Derviş olmak; Devrilmiş olmak
Derviş olmak ne demektir? Mürşidi kâmilin elinden tutup, “Ya Rabbi, ben pişmanım…” demekle derviş olunur mu yoksa yapmamız gereken başka işler de var mı? İşte, asıl soru da budur!..
Asrımız; Rabbani mürşitlerin, kibrit-i ahmer gibi nadir bulunduğu bir zaman dilimi olduğu gibi kelimenin tam anlamıyla dervişlerin/sofilerin de ender rastlanıldığı devre. Mürebbi-i Rabbaninin elini tutmakla, intisap etmekle işin bittiğini zannediyoruz ama iş yeni başlıyor farkında değiliz.
Rabbani bir mürşide intisap eden salik; kendi ahlakını Allah Rasulünün ahlakına benzetme, “insanı kâmil” olma yolculuğuna başlamış demektir. İntisap anından sonra, artık nefis bir başka şahlanmış; şeytanın hücumları ise alabildiğine derinleşmiş bir hale gelir. Bunun en önemli sebebi de yolculuğun sonunda varılacak olan makamın, nefsin alacağı ahvalin, kalbin ulaşacağı mertebenin, ahlakın dönüşeceği şeklin mükemmelliğidir. Şeytan, bir kimsenin böyle bir halle ahlaklanmasını istemez.
Dervişin Hali ile Devrilmişin Hali
Derviş; intisap ettiği andan itibaren letaiflerini (ruhun bedendeki şubeleri) çalıştırır. Kalp, ruh, sır, hafi ve ahfa latifelerinin her birinin asli makamları olan Arş-ı Âlâ’ya gitmesi için çaba gösterir.
Devrilmiş olan ise hayvani nefsini çalıştırır. Nefsini körükledikçe körükler. Kibir, devrilmişin nefsinin ana sermayesi haline gelir.
Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri “Derviş”i tarif ederken “İbnül Vakt/vaktin oğlu” tabirini kullanarak, dervişin boşa vakit geçirmeyeceğini, zamanlarını en faydalı işlerle kıymetlendireceğini vurgular.
Derviş; vaktini malayani ile geçirmez. Kalbinde masivaya dair ne varsa atmaya çalışır. Devrilmiş ise vaktini malayani ile geçirir. Televizyon karşısında, iman ve akıldan sonraki en değerli sermayesi olan zamanı zayi eder; kalbine lağımdan beter fikriyatı ve lehviyyatı akıtır. Kalbine giren her boş mesele, devrilmişi kapıdan uzaklaştırır.
Derviş hasbidir, harbidir
Derviş; günahları örtmede, ayıpları/kusurları gizlemede, Hazreti Mevlana’nın tabiri ile ‘gece gibi’dir. Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendinin beyan ettiği gibi insanları tarif ederken, güzel hasletlerinden bahseder. Devrilmiş ise insanların günahlarını, ayıplarını öğrenmek için kulak kabartır; yeri geldiğinde bire bin katarak, bunları yaymakta beis görmez.
Allah’ın isimlerinden bir tanesinin ‘Es-Settar’ (hataları örten) olduğu, dervişin şuurundan hiç çıkmazken; devrilmiş ise ‘Es-Settar’ isminden gafildir.
Derviş, gıybete prim vermezken; devrilmişin en büyük sermayesi, gıybet ve iftiradır.
Derviş hasbidir, harbidir, samimidir. Devrilmiş ise çıkarcı, riyakâr ve gerçek yüzünü gizleyendir. Dervişin olduğu yerde, geçim ve huzur varken; devrilmişin olduğu meclislerde, huzursuzluk ve geçimsizlik vardır.
Derviş; hiçbir vazifeye talip olmaz. Bir vazife, dervişe tevdi edilirse itiraz etmeden kabullenir. Verilen vazifeyi en güzel şekilde yerine getirmek için tüm enerjisini sarf eder. Devrilmiş ise baş olmak, vekil olmak, sözünü dinletmek gayesindedir. Talip olduğu makamı ele geçiremediği zaman, önüne çıkan herkese ayak oyunları yapar, çelme takar, ancak siyasi partilerde görülen kulis faaliyetleri yürütür.
İmam-ı Gazali’nin kalpten en son atıldığını söylediği ‘riyaset/baş olma sevdası’, devrilmişin hayatının ana gayelerinden birisidir. Dervişlik; Silistreli Süleyman Hilmi Efendinin buyurdukları gibi; “Hizmet muvaffak olsun da varsın bizim yerimiz Caminin pabuçluğu olsun” cümlesinde gizlidir.
Derviş; ismi anılmadan, şöhrete düşmeden hizmete talipken; devrilmiş kendisine paye verilmeyen hizmetlerin akamete uğraması için vazifenin baltalanmasını sağlamaya çalışır.
