EHL-İ SÜNNET, EHLÜ’L-HAKK’TIR
Sünnet ne demektir?
Ehl-i Sünnet Nedir? Ehl-i Sünnet, kısaca; Hz. Peygamber’in sünnetine uyan ve Hz. Peygamber’i hayatta örnek edinen ve onun sünnetine göre hayatına yön veren demektir. Bu ifadeyi biraz açmak için, önce Sünnet nedir? Bunun üzerinde durmamız gerekmektedir.
Sünnet: Arapça bir kelime olup; “Yol, birinin devamlı gittiği yol, âdet, gidişat, hayat tarzı” gibi anlamlara gelmektedir. Terim anlamı olarak ta “sünnet”, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin söz, fiil ve takrirlerini ifade eder. (Şimşek, M. Sait, “Asr-ı Saadette Kur’an ve Sünnetin Anlaşılması”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları, İstanbul 1994, I, 233.)
Takrir, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yapılışını görüp de yasaklamadığı davranışları belirtir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bilgisi dâhilinde yapılan bir davranışa veya yanında söylenen bir söze, karşı çıkmamışsa, bu O’nun, o davranış veya sözü onayladığı, en azından mubah saydığı anlamına gelir. Çünkü insanları Allah’ın rızasına ters olan her şeyden uzaklaştırmak için görevli olan bir peygamberin, üstelik kendisinin her davranışının ashabınca takip ve taklit edildiğini bile bile Allah’ın rızasına ve dinine muhalif bir davranış karşısında susması düşünülemez.
Kısaca söylemek gerekirse sünnet: “Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hayat tarzı” demektir. Hayat tarzı, kişinin hayat anlayışının dışa vurmuş şeklidir. Şu halde peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sünnetinin temelinde, O’nun hayat anlayışı vardır.
Mümin herşeyde
Peygamberimizi örnek almalı
İnsanlar, tarih boyunca, “Ben kimim, nereden geldim, niçin geldim, nereye gidiyorum?” gibi sorulara cevap aramışlar ve bu sorulara verdikleri cevaplara göre hayata anlam vermişler, hayat gayelerini buna göre tespit etmişlerdir.
İşte Cenab-ı Hakk, gönderdiği peygamberler vasıtasıyla bu soruların doğru cevabını insanlara bildirmiş ve ona göre hayat sürmelerini istemiştir.
Sünnet, bir hayat tarzı ise -ki öyledir- bu hayat tarzını gerçek manasıyla idrak etmek, onun arkasındaki hayat anlayışını bilmeye bağlıdır. Bu hayat anlayışını kavrayabilen kişi şuurlu bir şekilde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sünnetini hayatında yaşayabilir. İşte sünnetin temelindeki bu hayat, bizim itikad, yani iman dediğimiz şeydir.
Bu noktada sünnetin inanç ve zihniyet boyutu söz konusudur. Yani Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hayat gayesi ne ise hayata verdiği anlam nasılsa, O, nasıl bir imana sahipse, Müslüman da öyle bir imana sahip olmaya gayret etmelidir. O’nun değer yargılarını aynen benimsemelidir. Müslüman her şeyden önce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin iman dünyasını, gönül dünyasını, fikir dünyasını kavramaya ve O’nu örnek almaya çalışmalıdır.
Müslüman, Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin tevhid anlayışını, nefis ve arzular dâhil, her türlü maddî ve manevî puta gönlünde yer vermeyişini, Allah varken başka hiçbir otoriteyi kabul etmeyişini, kulluk şuurunu, Allah sevgisini ve korkusunu, kader ve tevekkül anlayışını, kâinatın her yerinde Allah’ın tecellilerini ibretle seyredişini, sebep-müsebbip anlayışını, ulûhiyyet anlayışını, değer yargılarını iyi tespit edip, sünneti yaşarken bunları işin temeline koymak ve içine sindirmek zorundadır. (Bkz., Polat, Selahaddin, “Hz. Peygamberin Sünnetini Anlama ve Sünnete Uyma”, İslam’da İnsan Modeli ve Hz. Peygamber Örneği, T.D.V.Yay., Ankara 1995, s. 32.)
