“El” Nimetindeki Hikmetler
DİN VE HAYAT
Hatice Ergin
İslam’ın bize bildirdiğine göre insan eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır, yani yaratılmışların en şereflisidir. Diğer mahlûkata verilmeyip de insana bahşedilen birçok hususiyetler vardır.
Dinimiz, insanın bu üstünlüklere şükrederek daha da büyük derece ve mükafatlara kavuşmanın yolunu gösterir. Bu üstünlükleri iyi yolda, iyilik için kullanmanın yöntemlerini öğretir. Böylece insana maddi sahada verdiği nimetleri manevi bir rehberlikle birleştirir.
İnsanı insan yapan, yeryüzündeki diğer mahlukata verilmediği halde insana verilen üstünlükler arasında ilk anda akla gelmeyen bir uzvumuz vardır; el.
bolsa de pierna decathlon
Adidas Stan Smith
sadarināšanās gredzeni
χρυσσες πλατφορμες
napihljivi fotelj merkur
nike air zoom pegasus 36 w
replika spor ayakkabı toptan
ted baker aurinkolasit
moschino tričko
νακ παπουτσια πεδιλα
fiitgonline.com
Elbette insanın asıl üstünlüğü, akıl sahibi olması, başka mahlukat ile mukayese edilemeyecek şekilde bir ruha sahip olmasında gizlidir. Bunu hepimiz kabul ederiz. Ama çok yüksek fikirler düşünebilecek bir akla, sırlarını kimsenin bilemediği bir ruha sahip olan insanoğlu buna uygun olarak beden özellikleriyle de başka mahlukattan ayrılmıştır.
Allah-u Zülcelâl insanın “Ahsen-i takvîm” üzere yaratıldığını bildirir. Bu ayet-i kerimeye meal verilirken ekseriyetle; “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.”(Tin, 4) şeklinde izah edilir.
İbn Abbas radıyallahu anhtan nakille birçok müfessirler, “takvîm” kelimesinin izahında şunları da ifade ederler:
“Allah bütün hayvanları “yüz üstü eğilmiş” bir şekilde yaratılmıştır. Yiyecek ve içeceklerini de başlarını yemeğe uzatıp, ağızlarıyla alarak yerler. İnsan ise dik durabilir, ellerini kullanarak yiyeceğini, içeceğini elleriyle ağzına götürebilmektedir.”
İnsanı İnsan Yapan Uzuv
İnsanın ayakta durabilmesi başlı başına güzellik olduğu gibi, ellerini kullanabilmesini de sağlamaktadır. İnsan eli, diğer mahlûkatın ön ayaklarıyla asla mukayese edilemeyecek, mûcizevî üstünlüğe sahip bir uzuvdur.
Evrim iddiasında bulunanların; “insana çok yakın, benzer…” diye iddia ettiği maymungiller familyasından olan mahlûkatın ön ayakları dahî, insan eliyle mukayese edilemez. Şempanzeler bile bir meyveyi ancak iki ön ayağı ile kavrayabilir. Hatta tıpta “Maymun el deformitesi,” diye bir sendrom vardır. Bu rahatsızlıkla müptela olan kişiler başparmağını elin geri kalanından uzaklaştıramazlar. Sinir ve kaslardaki bir hasarla ilgili bir durumdur.
İnsan elinin tek üstünlüğü baş parmağını kullanması değildir; insan yazı yazmasını, çok ince sanatları öğrenip uygulamasını ve bilimleri araştırmasını mümkün kılan bir ele sahiptir.
Biraz düşünecek olursak insan eli, insanın insanlaşmasında çok büyük bir ehemmiyete sahiptir. İnsan; sırtında kürkü olmayan, pençesi, dişi bulunmayan, âciz bir canlıdır, ama iki eli sayesinde faydalandığı pek çok eşyayı îmâl eder.
Elbette el ile kastedilen sadece beş parmaktan ibaret bir uzuv değildir; o eli en ince sanatlarda dahî kullanmayı mümkün kılan, sinir ağları, kaslar ve bunları yönetmek için beyindeki ince motor kabiliyeti, el-göz koordinasyonu ve daha pek çok şey vardır. Nasıl ki; insanın konuşması için dilin ardında ona ve nefese, boğazdan dudağa türlü uzuvlara hükmeden birçok sinirler, kaslar varsa, bunların hepsinin kusursuz çalışması îcâb ediyorsa, benzeri el için de geçerlidir.
