DİN ve HAYAT / Savaş Sabırla Kazanılır
DİN ve HAYAT
Savaş Sabırla Kazanılır
Hatice Kübra Ergin
Bu satırları yazdığım sırada, dünyanın gözü önünde; İsrail’in, ABD ve AB devletlerinin desteğiyle Gazze’de yürütmekte olduğu katliâm devam ediyordu. Ne yazık ki artık Gazze’deki can kayıpları; haber bültenlerinde fazla detaya girmeden, sadece vurulan adresler ve can kaybı sayısı verilerek geçiştirilmeye başlandı. Müslümanların ölmesine ne kolay alıştık…
Evet, alıştık çünkü zaten alışkınız. Halep’te sivil halkın yaşadığı yerleşim yerlerine bombaların atılmasıyla; milyonlarca insanın yerlerinden, yurtlarından çıkıp yollara dökülmesinin üzerinden ne kadar zaman geçti?
90’lı yıllar, Bosna Hersek halkının, yine Avrupa’nın sessizce desteklemesiyle Sırp soykırımına maruz kaldığı yıllardı. Geçmişe doğru gittikçe bu liste uzar gider. Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Keşmir’de, Kafkaslarda, Cezayir’de, Kıbrıs’ta, Anadolu’da…
Bizler de birçoğumuz katliâmlardan sağ kurtulmuş, nice acılar yaşamış ailelerin soyundan geldik. Kimimiz Balkanlardan, kimimiz Kafkasya’dan, kimimiz Kırım’dan… Anadolu’ya göç ettik.
Ne yazık ki acılar unutuldu. Torunlar, büyük anne-babalarının yaşadıklarını bilmiyor. Dedelerimizden Mustafa Asım UÇAROK Hocaefendi de Kafkaslardan göç etmiş bir ailenin çocuğuydu. Babaannemizden duymuştuk: Ermeni-Rus mezâliminden kurtulmak için; ailenin kadın, çocuk ve yaşlıları kafileler hâlinde Anadolu’ya gelmişler. Erkeklerin birçoğu; ailelerini gönderdikten sonra tekrar cepheye dönerek, düşmanı mümkün olduğu kadar durdurmaya çalışmışlar. Onların fedâkârlığı olmasa, belki ülkemizin sınırları çok daha farklı çizilecekti.
Birinci Dünya Savaşı’ndan çıktığımız zaman; emperyal devletler, Osmanlı yurdunu diledikleri kesime peşkeş çekebileceklerini düşünüyordu.
Filistin’in işgali, nasıl haçlı zihniyetinin İslâm coğrafyası üzerinde oynadığı oyunların bir parçası ise, bizim ülkemiz üzerinde de benzer emeller vardı ve hâlen de vardır. Haçlı ittifakına kalsa; ülkemizin kuzey ve batı sahillerini Rumlara, güney ve doğu kesimlerini Ermenilere teslim edeceklerdi. Müslümanları azınlık durumuna düşürecek, koyun keçi otlatacak kadar, birkaç dağınık dağlık bölge bırakacaklardı. Yani durumumuz, bugünkü Filistin’in durumundan farklı olmayacaktı.
Allah-u Zülcelâl Hazretleri hesaplarını bozdu. Çanakkale destanı, Kuva-ı Milliye direnişi vesile oldu. Biz vesilelere sarılırken Allah azze ve celle Hazretleri onları birbirine düşürdü. Bolşevik Devrimi, Sovyetlerin yayılmasının durdurulması, savaş ekonomisinin yıpratıcı etkileri derken işgalde ısrar etmekten vazgeçtiler. Ama işgalden daha sinsi yöntemlere başvurdular.
İstiklâl gazisi dedemden, savaş yıllarına ait hâtıraları dinlerdim.
O yıllarda dedem, medrese talebesi iken, cepheye gönüllü olarak gitmiş. Hocaları da onları teşvik etmiş ve hattâ;
“–Biz bu ilimleri niye okuduk? Amel etmek için değil mi? Eğer buralar düşmanın eline geçerse dînimizi nasıl yaşayacağız? Ya Allah zafer nasip eder ya da şehîd oluruz!” diyerek onlarla birlikte cepheye gitmişler. Ancak nedense onlara; cephane, tayın vs. verilmemiş. Demişti ki:
“–Şiddetli yokluk vardı. Bazı arkadaşlar açlığa dayanamayıp; ot, yaprak gibi şeyler yerlerdi. Yedikleri dokunurdu, açlıktan daha beter olurlardı. Ben ise yetim büyüdüm, açlığa alışkındım. Bilmediğim şeyi yemezdim. Sabrederdim.”
