DİN ve HAYAT / “Rabbini Zikret, Gafillerden Olma!”
DİN ve HAYAT
“Rabbini Zikret, Gafillerden Olma!”
Hatice Ergin
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Son sözü “La ilahe illallah” kelime-i tayyibesi olan bir mü’min cennete gider.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15-16)
Son nefeste iman üzere ölmek, cehennemden kurtulup ebedi saadete erişmemiz için şart. Bir Müslümanın hayatta en büyük endişesi: “o son anımda iman üzere ruhumu teslim edebilecek miyim?” olmalı…
Öte yandan son nefes hiç şüphesiz hayatımızın en büyük imtihanı. Canımız çekiliyor, bütün azalarımız sekeratın sıkıntısını hissediyor, nefesimiz daralıyor… Şeytan da en büyük kozunu oynuyor. Nefis ölümden hoşlanmayıp sıkıntı duyarken şeytan da her türlü tuzağını kuruyor. Peki, biz o zor anımızda tevhid kelimesini söyleyebilecek miyiz? Canımızın dara düştüğü o en sıkıntılı anımızda telime-i tevhidi hatırlayacak mıyız?
İnsan unutkan bir varlık. Hatta bazı alimler insan kelimesinin nisyan yani unutkanlıktan geldiğini söylemişler. Beyin üzerine çalışan bilim adamları da bunu doğruluyor.
İnsan her gün binlerce şeyi unutur. Hiç düşündünüz mü, beynimiz bir bilgisayar olsaydı, her gün kaç megabayt bilgi kaydederdi? Mesela gün boyunca gördüğümüz bütün levhalar, reklamlar, plakalar, isimler, resimler…
Eğer beynimiz kaydettiği bunca veriyi sabit hafızasına kaydetse ve devamlı masaüstünde tutsa… Gerekli gereksiz tüm verilerin hepsi, ilk gördüğümüz andaki gibi sabit kalsa ve biz düşünmek istemediğimiz halde gözümüzün önünden gitmese… Neyse ki gün boyunca beynimize giren verilerin yüzde doksan dokuzu silinir.
Unutmak bir yönüyle zorunluluk ve hatta bir yönüyle de nimet… Eğer unutmak olmasaydı, hafızamızı verimli bir şekilde kullanmamız mümkün olmazdı. Bize acı veren hatıraları, ilk andaki tazeliğiyle hatırlayıp dursak, hayat ne kadar zor olur öyle değil mi? Kaybettiğimiz yakınlarımız veya artık geride bırakmak istediğimiz, pişman olduğumuz hallerimiz… Cahilliklerimiz, acemiliklerimiz, lüzumsuz konuşmalar, düşünceler… Hiçbir şeyi unutamasaydık hayatımıza devam etmemiz mümkün olmazdı. İnsanın farkında olarak veya olmayarak en fazla yaptığı şey unutmak!
Evet, gerçekten de hatırlamak kadar unutmak da bir nimet. O yüzden beyin sürekli unutmaya programlıdır. Sadece hafızada tutmak için özel gayret gösterilen bazı şeyler unutulmaz.
Unutmamak İçin Tekrarlamalı
Bilim adamlarının yaptığı tespite göre: insan hafızası; ani hafıza, kısa zamanlı hafıza ve uzun zamanlı hafıza olmak üzere üçe ayrılmaktadır.
Anlık hafıza, algıların duyu organları üzerinde bıraktığı izdir ve en kısa hafızadır. Kişinin dikkatini yoğunlaştırmasına bağlı olarak birkaç milisaniye ile on beş saniye arasında bir sürede unutulur. Mesela telefon rehberinden bir numara okur ve tuşlarız. Ama birkaç saniye geçmeden numarayı unuturuz. Eğer o numarayı bir süre daha hafızamızda tutmak istiyorsak numarayı dikkatlice birkaç kere tekrar ederiz. Bu şekilde hafızamızda biraz daha uzun bir süre yer edinmesini sağlamaya çalışırız. Tekrarlama yöntemi bellemekte, bellekte tutmakta ve bellekten çağırmakta da çok etkili olan bir yöntemdir.
Ancak bir bilginin kalıcı hafızamızda yer edinmesi ve unutulmaması için defalarca kullanılıp tekrar edilmesi gerekir. Çünkü çok tekrarlanan ve günlük işlerde kullanılan bilgi uzun nöronlarla bağlantılı hale gelir.