Her emri yerine getirilmesi
gereken bir Rehber…
İslam toplumunun fikrî ve amelî oluşumunu sağlayan, Allah’ın Kitabı ve Hz. Peygamberin sünnetidir. Bunun için Allah Teâlâ, Kur’an ile birlikte Peygambere tabi olup bağlanmanın ve ona itaat etmenin gerekli olduğunu belirtmiştir. Ayeti Kerime’de mealen şöyle buyurulur; “Kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı (Kur’an) ve hikmeti (sünnet) öğreten ve size daha bilmediğiniz nice şeyleri de öğreten bir Peygamber gönderdik.” (Bakara; 2/151.)
Bu ayette ifade edilen kötülükten arındırmak (tezkiye), haram ve helâli Kur’an’dan öğrenmek ile hikmet ise “sünnet” olarak tefsir edilmiştir.
Kur’an, farzı, vâcibi tayin etme, helâli, haramı belirleme açısından Allah’ın hükmü ile Rasûlünün hükmünü, iki temel esas kabul etmiştir. “Aralarında hüküm vermesi için Allah ve Rasûlüne davet edildiklerinde, “işittik ve itaat ettik” demek, sadece müminlerin söyleyeceği sözdür. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nûr, 24/51.)
Nitekim, Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de, mü’minlere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi örnek gösteriyor ve şöyle buyuruyor: “Allah’ı ve ahiret gününü arzulayan ve Allah’ı çokça zikreden siz mü’minler için Allah’ın Resulünde pek güzel bir örnek vardır.” (Ahzab; 33/21)
Şunu iyi bilelim ki O, sadece kuru bir örnek değil, her emri yerine getirilmesi lazım gelen ve her hareketi benimsenip, hayata yansıtılması gereken bir rehberdir. Yüce Allah buyuruyor ki: “Resul size neyi verdi ise, onu alın! Neden men etti ise ondan da sakının.” (Haşr; 59/7.) Zaten O’nun sözleri ve hareketleri kendi, heva ve hevesinin eseri değildir. Yüce Mevlâ’nın vahyi ve ilhamının mahsulüdür. (bkz: Surei Necm; 53/3-4. ayetler)
Sünnete bağlılık dini
bir sorumluluktur
Ayrıca Kur’an’da, Hz. Peygamber’e itaati emreden ve ona itaat etmenin Allah’a itaat etmek demek olduğunu açıklayan çok sayıda ayet vardır. (Bkz., Al-i İmran, 3/31; Nisa, 4/59; Nisâ, 4/65; Nisa, 4/80; Ahzab, 33/36.)
Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de, “size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin.” buyurmuştur. (Müslim, 412, İbn Mâce, Mukaddime, 1.)
İşte, burada zikrettiğimiz bütün bu ayet ve hadislerden de anlaşıldığı gibi, Sünnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur. Kur’an bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmal etmek, tarih boyunca bütün bid’at fırkalarının ortak özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu durumun ileride ortaya çıkacağını çok önceden haber vererek, dinî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi şöyle diyerek sakındırmıştır: “Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size ‘Kur’an yeterlidir; Kur’an neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin.’ diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur’an ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir.” (Ebû Dâvûd, Sünne, 6, Ahmed b. Hanbel, IV, 131)
İmrân b. Husayn radıyallahu anh, “bize Kur’an yeterlidir, sünnete gerek yoktur”, diyen bir adama şöyle seslenir: “Ahmak herif! Sen Kur’an’da öğlen namazının dört rekât olduğunu, kıraatinin gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur’an bize çok şeyleri müphem (kapalı) bırakmış, sünnet onları açıklamıştır.”
Abdullah b. Mesud radıyallahu anh, “Allah’ın, yaradılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini” haber verirken bir kadın “Bunlar Kur’an da var mı?” diye sorar. Abdullah b. Mesud şöyle der: “Var tabii, sen şu ayeti okumuyor musun: “Rasûlullah size neyi emrederse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçınınız.” (Haşr; 59/7; Abdullah b. Zeyd, Sünnetü’r-Resûl Şakîkatu’l-Kur’an, s.54.)
