Ehl-i Sünnet maskesi altında Selefi-Haricilik Tehlikesi
Allah-u Teâlâ’ya hamd; Resûlullah Efendimize, Ehl-i Beyti’ne ve Ashâb-ı Kirâm’a salât ve selam…
Merhaba Dostlar;
Zamanın hızla akıp gittiği günleri yaşıyoruz…
Ahirzaman…
İslam coğrafyası karışık, zihinler karışık, kalpler karışık…
Elbette onca karışıklığın bir de karıştıranı var; karıştıranları var. İslam’ın yeniden dirilişini engellemek için her alanda sinsice oyunlar oynayanlar var.
Sevgili dostlar, sakın ola ki, birileri oyunlar kuruyor, başımıza çorap örüyor diye, ümitsizliğe düşmeyiniz! Tam tersine, İslam günden güne güçlendiği için fırtınanın şiddeti artıyor. Bu oyunları kuranlar çok iyi biliyorlar ki son kozlarını oynuyorlar. Belki biz farkında değiliz ama bütün İslam âleminin gözbebeği konumundaki Türkiyemiz, her zamankinden çok daha fazla umut ışığı haline gelmiştir…
Türkiye deyince gücümüzü de abartmayalım ama bu gücün oluşturması muhtemel sinerjiyi hayal bile edemiyoruz! Ceddimiz Osmanlı, bir Fatih Sultan Mehmed Han, evvela işte bu gücü hayal etmişti, sonra da iliklerine kadar hissetmiş, bunu yaşamıştı.
Sevgili dostlar, bütün bu oyunların, zihin karıştırmaların, kalpleri bozmaların tek bir sebebi var; İslam’ın dirilişine mani olmak…
Bu defa, bu oyunlardan belki de en tehlikesi olan itikadi/imani bir mesele üzerinde duracağız; “Ehl-i Sünnet maskesi altında Selefi-Haricilik Tehlikesi”…
Meselenin tarihi ve ilmi arkaplanı hayli derinlikli ve karmaşık…
Fakat şu kadarını bilelim ki sevgili dostlar; Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin getirdiği İslam’ı, bizler, Selef-i Salihin dediğimiz, Sahabe-i Kiram, Tabiin ve Tebei Tabiin olarak bilinen üç altın nesilden öğrendik. Bu yol, Resulullah Efendimizin Sünnet’ine, yani hayat tarzına tabi olmak üzerine kuruluydu.
İslam’ın ana esaslarını, bu üç nesil bize aktardı ve müslümanlar cemaatinin çoğunluğu bu itikad üzere yürüdüğünden, zaman içinde buna “Ehl-i Sünnet vel-Cemaat” yolu denildi. Bu isimlendirmenin amacı da sonradan ortaya çıkan Harici, Dehri, Mutezili, Şia vesaireden ayrı bir anayolun varlığına işaret etmekti.
Burada bir konuya dikkat çekmekte fayda var. Hıristiyanlığı bozmak için ellerinden geleni yapan bir kısım Yahudiler, acaba İslam dinini es mi geçmişlerdi? Daha doğumundan itibaren, Efendimizi öldürmek için binbir türlü çare arayan bu lanetlenmişler, İslam güneşinin doğuşundan sonra, yan gelip yatmışlar mıydı? Efendimizin sağlığında İslam’ı boğmak için ne dolaplar çevirdiler? Sonra Hz. Ali radıyallahu anhu döneminde hangi oyunları kurdular. Hz. Ali’yi aşırı yüceltip peygamberlik ve hatta ilahlık davasına kadar sapıtanlar, öyle normal, sıradan müslümanlar mıydı? Birçok merkezde birden çıkan ayaklanmalar, Hilafeti tehditler, kendiliğinden gelişen halk hareketleri miydi? … Bu ve benzeri soruların cevaplarını, araştırmacılara bırakarak konumuza dönelim.
Uzun asırlar boyu, bu ayrılıkçı fırkalar ile mücadele edildi. Âlimleri kalemleri ile komutanlar kılıçlarıyla…
Saygıdeğer dostlar, bunları her müslüman az çok bilir. Fakat günümüzdeki tehlike, öyle herkesin farkına varabileceği cinsten değil. Ehl-i Sünnet’e açıktan muhalefet etmenin, halkı fazla sarsmadığını gören lanetliler, daha önce yine bazı müslümanlara kurdurdukları Selefi fırkalara farklı bir rol biçtiler. Bu defaki oyun, çok daha zehirli…
Kendilerini size Ehl- Sünnet olarak takdim ediyorlar ve bu maskenin altından, kendi zihniyetlerini kusuyorlar. Hem de öylesine ustalıkla ki ayet ve hadislerle geliyorlar. Siz, farkında olmadan bu fikirlere sempati ile yaklaşıyor, sonra da anlatılanları benimsemeye başlıyorsunuz. İşin garibi, siz hala kendinizi Ehl-i Sünnet olarak görürken, bir kısım Harici ve Selefi inançların içine yuvarlanıyorsunuz.
Kendilerini Ehl-i Sünnet olarak takdim etmelerinin bahanesi de Fıkıh konusunda bir Ehl-i Sünnet mezhebi olan Maliki Mezhebi’nden olmaları. Bunu kullanıyorlar. Fıkıh ve Akaid farklılığını bilmeyen sıradan müslüman da bunları Ehl-i Sünnet zannediyor.
Fıkıh, İslam’ın uygulanması demek, itikad/akaid ise ruhu, imanı… Amellere kıymet katan ise bu iman ve niyettir. Niyeti bozuk, imanı felçli bir müslümanın ameli de hiçbir işe yaramaz.
Bu mesele şu misale benziyor dostlar; bir ehil ağacımız var, birisi geliyor, bu ehil ağaca “yabani ağaç” aşısı yapıyor. Siz de ağacın gövdesine bakıp meyvesini yiyorsunuz ama meyve o ağacın değil! Zehir gibi acı! …
Evet, dostlar çok söz usandırır. Uzun lafın kısası, meyvesini koparmadan önce, ağaca dikkat edin. Kendinizi, ailenizi ve etrafınızdaki müminleri, zehirli fikir ve inançlardan koruyun.
Ve selametle kalın…