Her Nimet Bir İmtihan
El gibi bir nimet verilmesi; insanı diğer mahlûkattan ayırıp üstün yapan, lütuf ve bir imkân olduğu gibi, bir imtihandır da.
Eller insanın yapıp ettiği bütün iyilik ve kötülüklerde başroldedir. Kur’ân-ı Kerim’de el kelimesinin insanın hak edişlerini temsil mânâsında kullanıldığını görürüz. Meşhur âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:
“İnsanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat meydana geldi (ki Allah) yaptıklarının bazısını kendilerine tattırsın ki vazgeçsinler.” (er-Rûm, 41)
Elbette eller, yaptığı işlerde bütün uzuvlarla yardımlaşır. Meselâ; bir işi yapmak için belli bir yere gitmesi gerektiğinde ayakları ile gider. Gözüyle görür, kulağıyla işitir ve topladığı bu verileri kullanır. Kalp, ciğerler ve benzeri iç organları zaten bu sırada çalışıp ona güç sağlamaktadır. Beyni, yapacağını tasarlaması ve fiiliyata geçirmesi için her türlü desteği verir. Ama çoğu yapılan hayırlı veya şerli işler, el ile temsil edilir. Rabbimiz sanki el ifadesini kullanmayı tercih ederek;
“İnsana el gibi bir uzvun verilmesine böyle mi şükrediyorsunuz?” diye sitem etmekte gibidir.
Elbette Allah-u Zülcelâl her bir mahlukata farklı kabiliyetler vermiştir. Mesela köpeklerin burnu insandan bin kat daha yüksek bir hassasiyetle koku alır. Her canlıya tam ihtiyacı olan özellikler verilmiştir. İnsana verilen el uzvu ise neredeyse benzersizdir.
Gerçekten de insana verilen bu uzuv öylesine mâhirdir ki, evrim iddiası sahiplerini zora sokmaktadır. Bazen, “elin evrimini açıklayan teoriler” adı altında saçma sapan sözler sarf etmektedirler. Mesela çocuk ve gençler için çizimlerle ve canlandırmalarla hazırlanmış güya belgeselde, “ilkel insan beslenmek için hayvan leşlerini ayıklarken, ellerini kullanmayı öğrenmiş ve evrimleştirmiş” denilmektedirler.
Hâlbuki tabiata baktığınız zaman görürsünüz ki leş ile beslenen canlıların bütün bir yaratılışı ona uygundur. Meselâ; ağızları ve çeneleri uzun, gagaları güçlü ve kıvrık, mide asitleri mikropları öldürecek şekilde keskindir. Bu mahlûkatın hiçbirinde insan eli gibi bir uzuv yoktur. İnsanda ise o hayvanlardaki mide asitleri yoktur.
İnsan temiz gıdalarla beslenmesi gereken narin bir canlı olarak yaratılmıştır. Dikkat edilirse dünyanın en geri kalmış bölgelerinde, Afrika’daki en iptidâî hayat süren kabîleler bile, av etlerini pişirip öyle yemektedirler.
El leş yemek için değil, tam tersi; “temiz gıdâlar istihsâl etsin” diye insana lutfedilmiştir. İnsanın temiz şeyler yemesi, nezih bir hayat sürmesi için de elin çok önemi vardır.
İnsan şu dünyada ziraat ve besicilik yapan, elde ettiği mahsulleri temizleyen, ayıklayan, pişiren, temiz bir yerde saklayan yegâne canlıdır. Bunun yanında insanlar elleri ve beyinleri ile çok farklı sanatlar, meslekler geliştirmişlerdir. Böylece vahşi bir hayattan kurtulmuşlardır.
Helal ve Temiz Rızık İçin
Allah’ın insana lütfettiği el nimeti, helalden kazanmak için de çok önemlidir. Nitekim Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem;
“Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allâh’ın peygamberi Dâvud -aleyhisselâm- da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhârî, Büyû‘, 15, Enbiyâ, 37) buyurarak el emeğine dikkat çeker.
El emeği, el sanatı gibi ifadelerde de kullanmaya alışkın olduğumuz gibi, el; insanın çalışıp, üretip, faydalı olması için çok kıymetli bir bağıştır. Eğer insan kendisine lutfedilen bu nimetle; biraz gayret gösterip, çalışıp çabalayarak faydalı şeyler üretirse insana yakışır bir hayat yaşar. Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz;
“Bir adamın kendi nefsi, ailesi, çocuğu ve hizmetçisinin nafakasına harcadığı malı onun için sadakadır.” buyurarak mü’minleri faydalı insan olmaya teşvik etmektedir.