Bir bilginin unutulması sadece hafızadan silinmesiyle gerçekleşmez, hatırlamak istediğimizde hafızamızdan geri çağıramamak da bir tür unutma gibidir. Bunun sebebi de o bilginin kullanılmamasıdır.
İşte bu noktada dinimizin emirlerinin ne kadar yaratılışımıza uygun olduğunu da anlamış oluyoruz.
Dinimiz de bize ibadet ve duaları tekrar etmemizi öğretiyor. Mesela namaz kılarken birçok zikir ve tesbihatları, sure ve duaları tekrar ediyoruz.
Her öğünde sofraya otururken besmele çekiyor, yemekten sonra elhamdülillah diyoruz. Ezanı duyunca sözlerini tekrarlamakla, ardından ezan duasını okumakla hafızamızı uyarmış oluyoruz.
Gün içinde insanlara selam verirken, hal hatır sorup sohbet ederken bile birçok zikri tekrar ederiz: “Allah iyilik versin, Allah’a ısmarladık, Allah’a şükür, Allah’a emanet ol.”
Dilimizi hep dualara alıştırırsak sık sık Allah’ın adını zikretmiş oluyoruz.
“Çok Zikredin”
Rabbimiz de bize Allah’ın adını çok zikretmemizi emrediyor:
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin! O’nu sabah akşam aralıksız tesbih edin!” (Ahzâb, 41-42)
İbn-i Abbas radıyallahu anhuma bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle demiştir:
“Allah-u Teâlâ kullarına farz kıldığı her farîzaya belli bir sınır tayin etmiştir. Bu hususta özür sâhibi olanların özürlerini de kabul etmiştir. Ancak zikir bunun dışındadır. Allah-u Teâlâ onun için nihâyetine erişilebilecek bir sınır tâyin etmemiştir. Aklını kaybedenden başka zikri terk eden hiç kimsenin özrünü de kabul etmez. İnsanlara her hâlükârda zikir hâlinde olmalarını emretmiştir.” (Taberî, Câmiu’l-beyân, 22: 22; Kurtubî, 14: 197)
Rabbimiz Kur’an-ı Kerîm’de iki yüz elliden daha fazla yerde zikirden bahsetmekte, methettiği müminlerin sıfatını şöyle bildirmektedir:
“(O gerçek akıl sahibi) mü’minler, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerinde yatarken dâimâ Allah’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân 3/191)
Çeşitli ayetlerde insanın her hâlükârda Allah’ı anması ve O’nu hiçbir zaman unutmaması istenir. Zikir bir bakıma hafıza alıştırmasıdır. Biz bu tekrarlarla hafızamıza bir bilgiyi kalıcı olarak yerleştirme ve lüzumlu bilgileri geri çağırma tekniğini uygulamış oluyoruz. Böylece hayatımızın ışığı olan en önemli iman konularını sık sık anarak hafızamızda taze tutmuş oluyoruz.
Tekrarlamak bir hususun önemini de vurgular. Kur’an ve hadislerde bazı konuların diğerlerinden daha ehemmiyetli olduğuna dikkat çekmek için o konular daha fazla tekrar edilmiştir.
Peygamberimizin önemli bir konuyu anlattığı zaman üç kere tekrarladığını biliyoruz. Bu sayede sahabe onun hadislerini ezberlemiştir ve bize doğru olarak aktarmıştır. Kur’an ı Kerim’ de de önemli hususlar farklı surelerde, farklı ayetlerde tekrar edilmiştir. Böylece iman esasları ve önemli amellerin iyice bellenmesi sağlanmıştır.
Sık sık başvurulan bilgiler unutulmaz. Çünkü beynimiz onu geri çağırmaya alışmıştır. Bilgi ne kadar çok tekrar edilirse o kadar çok geri çağrılmış olur.
Zihnimiz ve kalbimiz bir şeyin tekrar edilmesine bakarak onun alelade olmadığını, her şeyden çok çok önemli olduğunu anlar. Başka şeyleri unutup silerken onu silmez ve hafızada tutar.
Zikir Kalbi İhya Eder
Zikretmek sadece hafızayı uyarmaz, kalbin duygularını da harekete geçirir. Kişi sevdiğini çok anar, çok andığı şeyin sevgisi de kalbinde tazelenmiş olur.
İnsanın kalbi çeşitli tesirler altındadır. Gördüğü bir manzara, işittiği bir söz, nefsinin bir şeyi arzu etmesi, şeytanın ondaki gizli dürtü ve duyguları dürtmesi, insi ve cinni şeytanların iğvaları… kalbi allak bullak eder. İnsan kalbini kendi gayretiyle muhafaza edemez.
