En Üstün Hizmet: Kur’an Eğitimi
En Üstün Hizmet
Osman b. Affân radıyallâhu anhu, Hazreti Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “(Hizmet ve fazilet bakımından) en üstününüz Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerdir.” (Buharî, Ebu Davud, Tirmizî)
Hadis kitaplarımızda “Hayrukum (veya efdalukum) men tealleme’l-Kur’ane ve allemeh” ifadesiyle yer alan hadis-i şerif, Müslümanların en hayırlı ve faziletli olanlarının Kur’an’ı öğrenen ve öğretenler olduğunu tespit ve beyan etmektedir.
Hiç bir sınırlama getirmeksizin ‘en hayırlınız’ veya ‘en faziletliniz’ buyrulmuş olması, “mutlak kemaline masruftur (sarf olunmuştur)” kaidesince hadisimizin manasını, “Sizin her bakımdan ve her halükarda en üstün olanınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerdir” şeklinde ifadeye imkân vermektedir.
Bilinen bir gerçektir ki, dinimizde üstünlük takva (Allah’tan korkmak) ve hizmetledir. Verilecek hizmet, dinin temel ve yegâne kaynağına yönelik olursa, bu hizmeti verenler pek tabii olarak “en hayırlı” ve “en üstün” olacaklardır.
Kur’an hizmeti, İslam’a temelinden sahip çıkma pratiğidir. Kur’an’ı öğrenmek, birinci kaynaktan İslam’ı öğrenmek demektir. Kur’an’ı öğrenip başkalarına öğretenler ise İslam’ın yayılması için fiilen çalışan mücahid kimselerdir. Çünkü İslam adına verilecek bütün hizmetlerin temelinde yer alan Kur’an kültürüne erişebilmenin ilk şartı, onu okumayı öğrenmektir. İşte, bu temel hizmeti sağlamak için çalışanlar ise hiç şüphesiz Kur’an muallimleridir.
Kur’an’ın İslam’daki tartışılmaz ve doldurulamaz yeri ve mevkii dolayısıyla asırlardır Müslümanlar, Kur’an talimi için fevkalade gayret göstermişlerdir. Çünkü Kur’an okunup anlaşılmadan, sağlam ve sağlıklı bir Müslümanlık ve dindarlık asla söz konusu olamaz.
Hz. Peygamber bütün hassasiyetiyle Kur’an ve ayet kavramlarının, Müslümanların gönüllerine ve hayatlarına yerleşmesi için çalışmıştır. Hatta başlangıçta bu gerekçe ile kendi açıklamaları demek olan hadislerin yazılmasını bile yasaklamıştır.
Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem daima, İslam tebliğ ve davetini Kur’an okuyarak, Kur’an’dan ayetleri insanlara duyurarak yapmıştır. En müessir davet vasıtası bizzat Kur’an’dır. Etkili bir din hizmeti, mutlaka Kur’an’a dayanmak zorundadır. Ayetlerle desteklenmeyen, onlardan kaynaklanmayan hiç bir dinî faaliyet ve davet müessir olamaz. Çoğu dinî konuşma ve yazıların kuruluğu, etkisizliği, gönüllerin kuraklığı Kur’ani motiflerden soyutlanmış olmalarından ileri gelmektedir.
Bu noktadan hareketle hadis-i şerifi ‘Din hizmetinde en etkili ve dolayısıyla en hayırlı olanlar Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerdir’ şeklinde anlamamız mümkün gözükmektedir.
Kur’an bilenin önceliği
Hadis-i şerifi, Hz. Peygamberin sadece sözlü bir tespit, teşvik ve tavsiyesinden ibaret sanmamak gerekir. Zira Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem, bizzat uygulamalarıyla da Kur’an bilenleri, ona daha fazla hizmet edenleri diğerlerinden üstün ve önde tutmuştur. Yaş bakımından küçük olanları, sırf Kur’an bilgilerinin fazla oluşu gerekçesiyle yaşlılara imam tayin etmiştir. Bu sebeple de imamlıkta sıralama, Kur’an bilgisi en üstün olanla başlatılmıştır.
Cabir b. Abdillah radıyallâhu anhunun verdiği habere göre Uhud Şehidleri, ikişer üçer defnedilirken kabre önce, daha çok Kur’an bilen konulmuştur. (el-Musannef III, 540-541)
Hz. Peygamber evleneceği hanıma mihr olarak verecek hiç bir şeyi olmayan fakir Müslümanları, bildikleri Kur’an sureleri karşılığında evlendirmiştir. Çevredeki Müslüman kabilelere gönderilen mürşitler, hep en güzel Kur’an bilenlerden seçilmiştir. Kurrâ terimi o günlerde, Kur’an’ı bilen ve yaşayan “Ulema” anlamına gelmekteydi.
