Gafleti Dağıtan Nurani Kılıç: Besmele
Dil nimetini doğru kullanabilmek
Boynundan aşağısı felçli bir hanımın ziyaretindeyiz. Eli tutmuyor, ayağı yürümüyor, hatta belini doğrultup oturamıyor. Fakat öyle tatlı bir dili var ki, onunla sohbet ederken bütün bunlar siliniveriyor. Dilinin tatlılığı ise dilinin her zaman zikirle tatlanmış olmasından geliyor.
Gerçekten insanın değeri, dilinin altında gizli. Öyle değil mi? Hani “Dervişin fikri neyse zikri de odur” sözünün işaret ettiği gibi, sözü, insanın zihin yapısını, himmetini, maksadını ele veriyor. İnsanın himmeti neyse kıymeti de o olduğuna göre…
Gerçekten de dil, insanoğluna verilmiş çok büyük bir nimet. Hem, bütün insanların hemen hemen eşit seviyede sahip olduğu nadir imkânlardan biri… Kişinin yaşı, sıhhati, maddi durumu, makamı, mevkii onun dilinin devamlı sevap işlemesine mani değil. “Namazı kıldıktan sonra da ayakta, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı zikredin/anın.” (Nisâ, 103) ayetine uyan her Müslüman, durmadan sevap kazanabilir.
Dil sayesinde, yattığı yerden kalkamayan bir insan, ayakta gezen, elinden her iş gelen ama dili zikretmeyen birinden üstün oluveriyor. Dikkatli bakınca bunu bu dünya gözüyle bile fark edebiliyoruz; ahiret âleminde ortaya çıkacak olan üstünlük nasıl olacak kim bilir…
“Söz” bize havada eriyip kaybolan bir nefesten ibaret gibi görünüyor; bu yüzden kıymetinden gafil kalıyoruz. Hâlbuki bir düşünelim, insan dilinden çıkan bir sözle mümin olur, ebedi cennete girer; kâfir olur, ebedi cehenneme düçar olur. Diliyle kolayca okuduğu dualar, sureler, zikirler sayesinde mizanının sağ kefesi dolar, yine dilinden -hiç düşünmeden- dökülüveren bir gıybetle onların hepsi elinden çıkar ve iflas eder. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın buyurduğu gibi, “İnsanları yüzüstü cehenneme götürecek olan dillerinin ortaya koyduğu semereden başka nedir ki?” (Tirmizî, İbn Mâce)
Evet, bu kadar büyük neticesi olan ameller pek küçük, çoğu zaman önem vermediğimiz bir aza ile kolayca işleniverir. Hatta insanın hususi bir zaman ayırması bile şart değildir, çünkü eli çeşitli işlerle meşgul olsa da dilinin zikretmesine mani değildir. Yeter ki gönlü gafil olmasın veya gaflete düşüren şeylerle zihni dağılmasın.
Öte yandan gönlü gafletten, zihni gereksiz düşüncelere dağılıp gitmekten koruyan ve kurtaran da yine dildir, dilin zikrettiği kelimelerdir.
‘Lüzumsuz söz söylemeyiniz!’
İnsanın kalbi bazen adeta donuklaşır, soğuklaşır, hiçbir şey düşünmez ve hissetmez gibi olur. Bazen de üstüne vazife olmayan düşüncelerin verdiği ağırlıkla, kasvet bürür gönlünü. Yahut değersiz, önemsiz küçük küçük düşüncelerin peşinde dağınıklık haline düçar olur. Çoğu zaman da buna gereksiz konuşmalarımız sebep olur.
Hepimiz zaman zaman Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin, “Allah’ın zikri dışında kelâmı çok yapmayın. Zîrâ Allah’ın zikri dışında çok kelâm, kalbe kasvet verir.” (Tirmizi) buyurarak ikaz ettiği duruma düşeriz.
Bütün bunlardan salim bir şekilde, Rabbimizi ve ona verdiğimiz kulluk sözümüzü hatırlar halde bulunamayız her zaman ne yazık ki.
İşte, o anlarda da dil ve dilin söylediği zikirler; mesela besmele, tesbihler, tehliller ve virdler kalbi yeniden toparlayıp asıl istikametine çevirir. Bunların içinde bilhassa besmele, dünya manzaralarının tesiri altına girip gaflete düşen kalbi süratle uyaran bir ikaz lambası gibi vazife görür.
Hele hele şeytani dürtüklemelerin tesiriyle kalbe karanlık bastığı zaman, bir Eûzu-Besmele çekmekle sanki gönlümüzün ufukları aydınlanır. Kişi “Rahman ve Rahim Allah’ın ismiyle” deyip Allah’ın rahmetini hatırlayınca kalpten kasvet verici kuruntuların gölgeleri çekilir, iman ve tevekkül nuru gönlü kaplar.