Hadîs-i şerîfte buyrulur: “Kalb, bomboş bir arazide rüzgârın oraya buraya savurduğu bir kuş tüyüne benzer.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 408)
Kalbe Allah’ın yüceliğini, her an kullarını gördüğünü, kalplerinden geçenleri dahi bildiğini hatırlatıp durmak ise kolay değildir. Bunun için bir manevi tekniğe ihtiyaç vardır.
Tasavvuf yolu bir bakıma kalbi bu dağınıklık halinden kurtarıp dikkatini en önemli, en faydalı şeye teksif etme metodudur. Tasavvuf yolunda rabıta, sohbet, düzenli ibadet ve zikir, takva ve ihlasa riayet etmek suretiyle kalbin üzerindeki kötü tesirler uzaklaştırılır, iyi tesirler celbedilir.
Kalp halden hale değişip dururken huzursuzdur. Ama imanda, ibadette, teslimiyette, tevekkülde karar kılınca huzura erer. İşte bu hale itmi’nan denir. İtminan halini kazanmanın yollarından biri de çok zikretmektir. Rabbimiz:
“Kalbler, ancak Allâh’ın zikriyle itmi’nâna erer!” (er-Ra’d, 28) âyetiyle buna işaret eder.
Rabbimizin adını çok zikretmek manevi kalbi uyarır ve kuvvetli bir muhabbete vesile olur. İmam Gazali rahmetullahi aleyh eserlerinde bu hususa değinmiştir. Rabbimiz indirdiği ilk ayetler ile Resulüne ve müminlere:
“Rabbinin adını an, bütün varlığınla ona yönel!” (Müzzemmil, 8) buyurmuştur.
Cenab-ı Hak bazı ayetlerde Allah’ı az zikretmenin münafıkların vasfı olduğunu bildirmiştir. (Nisâ; 142)
Zikir aynı zamanda bir şükür vesilesidir. İslam’ın bize bildirdiğine göre insan eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır, yani yaratılmışların en şereflisidir. Diğer mahlûkata verilmeyip de insana bahşedilen bazı hususiyetler vardır. Bunlardan biri de lisan nimetidir.
Lisan nimetini iyilik için kullanıp kötülüklerden muhafaza etmek çok mühimdir. Çünkü dil küçük bir uzuvdur ama onunla yapılan iyilik ve kötülükler çok büyük olabilmektedir.
Lisan nimetine şükretmenin en kolay ve tesirli yolu, Allah’ın ismini çok zikretmektir.
“Cenâb-ı Allah buyurmuştur ki: Ey Âdemoğlu! Sen beni zikrettiğin müddetçe bana şükretmiş olursun. Beni unuttuğun müddetçe hakkımı unutmuş, nankörlük etmiş olursun.” (Heysemî, X, 82)
Dili, kalbi ve hafızayı zikrullah ile itminana eriştimek için dikkat edilecek bir husus da onları lüzumsuz ve değersiz sözlerle, mevzularla meşgul etmemektir. Çünkü beyin sıkça işittiği sözleri önemli zannederek onlara kalıcı hafızada yer ayırır. Mesela zamanımızda televizyon seyreden bir insan tekrar eden reklamları, tanıtıcı fragmanları ve benzeri şeyleri hafızasına yüklemiş olmaktadır. Çok konuşmak, lüzumsuz yere konuşmak da hafızayı yanıltır, değersiz şeyleri önemliymiş gibi algılamaya sebep olur.