İnsanın insanlık şerefine lâyık bir hayat yaşaması; kimseye muhtaç olmayıp, yani meşhur tabirle “el açmayıp” ihtiyaçlarını gidermesine bağlıdır. Başta kendi ihtiyacı olmak üzere ailesinin ve sonra da diğer muhtaçların ihtiyaçlarını gideren el ise “veren el” üstünlüğüne kavuşur. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam;
“Üstteki (veren) el, alttaki (alan) elden hayırlıdır. Yardım etmeye, geçimini üstlendiğin kimselerden başla! Sadakanın hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Kim insanlardan bir şey istemezse, Allah onu kimseye muhtaç etmez. Kim de tokgözlü olursa, Allah onu zengin kılar.” (Buhârî, Zekât, 18, Nefekât, 2; Müslim, Zekât, 94-97, 106, 124) buyurur.
İnsan elini böyle hayırlı işlerde kullanınca, Allah-u Zülcelâl de onun mükâfat ve mertebesini bildiren kitâbını (amel defterini) “sağ eline” verecektir. Böyle el nimetine güzel şükretmiş olanlara sağ el için kullanılan “yemîn” ifadesi isim olmuş, “ashâbu’l-yemîn” unvânı ile taltif edilmişlerdir. (el-Müddessir, 39)
Malûm dînimizde sağ el temiz ve iyi işler için kullanılır. Bir adam, Hazret-i Hasan radıyallâhu anh efendimize “el kaldırmak” gibi bir hadsizliğe yeltenmişti. Hazret-i Hasan radıyallâhu anh; “Sağ el böyle kötü işler için kullanılmaz!” diye onu uyarmıştı.
Sağ el, insanlar arasındaki ahidleri de temsil eder. “Yemîn” kelimesinin kökeninin de kişinin verdiği sözü kuvvetlendirmek için sağ eliyle bunu ifade eden bir işaret yapmasıyla ilgili olduğu söylenmiştir. (TDV; Yemin maddesi)
Aynı zamanda sağ elin bizzat kişinin gücünü, kuvvetini temsil ettiği anlaşılır:
“Muhakkak onun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip alıverirdik.” (el-Hâkka, 45)
İnsanlar arasındaki hukuk, sözleşmeler ve geçerli kanunlar da sağ el ile temsil edilir. Kur’ân-ı Kerim’de “Sağ elinizin sahip oldukları” ifadesi, meşrû hukuk ile sahip olduğunuz (câriyeler) mânâsında kullanılır. (Bkz. el-Meâric, 30)
İnsanlar arasında geçerli hukuk, karşılıklı sorumluluklar yükler ve buna bağlı hak ve salâhiyetler ile hayatı düzenler. Bu düzenlemeler; hayvanlar âleminden farklı olarak insanlık âleminde geçerli olan, insanı vahşetten kurtaran, medenîleştiren, birbiriyle yardımlaşmasını sağlayan akitlerdir. Bu akitlere bağlı kalmakla; insanlar, vahşî hayattaki kovalamacadan kurtulur, insanca yaşamanın imkânını bulur.
Bugün bazı Afrika ülkelerinde ziraate elverişli yerler var ama kimse uğraşmıyor. Çünkü çalışanın hakkını koruyan bir hukuk düzeni yok. Hukukun olmadığı yerde kaba kuvvet geçerlidir. Bu kuvvet; çalışıp üretmeye, faydalı olmaya yarayan değil, üretenin emeğini gasp eden vahşî bir kuvvettir.
İleri ülkeler, her ne kadar dinden uzak, seküler olsalar da kendi aralarındaki düzeni ayakta tutmak için Peygamberlerin getirdiği ve insanı insanlaştıran hukuk sisteminden genel ölçülerde de olsa faydalanmaya devam etmektedirler. Ancak kâmil mânâda tatbik etmedikleri için, sistemleri krizlere yol açmakta ve içten içe çökmektedir.
Elini Hayra Kullanmak İçin
İnsanoğlunu; elini iyi işlerde kullanmaya, zulümde ve fesatta kullanmaktan alıkoymaya sevk eden tek şey îmandır, takvadır, ihlastır.