Derviş; tenkitlerinde bile yapıcı, hakkı gözeten, yol gösteren bir tutum içindedir. Devrilmiş ise önüne geleni tenkit eder, kendisinden başkasını beğenmez. Bediüzzaman Said Nursi merhumun “Her şeye eleştiri, her şeye tenkit, bir yıkma hamlesidir” sözü, devrilmişler için söylenmiş olsa gerektir.
Derviş övgüden, iltifattan alabildiğine kaçar. Yüzüne karşı dervişi övdüğünüzde, yerin dibine girmekten beter bir hale gelir. Devrilmişin hedefinde ise insanlardan iltifat almak, takdir edilmek, parmakla gösterilmek vardır. Şah-ı Hazne “Mürşidin iltifatı (süluku engelleme bakımından) öldürücü zehir gibidir. Ama insanlar Mürşidin iltifatlarına pek düşkündür” derken, bu hakikati hatırlatmaktadır.
Derviş; mürşidini geçin, avamın bile kendisine itibar etmesini istemezken; Devrilmiş, mürşidinin bulunduğu meclislerde bile hususi alaka bekler, kendisine ayrıcalık tanınmasını ister.
Devrilmiş mahrum kalmıştır
Derviş, keşfe ve keramete itibar vermez. O, istikamet peşindedir. Derviş, yakaza hallerinde cihanı dolaşsa zuhuratta Arşı müşahade etse bile yutar, hazmeder. Mürşidine bile -anlatması gerektiği için- utana sıkıla anlatır.
Devrilmişin tüm sermayesi, keşif ve keramettir. Hatta Mürşidinden sudur eden kerametleri bile naklederken, sanki her kerametin muhatabı kendisiymiş gibi bir tutum sergiler.
Devrilmiş; ender gördüğü ve tabirini bilmediği girift rüyaları bile ‘hal/zuhurat’ olarak değerlendirir, kendi hülyalarını yakazaya dönüştürür, ballandıra ballandıra anlatır.
Derviş, varlık göstermekten imtina ederken; devrilmiş gâh meczup/mecnun pozlarına girer gâh âşık…
Derviş cezbesini tutmak, hazmetmek için dişlerini damağına geçirir. Devrilmiş ise cezbe gelsin diye, fazladan gayret gösterir.
Derviş; başta kendi mürşidi olmak üzere, tüm kâmil ve icazetli mürşitlere karşı hürmetkârdır. Edebini bütün mürebbi-i manevilerin gıyabında dahi sergiler, kendi mürşidinin sözlerini kabul eder ama diğer mürşitlerin sözleri kendi meşrebine uymasa bile itiraz etmez. Devrilmiş ise diğer mürşitleri küçük gördüğü gibi -gerçekte- kendi mürşidine karşı da lakayt bir tutum sergiler. Mürşidi kâmilleri, olmayan ilmi ile kararmış basireti ile kendince kıyaslar.
Derviş; başka kapıya müntesip birisi ile karşılaştığında, onun mürşidini överek arada, muhabbet ve uhuvveti artırırken; devrilmiş tenkit kapısını ardına kadar açar; diğer dervişin buğzunu ve öfkesini celp eder.
Derviş, bütün müminleri kardeşi gibi kabul eder, bağrına basar. Hatta kâfir ve münafıklara bile, Derviş Yunus rahimehullahın tabiriyle “Yaradan’dan ötürü” insani şefkat duyguları beslerken; devrilmiş, sadece kendi cemaatini, tarikatini ve mezhebini gözetir. Fanatik ve kelimenin tam manasıyla yobazdır.
Derviş, etrafına sevgi ve muhabbet haleleri saçarken; devrilmiş buğz ve kin tohumları eker.
Derviş, virdinde attığı her tespih tanesi ile ötelerin ötesine açılır. Rahmet feyizleri, kalbini katre katre yıkar. Dünyevi ve şeytani halleri yakar, nefsanî halleri temizler. Kalbi, etrafına burcu burcu Muhammedi nefesler saçar, tevhidi şuleler muhataplarını gönülden yakalar.
Devrilmiş ise virdini savsaklar. İlahi rahmetten yoksun olduğu için dersin bir an önce bitmesi için çalışır. Füyuzatı ilahiyeden mahrum kalır. Nefsanî hastalıkları daha da azgınlaşır. Çevresine verdiği zarar, gün geçtikçe onulmaz bir yaraya dönüşür.
Derviş, mürşidinin rabbani nefesi ile gün be gün ilerler. Kemal basamaklarını tırmandıkça ahlakı güzelleşir, ruhu nazenin bir hal alır. Görenler nezaketin, letafetin, kemalatın tüm alametlerini müşahede etmeye başlar. Kalbindeki Rahmani şualar, ahvaline yansır.
Devrilmiş ise insanların nefretini kazanacak hallerini, gün be gün artırır. Nezaketten uzak tavırları, insanları bezdirir. O, bu halleriyle, tasavvuf ehlinin kötü bir reklamı gibi zarar verir.