Gafleti dağıtan nurani kılıç
İnsanız, bir yandan dünya maişeti ve işleri ile meşgul olmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Dünya hırslarından, uzun emellerden vazgeçmiş olsak bile en azından karnımızı doyurma telaşından geri kalamıyoruz. Sırf ibadet için bile olsa bedenimize enerji lazım. Bu yüzden -böyle bir şey emredilmemiş olduğu halde- dünyadan büsbütün el etek çekmiş olsak bile yemeden içmeden, bazı işlerimizi görmeden yaşamamız mümkün değil.
İşte, besmele, bize zorunlu olarak içinde bulunduğumuz meşgalelerin içinde de gafletten ayılma imkanı sağlıyor.
Böylece önümüzdeki şeyin veya işin, Allah ile aramıza giren bir perde değil, bir bağ olmasını sağlayan bir şifreye dönüşüyor Besmele…
Artık besmele ile yenilen o yemek, sadece açlığımızı gideren bir gıda veya damağımızda hoş bir lezzet bırakan bir yiyecek değil; Allah’ın bize ikram ettiği bir nimet oluyor. Ve nimeti önümüze koyan bakıyor; “Kulum, nimetime şükür mü edecek yoksa nankörlük mü? Şükrünü gönülden ve bütün azalarında belirecek şekilde tam mı eda edecek yoksa sadece dilinin ucundan mı?”
Biz Besmele çekmekle, şükretme niyetinde olduğumuzu ifade ediyoruz. Çünkü o nimeti vereni hiç hatırlamak istemeyen, adeta bir yağmacı hırsız gibi yiyip içip geçip gitmek isteyen nankör ve gafil nefse bir hatırlatmada bulunuyoruz:
“Hele bir dur! Dur ve düşün, bunu sana kim ikram etti? Toprağa, suya, tohuma, güneşe sözü geçen bir Kudret sahibi, bunu sana ikram etmeseydi sen buna güç yetiremezdin. Öyleyse bunu sana in’am ve ihsan edene karşı sen de şükür ehli bir kul olmalısın. Şükür ehli olmayı nasip ve müyesser eylemesi için de yine O’ndan yardım istemelisin. Öyleyse lokmayı gafletle değil, onu önüne koyanın adını anarak, şanını yücelterek yemeye başla!”
Böylece Besmele, hiçbir niyet beslemeden, alışkanlık eseri olarak yapılagelen şeyleri, Allah’ın rızası maksadıyla yapılan bir amele dönüştüren bir tılsım oluveriyor. Çünkü Besmele, kalpte kulluk niyetini harekete geçiriyor; “Bi- ismi-Allahi, Er-Rahmani-er-Rahim” Mealen manası: “Rahman ve Rahim Allah’ın ismiyle, şanıyla…”
Amelleri sevaba çeviren iksir
Niyet, sıradan, alelade amellere bile yüksek kıymet kazandırması bakımından adeta bir simya iksiri ise şayet; besmele de gönülde o iksirin husule gelmesini sağlayan, kolay bir ameliye…
Yemeğe elimizi uzatırken, mubah bir işe başlarken besmele çekmek; o meşgalenin kalbimize gaflet vermemesi, aksine onun da “ibadete kuvvet niyeti” ile beraber bir sevap değeri kazanmasına imkan sunuyor. Çünkü Besmele adeta bir silkiniş, uyanış; kendine geliş. Şu dünyada bulunuş gayemizi hatırlayış; Allah ile aramızdaki bağın farkına varış…
Anahtarımızı cebimizden çıkarıp kapımızı açarken “Bismillahir-rahmanir-rahim” dediğimiz zaman, açtığımız o kapı sadece evimize, arabamıza, dükkanımıza açılmıyor; bize emaneten verilmiş bir nimete, nasıl değerlendireceğiz diye bakılan bir imkana, bir imtihana açılıyor.
O kapıdan besmele ile geçmekle birlikte kalbimize bir mesaj gidiyor: “İşte, kulluk imtihanında yeni bir sayfaya başlıyoruz. Allah yar ve yardımcımız olsun, Rahmetini bol bol üzerimize yağdırsın, hatalardan korusun, salih amelleri kolaylaştırsın…”
Hele bir de bunların şuurunda olarak çekiyorsak o Besmeleyi; Besmele bütün duaları, yakarışları, zikirleri özünde toplayan bir isim, bir başlık oluveriyor.
Başlıklar, nasıl ki bir satır bile olmayan bir isim oldukları halde, koskoca, ciltlerle eseri tek başına temsil eder; Besmele de kısacık bir söz olduğu halde bütün tesbihlerin, tahmidlerin, duaların manasını temsil ediveriyor. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’in başlığı da Besmele-i Şerife.
