraklıydı Allah’ın ibadetine, zikrine Allah’ın rızasına. ‘Ben ne yaparsam acaba Allah benden razı olacak? ‘ Öyle meraklı olduğu için, mahzun olduğu için Allah da onun kalbine bakıyordu. Böyle olalım, elimizden geldiği kadar.
Halimizi gözden geçirelim…
İlk önce kendime söylüyorum, sonra size tembih ediyorum, böyle olalım işte. “Ben nasıl Allah’ı razı edeceğim? Ölürsem Allah-u Zülcelal benden razı olmazsa ben daha ne için dünyaya geldim!” Kendimizle hesap görmemiz lazımdır böyle.
Bu hal üzere öldüğümüz zaman, Allah-u Zülcelal kalbimize baktığında, “Benim kulum ne kadar düşkündür benim rızama, benim zatıma, benim af ve mehabbetime ne kadar meraklıdır?” desin. İşte, o zaman rızasını ve cennetini bize nasip edecek Allah ve azze ve celle.
Böyle yaptığımız zaman, Allah-u Zülcelal; “Allah-u veliyyul mu’minun” diyor Allah. Allah mü’minlerin sahibidir. Sahip çıktığı zaman bize, her şey kolay olacaktır. O çok Allah’a düşmanlık yapan şeytana karşı da Allah kafi gelecektir bize.
Bir kişi de hasta yatağında, “La ilahe illallah” dediler ona. Hatırlattılar. Yüzünü çevirdi. İki üç sefer söylediler, yüzünü çeviriyordu. Üçüncü dördüncü sefer de “Söylemem” dedi. Çok üzüldüler onun etrafındaki cemaat. Bir miktar hafifledi onun sekeratı, kendine gelir gibi oldu. “Bana bir şey söylediniz mi?” Diye sordu. “Evet, biz ‘La ilahe illallah’ de, dedik. Üç sefer başını çevirdin. Son olarak dedin; ‘Yok söylemem.’ dedin.” Dediler.
“Benim haberim yok ki; şeytan benimle meşgul oluyordu. Bana dedi ki, küfür kelimesi söylüyordun. ‘İsa Allah’ın oğludur.’ de. Çevirdim yüzümü ondan. Son olarak pis bir şey söyledi. Ben ‘Söylemem.’ dedim, elindeki bardağını, suyunu yere attı ve kaçtı. Ben onunla meşguldüm, sizinle değil.”
Yani, insan eğer Allah-u Zülcelal’e, ibadetine, rızasına, onun hizmetine meraklıysa Allah-u Zülcelal o kişiyi, hem dünyada hem ahirette, hem sekeratta, her zaman ona yardımcı olacaktır inşaallah.
Kalbimizle Allah’a yönelelim
Allah-u Zülcelal’in yolu, Allah-u Zülcelal’in tavsiye ettiği şeyler ne kadar güzeldir. Bir kişi, kalple Allah’a yönelirse, bazıları Kur’an okuyor, ibadet yapıyor amma her şeyin tasası dünyadır, hiç alakası ibadetle yoktur. Bu, Allah’ın yanında makbul değildir. Kalple, kalple Allah’a yönelelim. Eğer ibadetimizi gafletle yapar, zikrimizi yapmaz, taat yapmaz, gafletle vaktimizi geçirir de bunun için mahzun olur, üzülürsek, bunlardan tevbe edersek, inşaallahu teala, Allah-u Zülcelal öyle merhamet sahibidir ki, onu huzurlu bir şekilde yapılan ibadet olarak kabul edecektir, inşaallah.
Dedim ya; illa ki kalbimizde Allah-u Zülcelal’e karşı, ibadetimizi yapmadığımız zaman mahzun olacağız, yaptığımız zaman da ferahlanacağız… Peygamber aleyhissalâtu vesselâma sormuşlar; “Mü’min kimdir?” Buyurmuş ki; “İbadetiyle ferahlanırsa, günahlarıyla da mahzun olursa mü’min o kişidir işte.”
İşte, elimizden geldiği kadar, hizmet yapmadığımız zaman, tevbeyi anlatmadığımız zaman, mü’min kardeşlerimize hep malayaniyle konuştuğumuz zaman, vaktimiz böyle geçtiği zaman mahzun olmazsak, mü’min değiliz manasına geliyor! Mahzun olmamız lazım… Yaptığımız zaman da ferahlanacağız…
Eğer bu bizim kalbimizde olursa her zaman; niçin mahzun olalım? Niçin üzülelim. “Ben yapayım ki ferahlanayım.” diyeceğiz kendi kendimize. Eğer kişi, bu şekilde kalbiyle Allah’a yönelirse, Allah-u Zülcelal mü’minlerin kalbini ona doğru sevgiyle çevirecektir. Herkes onu sevecek. Çünkü Allah bir kişiyi sevdiği zaman, Allah-u Zülcelal Cebrail’e diyor ki; “Ben onu sevdim, sen de sev.” Allah’ın emri. “Meleklere söyle, onlar da sevsinler. Yeryüzüne ilham ettim, mü’minler de onu sevecekler.” Durum bu şekildedir.