Bu yüzden Kuran ve sünnette lüzumsuz sözlerden yüz çevirmemiz, Cenabı Hakk’ın ismini, dua ve tesbihatları çok zikretmemiz emir buyrulmuştur. Çünkü bunlar hayatımıza yön vermesi gereken iman esaslarıdır. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Allah’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın! Çünkü Allah’ı unutarak çokça konuşmak kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 62/2411)
Dünya işlerinden, zevk ve menfaatlerinden çok bahsetmek de kalbin katılaşmasına, zikirden fayda görememesine sebep olur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Dünyâ sevdâsıyle kalblerinizi meşgul etmeyiniz. Böylece kalblerinizi Cenâb-ı Hakk’ın zikrinden ve muhabbetinden muattal hâle getirmeyiniz.” (Beyhakî, Şuab, VII, 361)
Elbette insan işlerini yürütmek için lüzumlu konuşmalar yapar. Ama boş kaldığı zaman da sürekli işten güçten, maldan mülkten bahsedip durursa insanın kalbi katılaşır. Geçmiş ümmetler bu şekilde dinlerini unutmuşlardır. Rabbimiz dünya nimetlerine dalmanın zikri unutturduğunu şöyle haber veriyor:
“Derler ki: “Sen Yücesin; Senin dışında başka veliler edinmemiz bize yakışmaz, ancak onları ve atalarını Sen meta verip yararlandırdın, öyle ki (Senin) zikri(ni) unuttular ve böylece yıkıma uğrayan bir kavim oldular.” (Furkan; 18)
Kalp düzenli zikirle uyanırsa kişi dünya işlerini yürütürken dahi kalbi zikrullah ile meşgul olur. Şeytan ona musallat olsa dahi üzerinde etkili olamaz. Çünkü zikir ile uyanmış kalbe şeytan vesvese veremez. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Şeytan Âdemoğlunun kalbine nüfuz için istilâ eder. Fakat kul kalbiyle Cenâb-ı Hakk’ı zikredince ümidsiz olarak geri çekilir. Kul Allah’ı unutur unutmaz hemen kalbini istilâ ederek vesvese vermeğe başlar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no 4972)
Zikir Maneviyatı Kuvvetlendirir
Zikir hafıza ve kalbi uyardığı gibi bizim tam olarak bilemediğimiz başka manevi hislerimizi de uyandırır. Tasavvuf ehli onlara letaifler demişlerdir. Mahiyetini bilmediğimiz bu latifeler sayesinde iç alemimiz nurlandığı zaman bunun tesiri ile kişi artık Rabbini görüyormuş gibi daima huzurda olur. Öyle ki zikrederken kalbi titrer, cildi ürperir. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri titrer…” (el-Enfâl, 2)
“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, alçak sesle sabah akşam Rabbini zikret, gafillerden olma!” (Araf 205)
Elbette zikrin böyle tesirli olması için dinin bütün emir ve nehiylerine uymak ve takva ölçülerinde yaşamak şarttır. Tasavvuf büyükleri zikri hiçbir zaman dünyayı terk edip bir köşeye çekilmek şeklinde anlamamışlardır. Bütün ibadetleri yerine getirmekle birlikte zikrini de devamlı surette yapmayı tavsiye etmişlerdir. Bu sebeple günlük virtler belirlemişlerdir.
Günlük virdini çekmek için bir müddet bir kenara çekilen ve kalbini toplayan bir kişi daha sonra işlerini ve hizmetlerini yaparken de kalbinin gafil kalmamasına gayret ederse onun ecri çok büyük olur.
Muâz el-Cühenî radıyallahu anhden rivâyet edildiğine göre bir kişi Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e geldi ve:
“–Hangi cihâdın ecri daha büyüktür?” diye sordu. Resûlullah aleyhisselatu vesselam:
“–Allah-u Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” buyurdu. O zât:
“–Hangi oruçlunun ecri daha büyüktür?” diye sordu. Efendimiz:
“–Allah-u Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” buyurdu. Bundan sonra o sahâbî, namaz kılan, zekât veren, hacca giden ve sadaka verenler için de aynı soruyu tekrarladı. Fahr-i Kâinât Efendimiz bunların hepsi için de:
“–Allah-u Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” cevabını verdi.
Bunun üzerine Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer radıyallahu anhumaya dönerek:
“–Ey Ebû Hafs! Allah’ı zikredenler, hayrın tümünü alıp götürdü!” dedi. Bunu duyan Resûlullah, onlara doğru yöneldi ve:
“–Evet, öyledir!” buyurdu. (Ahmed, III, 438; Beyhakî, Şuab, II, 86/554; Heysemî, X, 74)
Mümin zikirle kalbini cilaladıkça kalbi nurlanır ve her şeye Allah’ın bahşettiği bir nurla bakar. Gönlü nurlanan kişi dünyanın zulmetinden kurtulur, manevi dereceler kat ederek ruhani yönden terakki eder. Böylece kalbindeki iman ve maneviyat sebat bulur ve son nefese kadar daima hidayet halini muhafaza edebilir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimeler zikredilmiştir:
“Allah, kimin göğsünü İslam’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur.” (Zümer; 21-22)
Allah-u Zülcelâl bizleri de kalbi imanla, taatle, zikirle nurlanan kullarından eylesin. Amin.