Dergi ve Kitaplarımıza Sahip Çıkalım!
Bu dünyanın tekrarı yok!
Zaman çok mühimdir insan için. Bu hayat bir sefer geçiyor insanın eline, bir daha geçecek değildir! Ne yaparsa burada yapıyor insan; ondan sonra bitiyor ve o amellerinin üzerine gidiyor ebedi olan ahiret yurduna…
Oraya gittikten sonra, hiçbir pişmanlığın menfaati yoktur. İnsan burada pişman olursa menfaat görüyor. Burada pişmanlığın menfaati vardır; o yüzden şu saatten itibaren tevbe ederek; “Bu zamandan sonra Ya Rabbi, ömrümün geriye kalan kısmını Senin yolunda, Senin rızan için sarf edeceğim” diyerek Allahu Zülcelâl’e söz verelim inşaallah.
Peygamber aleyhissselatu vesselam zamanında ashabı kiram nasıl yaşıyordu, kitaplar yazdığı kadar okuyoruz biz. Tabiin zamanında ve daha sonra birbirlerine soruyorlardı, bazı sahabeler yaşlanmıştı onlara soruyorlardı; “Siz sahabe zamanında nasıldınız?”
Mesela, tabiinin imamlarından Hasan-ı Basri radıyallahu anh şöyle diyordu; “Vallahi, yetmiş Bedir’liye yetiştim, çoğu kez giydikleri sof idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi, “Bunların ahirette bir nasibi yok” derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, “Bunlar hesap gününe inanmıyorlar” derlerdi.” (bk. Ebu Nuyam, Hilyetu’l-Evliya, Kahire, 1394-1974, 2/134)
Şu anda o zamana göre çok daha fazla değişme ve bozulma olmuştur. Gaflettir bu. Hiç makul değildir ehli hakikatin yanında.
İmam Ali kerremallahu veche diyor ki, “Ben kıyameti yaşasam ve mahşeri görmüş olsam ve tekrar dünyaya gelsem bundan daha fazla amel yapmam.” Zira o zaten yapabildiği kadar,gücünün yettiği son noktaya kadar durmadan dinlenmeden salih ameller yapıyordu. Mesela, annemiz Fatıma’ya diyordu ki “Yemeğimizi sulu yap, kuru olursa çiğnemeye ihtiyaç oluyor, vaktimiz zayi olmasın. Çiğnerken vakit geçiyor da “50 Subhanallah”, “50 Lâilahe illallah” zikrimiz eksik oluyor.”
Bakın onlar bir saniyelerini boşa geçirmiyor, ömür sermayesinin her anının hakkını vermek için ince ince hesap yapıyorlardı. “Yemek sulu olursa hemen yer, zikrimize devam ederiz. Yoksa zikirlerimiz aksıyor” diyor, zamanlarının kıymetini bilip, öyle değerlendiriyorlardı.
Bir şey yapmadan
durmak, bize yakışmaz!
Şimdi siz namaz kılan, Allah’ın zikriyle meşgul olanlardan olduğunuz için günümüz manzarasına baktığımızda Allahu Zülcelal’in ibadetini yapabilmeniz hasebiyle diğer insanlara kıyasla seçkin oluyorsunuz,. Madem ki Allah’ın zikri ve ibadeti size nasip olmuştur, diğer insanlardan daha nasiplisiniz; o halde bu halinizin kıymetini bilmeli, daha çok amel yapmalı ve insanları uyandırmak için daha çok anlatmalısınız.
Bütün imkanlarımızı seferber etmek suretiyle anlatmamız lazımdır insanlara. Çünkü çok gaflet var! Namaz kılmayanlar var, hiç inanmayanlar var. Hal böyleyken hiç bir şey yapmadan beklememiz Hazreti Peygamberin ümmeti olarak bize yakışmaz!