Halife Efendilerimizin sünnetini de
tavsiye buyurmuşlardır
Hz. Peygamber, kendi sünnetine uyulmasını emrettiği gibi, ashabına da uyulmasını emir buyurmuştur. Hatta sahabilerini kendilerine uyulduğu takdirde, insanları doğru yola götüren gökteki yıldızlara benzetmektedir: “İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerimin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, sonradan çıkacak şeylerden de sakının. Çünkü dinde sonradan uydurulan şeyler, bid’attır. Her bid’at da sapıklıktır.” (Ebû Dâvûd, Sünne, 5.)
Ehl-i Sünnet tabiri ilk defa ne zaman ve kim tarafından kullanılmıştır?
“Ehlu’s-sünnet” tabiri, dinde bid’atlerin ve Hariciyye, Mu’tezile, Mürcie ve Şîa gibi çeşitli fırkaların ortaya çıkmasından sonra, sünnetin savunulması ve Ümmetin bütünlüğünün korunması hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Ehlu’s-sünnet, bid’at fırkalarına karşı bir tepki, onların dindeki yerini belirleme, onların ortaya attığı meselelerin dinî cevaplarını tespit etme ve bid’atlara karşı İslam cemaâtının tavır alma hareketidir diyebiliriz.
Sahâbîlerin fitne çıkmadan önceki haline uyan, fitneler çıktıktan, müslümanlar fırkalara ayrıldıktan sonra da, sahabîlerin çoğunluğunun tutumunu benimseyen topluluk, kendilerini diğer bid’at fırkalarından ayırmak için, zaman zaman ehl-i sünnet, ehlü’l-hakk, ehlu’s-sünne ve’l-İstikâme, ehlu’l-hadis, ehlu’l-cemaâ, ehlu’l-hadis ve’s-sünne ve ehlu’s-sünne ve’l-cemaâ” isimlerini kullanmışlardır.
Ehlu’s-Sünnet terimini ilk kullanan, Muhammed b. Sîrîn (ö.110/728), “ehlu’l-hakk ve’l-cemâ’a” terimini ise, ilk defa kullanan Ebu’l-Leys es-Semerkandi (ö.373/898)’dir.
Bu terim, Hicrî II. asır başlarından itibaren “ehlu’l-hakk ve’l-istikâme”, “ehlu’s-sünne ve’n-nakl”, “ashabu’l-hadis” şekillerinde kullanılmıştır. Bu topluluk hakikatte bir fırka değil, Hz. Peygamber (s.a.s)’in ve ashabının yolunu takip eden çoğunluktur. Sonraki dönemlerde bu isimler içerisinde diğerlerindeki ortak noktaları da toplaması açısından “ehlu’s-sünne ve’l-cema’ât” ismi yaygınlaşmış ve kabul edilmiştir. Bu kullanışa yakın bir ifadeyi, Ahmed b. Hanbel (241/855), “Ehlu’s-sünne ve’l-cemâ’a ve’l-âsâr” şeklinde kullanmıştır. (İbn Ebi Ya’la, Tabakatu’l-Hanâbile, Kahire 1952, I, 31.) “Ehlu’s-sünne ve’l-cemâ’â” şeklindeki ifade tarzına da Ebûl-Leys es-Semerkandî (373/898)’nin “Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber” isimli eserinde rastlan-maktadır. (Bkz., ttp://www.fatihberat.netteyim.net/ebedisaadet/ehlisunnet.htm (09.01.2005))
Ehl-i Sünnet, Kur’an ve sünnete dayanmayan hiçbir inanç ve ibadeti kabul etmez. Kur’an ve sünnetten tasdik almayan bütün inanç, fikir ve felsefeler batıldır.