O sırada hoca dedemiz çok hızlı koştuğu için, cepheler arasında haber götürüp getiriyormuş. Bakmış ki hocalarından ve talebe arkadaşlarından bir tek kendisi sağ kalmış. Medrese talebelerinin birçoğu süngü harplerinde şehid düşmüş. Bunda kasıt olup olmadığını bilmiyorum.
Savaş Bitmedi, Şekli Değişti
Savaştan sonra da başka bir mücadele başlamış. Bu sefer de kendi çiftliğinde gizlice Kur’an öğrettiği, hafız yetiştirdiği için takibata uğramış. Lâik cumhuriyeti eleştirdiği iddiasıyla, İstiklâl mahkemelerinde yargılanmış. İnsaflı hâkime denk gelmiş. İdam edilmek nasip değilmiş, Kur’ân’a hizmet etmek nasip olmuş. Demokrat Parti’nin kurulmasından sonra biraz rahat yüzü görmüş de yaşlılık çağını azıcık daha rahat geçirmiş.
Dedemizin İstiklal savaşında gösterdiği yararlılıklardan ötürü madalyası vardı. Bir İstiklal gazisi, kendi dinini öğrettiği için bunca zulme uğradı. Şimdiki gençler bunları bilmiyor.
Savaş bitti mi? Hayır bitmedi. Bunu hepimiz biliyoruz.
Uzun zamandan beridir savaşların büyük bir kısmı, yumuşak güçlerle yapılıyor. Ekonomi bir savaş meydanı; medya bir savaş meydanı; eğitim müesseseleri, üniversiteler savaş meydanı… Bu yeni savaşların mermileri; para, ekonomik araçlar, bilgi, haber, imaj, etkinlik vasıtası olan hemen her şey. Zihinlerimiz, kalplerimiz, nesillerimiz savaş alanı… Orada devam eden savaşlarda birçok psikolojik taktikler uygulanıyor.
Yeni nesillerimizi yetiştirirken en çok da devamlı bir savaşta olduğumuzu öğretmemiz gerekiyor. Savaş bazen, bazı cephelerde ısınır; bombalar patlar, canlar yanar, kanlar dökülür. Bazen de soğuk usûllerle sinsice devam eder. Orada da sabır imtihanı vardır. Boykotla, şuurla, uyanık olmakla, tavizsizlikle, sebatla duruşumuzu devam ettirme imtihanımız bitmiyor.
Düşmanı Pes Ettirmek de Zaferdir
Sabır, sıcak savaşın da en etkili taktik ve stratejisidir. Meselâ güya İsrail; Gazze’de biraz bomba patlatınca, bir miktar insan katledince, insanları korkutup kaçıracaktı. Gazze şehrini ele geçirecek, HAMAS’ı bitirecekti. Böylece kendisine karşı çıkmanın faydasız olduğunu ispat edip, düşmanlarını sindirecekti. Ardından Büyük İsrail’i kurmak için; Lübnan, Suriye ve Irak’a saldırmaya sıra gelebilecekti. Ama öyle kolay olmadı.
Gazze’de saplanıp kaldığı, zaman geçtikçe ağır kayıplar vererek yıprandığı görülüyor. Ne kadar fütursuzca savaş yürütse de, her metoda başvursa da kazanamadı. Üstelik itibarı sarsıldı. Ona sınırsız destek verenlerin de içine kurt düşürdü. Ne de olsa yenilen takımı kimse tutmak istemez.
Türkiye ve Katar başta olmak üzere; ABD’nin korkutmalarına aldırış etmeden açık sözlülükle tavrını koyan ve Gazze’ye yardıma koşan ülkeler İsrail’in moralini biraz da olsa bozuyor. Uluslararası Ceza Mahkemesinde soykırımdan yargılanıyor olmak da ne de olsa huzurunu kaçırıyor. Katliâmın uzamasıyla üniversitelerde protesto gösterilerinin yayılması, ülke yöneticilerinin üç maymunu oynamasını zorlaştırıyor. İsrail’e destek veren şirketleri boykot bütün dünya ülkelerinde yayılıyor.
Birleşmiş Milletler’de ateşkes çağrılarını veto eden ABD’nin; birkaç yancısı dışında hemen hemen yalnız kalması, kendisi nâmına hiç iyi olmadı. ABD bu olayda; dünya üzerinde tek kuvvet olma iddiasını her geçen gün yitirirken, rakibi Çin’e ve düşmanı Rusya’ya karşı gereksiz yere mevzî kaybetti. Ukrayna işgalinden dolayı Rusya’yı yalnızlaştırmak istiyordu ama kendisinin de farkı olmadığını dünyaya gösterdi. İsrail’i bu kadar şımartmanın bedeli ağır oldu. Seçimler yaklaşırken ABD kamuoyu İsrail’e silah verilmesinden rahatsız. Özellikle gençler arasında rahatsızlık duyanların oranı daha yüksek.