Bizden geldiği kadar anlatalım boş durmayalım. Ben demiyorum, “Hiç yapmıyorsunuz!” bilakis yapıyorsunuz. Ama düşünürseniz çok eksiğimiz vardır. Her ay hiç değilse üç kişiyle ilgilenelim, onlara tevbeyi, Allah’ın rahmetini, namazın gerekliliğini anlatalım. Madem elimizde böyle anlatmak gibi bir fırsat vardır. “Bundan sonra ben yapacağım inşaallah” diye niyet edelim, Rabbimize söz verelim. Biz samimi olursak Allah da bize güç verecektir, kuvvet verecektir. Ben Allaha inanıyorum, kul isterse Allah verecek, çok ümitliyim Rabbimizden, biliyorum…
“Ama Allah kalbimize bakıyor bizim; Allah için biraz mahzun olmamız gerekiyor. Allah için, Allah’ın davası için dertli olmamız gerekiyor. Bazen bakıyorum; ibadet yok, davet yok, zikir yok! Üzülüyorum… Keşke daha çok anlatabilsek, daha çok insan Allahu Zülcelal’i bilse, tevbe edip Allah’a kul olsa. Herkes Allaha ibadet etse” diyorum.
Allah Rabbimizdir bizim; Allah’a aşık olmamız lazım, ibadet etmemiz lazım, Allah’ı sevmemiz lazım. Sevdiğimiz zaman, herkese anlatacağız; ‘Bu kulda ibadet etsin, bu kulda yapsın’ diye.. Böyle herkesi Allah’a kul olma yoluna davet edeceğiz.
O zaman Rabbimizde bizden razı olacak. Razı olduğu zaman her şey Rabbimizin, hazineleri bol; neler verecek kıyamet gününde bizlere…
“Allah razı olsun, niyetiyle
hizmet yapacağım”
Benim niyetim ölünceye kadar Allah’ın dinine hizmet etmektir. Allah’ı razı etmektir. Ümid ediyorum ki, bununla Cennete gireceğiz inşaallah. Cehenneme değil!
Niye yapmayalım? Bunlar, Allah’ın rızasını kazanmaya vesile oluyor, niye yapmıyoruz!…
Hepimiz, Allahu Zülcelal’in rızasını kazanmak için, Allah razı olsun maksad ve niyetiyle yapacağız.
Bakın, sizde böyle niyet edin inşaallah. “Allah benden razı olsun, niyetiyle hizmet yapacağım” diye birbirimize söz verelim. Şimdi İslam bir bütündür. İlk önce bak Allah, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselama hira dağında surei Alak’ı nazil etmiş. İlk ayetinde Allahu Zülcelal buyuruyor; “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alâk; 1)
Okuyup ilim öğrenerek, İslam ne istiyorsa bizden yapmamız lazımdır. Okumamanın sebebiyle hatalar yapıyoruz. Onun için ilim öğrenelim. Okur ilim öğrenirsek o hatalar olmayacak. İlim rehberdir bize. İnsan ilimsiz İslam’ı yaşayamaz. Şimdi, Sen İstanbul’a gitmenin yolunu bilmezsen, istiyorsun; ama nasıl gideceksin? Bir kişi de ilim okumasa, yolunu bilmese; cennete gitmek istiyor, yürüyor ama cehenneme doğru yürüyor… Haberi yok onun!
İslami dergi ve
kitaplara sahip çıkalım!
İlim rehber olduğu için, Allah’ın rızasına cennete giden yolu öğrettiği için, ilmi bilmemiz, ilmin yayılması için çalışmamız lazımdır. İslami kitap ve neşriyatlara sahip çıkalım. Çünkü kitap ve dergiler bu ilmin yayılmasına vesile oluyor.
Biliyorsunuz, yakın bir zamanda ülke olarak bir musibet yaşadık ve Allah’ın yardımıyla da kısa sürede atlattık. Fakat çok zararı oldu yaşananların. O gurup sebebiyle insanlar cemaatlere soğuk bakıyorlar. Bir şey anlatınca karşısındakine şüpheyle bakıyor; “Acaba kimdir, necidir, bunlarda mı onlar gibidir” diye mesafeli yaklaşıyor, kimi zaman uzak duruyorlar…
Fakat siz anlatamazsanız bile insanlar sizin kitabınızı ve derginizi okuduğu zaman sizi tanıyabiliyorlar. Sizi temsil ediyor bir bakıma yayınlarınız. Anlatmak istediklerinizi onlar vesilesiyle ulaştırabiliyorsunuz insanlara. O yüzden, İslami neşriyatımıza; dergilerimize ve kitablarımıza sahip çıkmamız lazımdır. Çünkü onlar bizim hizmetimizin birer araçları ve anlatmamızın vesileleri oluyorlar.