Kur’an-ı Kerim, Allahu Teala’nın kelamı olup ilâhî koruma altındadır. Onu açıklayan ve uygulayan sünnet de bu korumanın içindedir. Din işlerinde Hz. Peygamber’e (s.a.s) tabi olmak farzdır.
“Kur’an ve aklım bana yeter, peygamberin görevi sadece Allah’ın ayetlerini tebliğ etmektir, vefatıyla vazifesi bitmiştir, bundan sonrası bize aittir, onun sünnetine tabi olmak gibi bir görevimiz yoktur”, demek küfürdür. Çünkü bu anlayış, bizzat Kur’an ayetlerine aykırıdır.
Kur’an ve sünneti anlamak için elbette aklı kullanmak gerekir. Bazen ayet ve hadisleri yorumlamak icap eder. Buna tevil etmek denir. Usul ve edebine göre tevil etmek, yeni yorum yapmak günah değildir; ihtiyaç anında gereklidir. Bütün mezhepler, işte bu yorum farkından dolayı ortaya çıkmışlardır.
Bugün Müslümanların güçlenmesi, yeniden kendilerini idrak etmeleri, yabancı ideolojilere yem olmamaları, birlik ve beraberliklerini yeniden kurmaları ve gerçek anlamda hem Müslüman olmaları hem de çağdaş hayata ve teknolojik gelişmelere ayak uydurmaları için Ehl-i Sünnet akîdesine dört elle sarılmaları gerekir.
Ehl-i Sünnetin Temel İnanç Esasları
- Ehl-i sünnete göre dinin temel iki kaynağı vardır. Birincisi Kur’an-ı Kerim, ikincisi ise Hz. Peygamber’in sünnetidir.
- İman ve amel birbiriyle sıkı bir ilişki içerisindedir. Ancak ameller imana dâhil değildir.
- Bütün inananlar kardeştirler. Ehl-i kıbleyi tekfir etmek kesinlikle caiz değildir.
- Ehl-i kıble olmasına rağmen, büyük günah işleyenler, imandan çıkmazlar fakat günahkârdırlar. Ancak işledikleri günahlardan tövbe etmeleri farzdır.
- Allah katında insanlar ancak takvayla üstünlük sağlarlar.
- İman edilecek hususlar açısından iman artıp eksilmez. Ancak kalplerdeki iman nuru, Allah sevgisi, kulluk şuuru ve ibadet zevki, kulun haline, edebine ve niyetine göre artar ve eksilir. Sürekli işlenen günahlar kalbi öldürür, imanı zayıflatır ve ibadet neşesini yok eder.
- Bütün müminler Allah’ın dostudur. Ancak müminlerden muttaki olanlar, takvada üstün olanlar Allah’ın veli kullarıdır. Allah dostlarından ve veli kullardan sadır olan kerametler haktır. Fakat velilik için keramet şart ve lazım değildir.
- Ehl-i sünnet, sevdiğini Allah için sever, buğz ettiğine de Allah için buğz eder. Nefsi için kimseye düşman olmaz.
- Ehl-i sünnet, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, Efendimizi hayatında örnek edinir. Bunun için bir Müslüman, hiçbir halde hiçbir kimseye zulüm yapamaz. Müslümanın temel ahlâkı, kusurları affetmek, insanları güzel öğüt ve ikna yoluyla hayra davet etmek, doğruyu yaşayarak göstermek ve herkese iyiliği emretmek ve kötülüklerden de sakındırmaktır.
- Ehl-i Sünnete göre, ahirette peygamberlerin ve Allahu Teala’nın izin verdiği salihlerin şefaati haktır. Allahu Teala ahirette müminlere cemalini gösterecektir.
- Eh-i Sünnete göre, Cennet ve cehennem ebedidir. Kalbinde zerre kadar iman ve Allah sevgisi ile ilâhî huzura gelenler, günahları yüzünden cehenneme girseler de, orada ebedî olarak kalmayacaklardır.
Ehli kıble tabirini okuyanların yanlış anlamaması için açıklık getirip yazsanız daha iyi olur, Ehli kıbleden maksat namaz kılanlardır,