Neuzubillah, buğz ettiği zaman da aynen bunun tersi olur. “Ben buğz ettim, kızdım ona. Sen de kız ya Cebrail. Meleklere de söyle onlar da kızsınlar. Mü’minlere ilham ediyorum, onlar da kızıyorlar.” Diyecektir.
Yani, Allah’ın ibadeti, Allah’ı sevmek, hem dünyanın huzurudur hem ahiretin huzurudur. Hem dünyanın şerefidir, hem ahiretin şerefidir. Onun için kalbimizi Allah’a bağlayalım, elimizden geldiği kadar.
“Bize deli desinler”
Bu geceden itibaren nerede olursak olalım, bize deli desinler. Bu delirmiş, hep tevbeden bahsediyor, hep Allah’tan bahsediyor. Böyle yapalım, bizi öyle bilsinler.
Böyle yaptığımız zaman, yeryüzündeki bütün hayırlar, mıknatıs gibi bize gelecektir. Çünkü bütün hayırlar Allah’ın elindedir, Allah da onu sevdi, Allah’tan istedi kalple… Allah-u Zülcelal merhametiyle, rahmetiyle bütün hayırları, mıknatıs nasıl böyle her şeyi kendine çekiyorsa hayırlar da bize öyle gelecektir, inşaallah.
Tevbeden bahsediyorum ya; tevbe insanla Allah’ın arasındaki gizli bir manevi haldir. Zahiri değil. Şimdi buraya geldiniz, kalbinizde manevi bir hal olduğu için geldiniz. Zahiri sebepler (araba, arkadaş vs.) getirmediler sizi buraya. İlk önce Allah-u Zülcelal tevbenin muhabbetini kalbinize koydu. “Yaptıklarımdan pişmanım, artık Allah’ın rızasını kazanmalıyım.” Bu ilhamı kalbinize koydu da öyle geldiniz.
Bir kul vardı, Musa aleyhisselam zamanında. Zahiri olarak günahkârdı. Vefat ettiğinde, onu bir çöplüğe attılar. Ama Allah azze ve celle, Musa aleyhisselâma vahyetti, “Ya Musa git filan yerde, benim bir kulum, vefat etmiş bir evliyam var. Git onu orada defnet.”
Nebi Musa aleyhisselam geliyor, onu soruyor; “Bugün burada, vefat eden oldu mu?Allah’ın bir dostu, bir evliya.” Dediler ki, “Hayır, böyle bir kimse vefat etmedi. Asi bir kişi, fasık bir kişi vefat etti, onu çöplüğe attılar.” Nebi Musa aleyhisselam, “Ya Rabbi senin kulların böyle diyorlar, sen diyorsun benim evliyamdır.” Allah-u Zülcelal buyurdu, “Benim kullarım doğru söylüyorlar, zahiri olarak öyleydi, ama benim dostumdur o.”
“Ne yaptı Ya Rabbi o da böyle sevdin onu?” “Ben onun kalbine bakıyordum ya Musa, bana diyordu; ‘Ya Rabbi! Ben nefsime uyuyorum, nefsime mağlup oluyorum. Vallahi, Ya Rabbi, senin adına yemin ediyorum, sana asi olmak istemiyorum. İstemiyorum, ama nefsime mağlup oluyorum, bu çevrenin içinde yapamıyorum, buna da çok üzgünüm.”
Dedim ya üzgün olmak lazım Allah için… Bak üzgünüm diyor. “Çok mahzunum. İstemiyorum ama nefsime mağlup oluyorum, öyle yapıyorum yani… Benim vücudum bu fasıklarla beraber idi, ama benim ruhum, kalbim senin evliyalarınla beraberdi Ya Rabbi. Onları seviyordum. Bir fasıkla bir evliya, ibadet ehli, bir ihtiyaç için yanıma gelseydiler, ben ilk önce evliyanın ihtiyacını yerine getiriyordum. Ama fasıklarla beraber idim, ben böyle idim Ya Rabbi, bana merhamet et’ bana bu şekilde yalvardı, ben de onun tevbesini kabul ettim.”
Allah böyledir, Allah böyle merhamet sahibidir. Yani, insanın kalbine bakıyor. Kalbi hakikaten Allah için olursa Allah-u Zülcelal her şeyi veriyor. Tevbeyi de nasip ediyor, ibadeti de nasip ediyor ona. Günahlardan da muhafaza ediyor. Son olarak mutlaka Allah ona merhametle muamele edecek inşaallahu teala.