Geçenlerde bir genç, kitaplarımızı okumuş, kimse ile irtibatı olmadığı halde İstanbul’dan düşmüş yola, buraya gelmiş. Tevbe etti, dönüş yaptı kötü hayatından. Bir çok defa rastladım böyle olaylara.
“Nasıl oldu?” diye sordum. “Kütüphanede kitap gördüm, okudum hoşuma gitti, adresi gördüm, buraya geldim” dedi. Hiç kimse ona anlatmadan okuduğu kitapla, tevbe etmek için buraya geldi.
Dergi de aynı öyledir. İnsanlara anlatmak için büyük birer vesilelerdir. Bu belaları def etmek için kitap ve dergilerimize sahip çıkmamız lazımdır bizim….
Kesir b. Kays şöyle rivayet etmiştir; “Dımeşk Mescidi’nde Ebu’d-Derdâ ile oturuyordum. Biri ona yaklaşıp şöyle dedi:
– Ey Ebu’d-Derdâ! Buraya senin Peygamberden rivayet ettiğini duyduğum bir hadis için O’nun şehri Medine’den geldim. Ebu’d-Derdâ:
– Bir ihtiyaç için gelmedin mi?
– Hayır.
– Ticaret için de mi gelmedin?
– Sadece o hadis için geldim. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ şu hadisi rivayet etti: “Allah Rasulunden işittim: ‘Kim ilim için bir yola girerse cennet yollarından birine girmiş olur. Melekler ilim talebesinin yaptıklarından razı olduklarından kanatlarını onlar üzerine sererler. Denizdeki balıklar dâhil gökte ve yerdekiler âlim için istiğfar ederler. Âlimin, abide üstünlüğü ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz âlimler peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler miras olarak altın ve gümüş bırakmadılar. İlmi bıraktılar. Her kim onu tahsil ederse büyük bir nasip elde etmiş olur.”(Sünen-i Tirmizî, İlim: 20; el-Bağdadî, er-Rıhle, Sh: 17 vd)
Bir hadis için nerelere kadar gidiyorlar. İlim böyle mühimdir işte. Kitaplar ve dergilerde ilmin yayılmasının, emri’l-bi’l-maruf’un vesileleridir. İlmin yayılması ve insanlara ulaştırılmasının aracıdırlar. Bir insan oradan bir hadis okusa, yahut küçükte olsa ilimden, fıkıhtan bir kaide öğrense ve onunla amel etse ona bunu ulaştıran da vesile olması sebebiyle o yapan gibi sevap kazanır. O yüzden neşriyatımıza sahip çıkalım.
O gurubun çok zararı oldu ülkemize, onların zararlı tesirini ilimle kaybetmemiz lazımdır.
Şöyle dua etmemiz lazım bizim. “Ya Rabbi, beni nefsime teslim etme. Benim nefsim çok gaddardır. Salih ameller yaptırmak istemiyor. Ama ben rızana talibim ya Rabbi, istiyorum bana nasip et…”
Çünkü akıllı her insan Allah’ı razı etmek, cennete girmek, cehennemden uzaklaşmak ister. Fakat nefs bırakmıyor. Daima malayani ile uğraşmak nefsinin hoşuna gidiyor. Böyle dua edeceğiz. “Ya Rabbi beni nefsime teslim etme. Beni dininin hizmetinde kullan.”
Böyle yaptığınız zaman Allah çok razı olacak inşaallah. Onun için elimizden geldiği kadar, Allaha yalvaralım bu hizmeti yapmak için. Talep edelim, münacaat edip yalvaralım; Allah bize yaptırsın. Bize kalırsa biz yapamayız. Ama Allah bize kuvvet verirse, bizi kendi nefsimize teslim etmezse bizi kullanırsa her şey kolay olacak inşaallah. Allah’ın rızasını kazanmak için kendi kendimize niyet alıp söz verelim. Allah hepimize kuvvet versin yardımcı olsun. Kendimi ve sizi Allah’a emanet ediyorum. Allah bizi bu işleri yapmaya muktedir kılsın. (Âmin)