Derviş, kemalatın bir alameti olarak, ince zevk sahibidir. Devrilmiş ise ince ve hassas bir zevk anlayışından uzak, gösteriş ehlidir. Derviş, giyim kuşamındaki renklerin ahenginden bile anlaşılır. Devrilmiş ise ahenk kelimesinden fersah fersah ötededir.
Derviş, camide olsun dergâhta olsun, hangi bir mecliste olursa olsun, başı kalbine eğik, kendi iç âleminde tefekkür ile tezekkür ile meşguldür. Dünya ve içindekiler alakasını cezbetmez. Sokakta yürürken, Hace Abdulhalık-ı Gücdevani Hazretlerinin emri üzere, ‘nazar ber kadem’dir. Yani bakışları ayaklarındadır.
Devrilmiş ise hatim halkalarında bile, kapı sesi duyduğunda, kim geldi sorusu ile meşguldür. Hatimlerde okunan evradı, acaba kim geldi düşüncesinden ötürü hatalı okusa bile pişmanlık hissetmez. Yolda, bakışları dükkânların vitrinlerinden ayrılmaz. Hazreti Hace’nin ayaklarınıza bakın emrini duymamıştır bile. Başı kalbine eğilmez; sürekli mağrur bir nefsin alameti olarak diktir.
Derviş münevver, devrilmiş ise ham softadır
Dervişi, camide namazda veya duada; tekkede virdde veya Hatm-i Hacegan’da gören, imrenir. Rükûsundaki, secdesindeki derinlik, dua dua yalvarışındaki güzellik, insanları büyüler. Gün geçtikçe namazlarındaki huşu ve haşyet artar. Dualarındaki gözyaşları, avuç içlerini ıslatır. Ama derviş tüm bunları gizlemeye çalışır.
Devrilmişe gelince onun riyakârlığı ve gösteriş merakı, camide olsun dergâhta olsun insanları rahatsız eder. Dinden, diyanetten soğutur.
Derviş, boş bulduğu yere otururken; devrilmiş, caminin en ön safına geçmek için insanların üzerinden atlar, ayaklarına basar. İnsanları rahatsız ettiğini, ibadetlerindeki huşuyu bozduğunu aklına dahi getirmez, helallik almayı bile düşünmez.
Derviş, gönülsüzdür. Yunus Emre Azizin buyurduğu gibi dövene elsizdir, sövene dilsizdir. Hak/hukuk iddiasında değildir. Devrilmiş ise sürekli “hakkımı helal etmem” der, ortalıkta dolaşır.
Derviş toprak gibidir. Dervişe kim hangi kötülüğü yaparsa yapsın, iyilikle mukabele eder. Devrilmiş ise tam tersidir. Gün gelir, kendi menfaati için en yakın dostlarını bile satar.
Derviş, herkesi Hızır aleyhisselam bilir. Her çiçekten bal yapmaya çalışan bal arısı gibidir. Devrilmiş ise -af buyrun- eşek arısı gibidir. Bal yapamadığı gibi insanlara zararı da dokunur.
Dervişin evinde, işyerinde, mutlaka kütüphanesi vardır. İhtiyaç duyduğu ilmihal bilgilerinden, tasavvufun klasiklerine, hadis külliyatlarından tefsir şaheserlerine kadar, pek çok kitabı okur, notlar alır. İlimsiz, irfan mektebinde yol alınamayacağının şuurundadır.
Devrilmişin ise insanlarla olduğu gibi kitaplarla da arası iyi değildir. Elinde, evinde, pek kitap göremezsiniz. Evine kütüphane yaptırsa da yanına uğramadığı için örümcekler kitapların arasına ağ kurarlar. Devrilmiş, irfan mektebinden, hikmet ekolünden bihaberdir.
Derviş, Allah’ın her an ahvalinden haberdar olduğunun bilincindeyken; devrilmiş, insanların görüp görmemesine takılıp kalmıştır.
Derviş, ancak Allah’tan korkarken; devrilmiş, Allah korkusunu düşünmez. Derviş, topluluk içinde yaptıkları riya olmasın diye, tek başınayken, ahvaline özel itina gösterir. Devrilmiş ise inzivadayken, yalnızken, hal ve hareketlerinde kendi başınadır.
İster maziye bakın, ister bugünümüze; göreceğiniz, ehl-i tasavvufun kemalatıdır. Kemalatsız dervişlik olmayacağı gibi kemalata talib olmayan derviş de olamaz. Fakat günümüzde, hem dervişliğe hem de kemalata talep azaldı.
Şimdi kendimize bir soralım: Derviş miyiz, Devrilmiş miyiz? Hepimizin “dervişan” zümresine dâhil olmamız duasıyla, Allah bizleri ihlâslı kullarından eylesin efendim…