Rabbimiz; Âdem aleyhisselâm’ın hayırlı oğlu Hâbil’in şöyle dediğini bildirir:
“Eğer sen beni öldürmek için elini kaldırırsan, ben seni öldürmek için sana elimi kaldırmam. Çünkü ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (el-Mâide, 28)
Allah’ın razı olmadığı şekilde başkasının hakkında “el uzatmak,” zulüm için “el kaldırmak” kişinin cezalandırılmasına sebeptir. Dinimiz Allah’ın verdiği her güç ve imkanı ancak hayra kullanmayı emreder. İslam ahlakı insanı başkalarına faydalı olmaya teşvik eder.
Zamanımızda, İslâm dünyasında; çalışıp üreten emek sahiplerinin hakkı yeterince korunmadığı zaman, gençler zahmetli işlerde çalışmaktan yüz çevirebiliyorlar. Yaşadığımız pahalılıkta; çalışmadan, zahmet çekmeden bol bol tüketmek isteyen bir nesil yetişmesinin de önemli bir rolü var.
Dînî, ahlâkî zayıflamanın da etkisiyle çoğu insan kolay para kazanma arayışına yönelebiliyor. Hattâ Allâh’ın luftu olan el nimetini; “başkalarının hakkına uzatmak” gibi kötü bir eylemde kullanabiliyor.
Rabbimiz; elini böyle yaratılış gayesinin tam zıddına kullanarak nankörlük edenlere, lâyık olan cezayı şöyle bildirmiş:
“Hırsız erkek ile hırsız kadının irtikâb ettikleri suça bir karşılık ve Allah tarafından insanlara ibret verici bir ukûbat olmak üzere ellerini kesiniz. Allah Azîz ve Hakîm’dir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).” (el-Mâide, 38)
Elbette bu cezanın uygulanma şartları çok ağırlaştırılmıştır. Hırsızın elinin kesilmesinin pek çok şartı vardır. Öncelikle de herkesin helalinden ihtiyaçlarını giderebildiği ve haram yollara ihtiyaç bırakılmadığı bir düzen kurulmalıdır.
Zamanımızda bu haksız düzeni düzeltmeden, dîni uygulamaya bu hükümlerden başlamayı kimse teklif de etmiyor. Ama bu cezanın hikmeti üzerinde tefekkür edilirse, aslında son derece ibretli bir mesajı var:
“Allâh’ın hiçbir mahlûkata vermeyip insana verdiği el gibi bir nimeti; böyle insanların güvenini sarsacak, insanlar arası nizamı bozacak şekilde vahşîce kullanana lâyık olan ceza budur.”
Zamanımızda had cezalarını ağır bulanlar, te’vil etmeye çalışanlar var. Hâlbuki bugün dünyayı sömürerek çok büyük bir güç devşirmiş büyük devletler bile; suçluların işledikleri suçlarla güçlenip, örgütlenip, başa çıkılmaz bir hâle gelmesine çare bulamıyor. Nerede kaldı ki, devletin imkânlarının zayıf, gençlerin çaresiz olduğu yerlerde suçla mücadele edilsin. Dünyanın en ileri ülkelerinde bile, bazı eyâletler suça teslim olmuş.
Dînimiz; hukuk sistemini ayakta tutmak, hak edenin emeğini korumak, haksızlıkları engellemek hususunda devletin elini güçlendirmiştir. Elbette asıl gaye, bu caydırıcı cezayı uygulamaya hiç gerek kalmamasıdır.
Zamanımızda inkarcı-evrimci zihniyet, iman ve ahlak temelli dini anlayışa adeta savaş açmıştır. Güya bu iddialarını bilimin özgürlüğü, aklın hürriyeti ve benzeri sloganlarla savunmaktadırlar. Aslında bu bir ideolojidir ve birçok ideoloji gibi yıkıcıdır.
İman, insanı insan yapan her şeyin temelidir. Hukuk, ahlak, iyilik, yardımlaşma, dayanışma gibi bütün insani değerler temelini imandan alır.
İnsanı sırf maddi kalkınma ve imkanlar üstün hale getirmez. O imkanların iyiliğe kullanılması için evvela insana bakış, hayata bakış tamamen iman temelli olmalıdır. İmanın olmadığı yerde insan bir yönden vahşileşecek, bir yönden robotlaşacak, insanlıktan çıkacaktır.
İnsanı insan yapan hususiyetlerden birini, “el nimeti” ve Kur’ân-ı Kerim’de el nimetine dikkat çeken ayet-i kerimeler ile ele alarak bir tefekkür denemesi yapmaya çalıştık.
Rabbimiz, verdiği bütün nimetleri rızâsına uygun kullanmayı nasip eylesin. Âmîn.