Öyle değil mi? Kur’an’ı hatmetmeye Fatiha suresini okuyarak başlarız. Kur’an’ı açtığı için Fatiha ismi verilen bu surenin başlığı da Besmele’dir.
Besmele ve ardından gelen Fatiha suresi; sanki Kur’an ayetlerinin birbiri ardınca gelip, manalarını tafsilatlı bir şekilde açması için ilk hareketi veriyor gibidir.
“Allah’ın adıyla; o Allah ki, o bütün noksanlıklardan münezzeh ve bütün övgü ve senaların fevkinde bir yücelikle çok büyüktür!
O bana tenezzül buyurup en sevdiği kulunu Resul olarak vazifelendirmiş, ayetlerini bildirmiş. Şimdi ben onları okuyacağım. Aman Ya Rabbim bu ne büyük bir şeref!
Layık olmadığım bu şerefi, O Rahman ve Rahim olan Rabbim bağışladı. Zaten engin Rahmeti olmasaydı benim gibi bir zavallıya tenezzül eder, kulluğuna davet eder miydi?
O, Din gününün sahibi… İşte ürpertici hakikat! Rahmetine çok fazla güvenip gevşememeliyim.
Zaten er-Rahim ismi bile bunu fısıldamıyor mu? Zımnen, “Er- Rahman isminin tecellisiyle bu geçici âlemde herkesi bir tutup, şükredene de nankörlük edene de nimet verdiğine aldanma, ebedi âlemde rahmetini dilediğine hasredecektir.”
Manevi âlemlerin de anahtarı
Gerçekten Besmele, öyle özlü bir mana ki, özetleyiverdiği manayı tafsilatıyla açıklamak için on dört asırda sayısız âlim tefsirlerinde onun manasına geniş bir yer ayırmışlar. Hatta Besmele ve onun kısa bir tefsiri yerindeki Fatiha-ı Şerife için üç yüzü aşkın müstakil eser yazılmış.
Eğer bizler bütün bu manaların şuurunda olarak Bismillahir-rahmanir-rahim deseydik, sözümüz gönlümüzdeki kulluk aşkını ve azmini, Nuh’un gemisinin tennuresi gibi alevlendirirdi. Öyle ki o aşk ile son nefese kadar istikamet üzere kalır, son nefesimizde de “Yüzüp gitmesi de, durması da bismillâh ile/Allah’ın adıyla” (Hûd, 41) olan o gemi gibi sahil-i selamete ulaşırdık.
Eğer abdest almaya Besmele ile başlama emrini, uyanıklıkla ve şuurla yerine getirseydik; o abdestle beraber adeta bambaşka bir iklime girer, bütün azalarımıza yayılıp bizi tesirine alan bir kulluk ruhuna bürünürdük…
Hz. Süleyman’a inen ayettir
Gerçekten Besmele, Ümmet-i Muhammed’e ihsan edilmiş büyük bir sır ama farkında değiliz. O, Süleyman aleyhisselama verilmiş mucizelerden daha kıymetli bir kelam.
Büyük sahabi Büreyde radıyallahu anhunun rivayet ettiğine göre, Resulüllah aleyhissalatu vesselam Besmelenin kıymetini şöyle haber veriyor:
Mescitte otururken Allah’ın Resulü bana şöyle buyurdu: “Süleyman Peygamber’den başka bir peygambere inmeyen bir âyetten sana haber vermedikçe camiden çıkmayacağım. O âyet ancak bana inmiştir. Namaza başlarken ne ile Kur’an’a başlarsın?”
“Bismillâhir-rahmânir-rahîm ile…” dedim. “İşte o, işte o!” Buyurdular.” (Dâre Kutnî, Taberani)
Ayet-i kerimede görüyoruz; Hz. Süleyman aleyhisselamın mektubundan bahsederken San’a Melikesi Belkıs, “Mektup Süleyman’dandır, Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla (başlamakta)dır.” (Neml, 30) diyor. Ayet-i kerime adeta Besmele-i şerifin, nice Belkıslar ve San’alar fethedecek bir kıymete sahip olduğunu bildiriyor.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede “(Kesilirken) üzerine Allah’ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin.” (En’âm, 121) buyurarak, Besmeleyi bir fıkıh kuralı haline getirmekle önemine dikkat çekiyor.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem “Bismillâhir-rahmânir-rahîm” ile başlamayan her iş noksandır; yarar ve bereketi azdır.” (Ebû Davud, Nesâi, İbni Mâce) buyurarak, bizi bu kıymetten mahrum kalmamaya çağırıyor.
İnşaallah, bizler de bunların üzerinde tefekkür ederiz de dilde hafif mizanda ağır bu özlü sözü ihmal etmez ve bereketinden istifade ederiz.