Rivayetlere göre, yetmiş kişilik kurrâ heyetini pusuya düşürerek Bir-i Maûne’de şehid eden kabilelere, Hz. Peygamber, bir ay süreyle Sabah namazında beddua etmiştir. Bu peygamberi davranış, Kur’an muallimlerine ve Kur’an öğretimine verdiği önemin bir göstergesidir.
Öte yandan, sevgili Peygamberimiz Kur’an okuyan ve gereğince yaşayanları, kokusu ve tadı güzel, her şeyiyle tatlı meyvelere benzetmiştir. Yine aynı vasfı taşıyan insanların anne ve babalarına, kıyamette güneşten daha parlak bir taç giydirileceğini müjdelemiş, böylece aileleri hayırlı nesiller, Kur’an hizmetkârları yetiştirmeye teşvik etmiştir.
Kur’an’la düşünmek ve yaşamak
Hıristiyanlığın sevgi ve hoşgörü dini olduğunu söyleyen, bunun delili olarak da İncildeki “sağ yanağına tokat atana sol yanağını da çevir, sakın mukabele etme”, tavsiyesini gösteren bir misyoner, öteki dinlerin hiç birinde böyle bir hoşgörünün bulunmadığını, hele Kur’an’da göze göz, dişe diş, tokada tokat… Yani kısas hükmünün yer aldığını söyleyerek propaganda yapıyormuş. Bu durumu birkaç kez, müşahede eden bir Müslüman delikanlı “Ulema’nın bu misyonere cevap vereceği yok, bari ben vereyim” diyerek, aynı cümleleri tekrar etmekte olan misyonere yaklaşmış. Misyoner, bir şey söyleyecek sanarak başını uzatınca, delikanlı bütün gücüyle bir şamar aşketmiş. Canı oldukça yanan misyoner, hemen mukabele etmek istemiş.
Ancak delikanlı “Dur hele, çevir öbür yanağını. Bir de ona vuracağım. Şimdi sen, kutsal kitabınız İncil’in böyle emrettiğini söylemiyor muydun?” demiş. Hala yediği tokadın acısıyla kıvranan ve bir anda aklı başına gelen misyoner, “Bugün İncil’in değil, Kur’an’ın emriyle amel edeceğim…” demiş.
Tokadı yedikten sonra “Kur’an’ın hükmiyle amel edeceğim” demek, bilmem ki herkese nasip olur mu? Ve tabiî asıl marifet, tokadı yemeden bunu söyleyebilmektir.
Kur’an’la düşünmek yaratıcısının emirleriyle kâinatı, algılamak ve değerlendirmek demektir. Kur’an’la yaşamak, mülkün yegâne sahibinin emirleri istikametinde dünyadan yararlanmak, geleceğe hazırlanmaktır. Bu bir anlamda, askerin komuta merkeziyle sürekli irtibatta bulunması demektir, en büyük güç ve güvencedir.
Müslüman, günlük hayatını Kur’an’la değerlendirir ve yaşarsa olaylar karşısında ne yapacağını şaşırmadan, görevini sürdürebilir. Aksi halde sonu gelmez çarpık beşeri yorum ve değerlendirmelerin girdabında boğulur gider. Çoğu kere de tokadı yiyince aklı başına gelir ve belki de “Bugün Kur’an’ın emriyle amel edeceğim” der. Hiç şüphesiz bunu diyebilmek için de Kur’an bilgisine ihtiyaç vardır.
Kur’an’la düşünmek ve Kur’anla yaşamak için “Biz Allah’a ve bize indirilene iman ettik…” (el-Bakara; 136) diyecek bir itikadî netliğe sahip olmak gerekir. Büyük Sahabe Ebu’d-Derda radıyallâhu anhu bu konuda şu tespit ve teşbihi yapmaktadır: “Kur’an’ı buruna takılan halka edininiz, ona bu derece bağlı kalınız ve onu yaşayınız.” (el-musannef, III, 368)
En üstün hizmet
Böyle bir yaklaşım ve yaşayış sahibi olmanın neticesini de bir başka büyük sahabe Abdullah b. Abbas radıyallâhu anhu haber vermektedir: “Kur’an okuyan ve muktezasına uyanı Allah, dünyada sapıklıktan kurtarır, kıyamette de hesap vermekten korur. Zira Allah Teâlâ, “Kim benim hidayetime uyarsa, sapıtmaz ve bedbaht olmaz.” (Taha; 123) buyurmuştur.” (el-Musannef, III, 382)
O halde Kur’an’ı böylesine benimseyebilmek ve onu hayat kitabı olarak yaşamak için onu öğrenmek ve öğretmek, bir kere daha söyleyelim ki ilk adımdır. Bu ilk adımı atmaya vesile olanlar da Müslümanların en hayırlıları ve faziletlileridir.
Sözün özü, temel ve en üstün hizmet Kur’an hizmetidir. Bu hizmeti görenler, bu ümmetin en hayırlılarıdır. Çünkü en köklü ve kutlu hizmeti görmektedirler.
Allah bizi imandan ve Kur’an’dan ayırmasın! (Âmin)