Belki Gazze çok acı çekti ama İsrail ve destekçileri de ciddi itibar kaybetti. Savaş; bazen sabırla, düşmanı yıpratmakla, pes ettirmekle kazanılır veya en azından kaybedilmez.
Batı, medyadaki savaşta da mevzî kaybetti. Bu sefer emperyal güçler, kamuoyunu o kadar kolay etkileyemedi. Ekonomik güçlerine, teknik üstünlüklerine ve müesseselerdeki etkilerine rağmen, dünya kamuoyunu istediği ölçüde yönlendiremediler.
Gazze’de bebekler can verirken, çocuklar annelerinin cenazesi üzerine kapanıp ağlarken; dünyanın dört bir yanında vicdanlar uyandı, protestolar düzenlendi. Sergilenen vahşete rağmen Gazzelilerin gösterdiği direncin kaynağını sorgularken, birçok kişi İslâm’la şereflendi. Bu maddiyatçı çağda; hâlâ inancı için, vatanı için, şerefi için yaşayan ve gerekirse şehid olanların olması, insanlara unuttukları bir şeyleri hatırlattı. Bu hatırlatma, nice selîm vicdan sahiplerini İslâm’ın nûruna yönlendirdi.
Her Alanda Çok Çalışmalıyız
Elbette bunlar büyük bir utancın yanında, hissettiğimiz tesellî ve ümit kırıntıları. Yoksa İslâm âlemi olarak, durumumuz; gerçekten kara kara düşündürmesi, uykularımızı kaçırması gereken korkunç bir vaziyet. Bu kaçıncı katliâm ve bu kaçıncı çaresizlik. Apaçık bir gerçek ortada duruyor: İslâm âleminin çok çalışması gerekiyor. Her alanda çok daha güçlü olması gerekiyor. Artık kardeşlerimizin katledilmesine ağlamaktan ve çocukların yiğitliğine; “Aferin!” demekten ötesini yapmamız gerekiyor.
Bunun için, yapabileceğimize inanmamız gerekiyor. Yapmak için bir yerden başlamak gerekiyor. Yapılanların kıymetini bilmek, desteklemek ve arkasında durmak gerekiyor.
Rabbimiz’in buyurduğu gibi; “O hâlde, o (düşmanlarınıza karşı) toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki; bununla hem Allâh’ın hem de sizin düşmanınız olanları hem de sizin bilmediğiniz, ama Allâh’ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz. Ve bilin ki; Allah yolunda her ne sarf ederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.” (el-Enfâl, 60)
Eğer Rabbimiz’in emrine uyarsak, dünyanın hiçbir köşesindeki hiçbir düşman, hiçbir kardeşimize el dahî kaldıramayacaktır. İşte asıl zafer odur.
“(Ey îmân edenler! Allâh’ın dînine karşı savaş açan, insânî ve ahlâkî değerleri hiçe sayan, baskı ve işkencelerle inanç, ibâdet ve düşünce özgürlüğüne zincir vuran bütün) fitne (odakları tamamen) ortadan kaldırılıncaya ve (hayatın her alanında) din yalnızca Allâh’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!
Fakat (zulüm ve fitneden) vazgeçerlerse, (o zaman siz de savaşı bırakın; bilin ki,) zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (el-Bakara, 193)
Ülkemize ekonomi alanında savaş açıldığını bilmemiz gerekiyor. Elbette biz savunma sanayiinde gelişmeler kaydediyoruz, İslam ülkeleriyle ilişki kuruyoruz diye bizi rahat bırakacak değillerdi.
Seçim de bir savaştır, sandıkları da ihmal etmemiz gerekiyor. Yaşananlardan ders çıkarıp aynı hataları bir daha yapmamamız gerekiyor.
Nasıl ki ashabın bir kısmı Uhud harbinde gevşeklik gösterip okçular tepesini terk etmekle sıkıntıya sebep olduysa, onun benzeri bir durum yaşıyoruz. Hiçbir zaman neticeyi çantada keklik zannetmeyip devamlı kendimize çeki düzen vermemiz gerekiyor.
Düşman, düşmanlığını yapar, bundan şikayet etmenin anlamı yoktur. Madem düşman bizim yaptıklarımızdan rahatsız oluyor demek ki doğru yoldayız. Doğru yolda sebat etmemiz, hatalardan hemen dönmemiz ve sarsılmadan, tevekkülümüzü bozmadan, daima gayret içinde olmamız gerekiyor.
Zafer kazanıncaya kadar; savaşa devam, çalışmaya devam, yardıma devam, fedâkârlığa devam, sabra devam, boykota devam…