GARİP KALMIŞ MÜSLÜMANLARIN ÜLKESİ: BULGARİSTAN
Bir Kurban Bayramı günü vesilesiyle Türkiye’deki kardeşlerinin selam emanetini baş tacı yapan gönüllüler, dünyanın farklı iklimlerine doğru yola çıktılar. Bir zamanların Osmanlı toprağı Bulgaristan’a selam vermek de bu garibe düştü… Evet, bir bayram günü daha Türkiye dünyadaydı. Yüzlerce gönüllü, binlerce kilometre uzaklıktaki kardeşlerine kurbanı vesile yaparak, Türkiyeli kardeşlerinin sıcak selamını götürdü. Yanı başımızda olmasına rağmen sınırın öbür tarafında neler olup bittiğinin tam manası ile hiçbir zaman farkında olamadık. Yapay sınırların ardındaki kardeşlerimizle görüşüp, konuşma, tanışma, kucaklaşma fırsatı bulduk, Rabbim bizlere de nasip etti. İşte o sahte sınırların ardındaki ülkelerden birisi de Bulgaristan ve orada yaşayanlar bizim kardeşlerimiz, Müslüman…
- yüzyılda Osmanlı’nın Rumeli’ye çıkmasından sonra Osmanlı Devleti’nin egemenliğine giren Bulgaristan, 110 bin 994 kilometrekarelik yüzölçümüyle Avrupa’nın en büyük 16. ülkesidir. Batıda Sırbistan ve Makedonya, doğuda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde Yunanistan, güneydoğuda Türkiye ile çevrilidir. Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlaması ve Çarlık Rusya’sının da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu gibi Bulgaristan’da da fitne ateşi alevlenmiş, 93 Harbi’nden yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Bulgaristan’ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde ise tam bağımsız çarlık olarak tanımak zorunda bırakılmıştır
Sınırın öbür yakasında
1.500.000 Müslüman var…
II. Dünya Savaşı’nın ardından Balkanlar’da ilerleyen Sovyet ordusunun da yardımıyla George Dimitrov önderliğinde sosyalist rejime geçen ülke, soğuk savaş yıllarında Varşova Paktı’nın üyesi olarak kalmıştır. 1990 yılında sosyalist rejimin yıkıldığı Bulgaristan’da kişi başına 3500 dolar milli gelir düşmektedir. Komünizm rüyasının sona ermesiyle birlikte Sovyet pazarını kaybetmesi ve kapitalist ekonomiye eklemlenme sorunları nedeniyle 90’lı yıllar boyunca milli gelirin % 70’e yakın küçüldüğü çok ağır bir ekonomik bunalım yaşamıştır. Çöken eski sistemin yerine, yeni sistemin yerleşmesinin sancılarını günümüzde de yaşamaktadır.
İyice azalan genç nüfus istikbalini kurtarmak adına Avrupa’nın yolunu çoktan tutmuş; 2004 itibari ile NATO üyesi olan Bulgaristan 01 Ocak 2007’de de AB’nin üyesi olmuştur. Kiril alfabeleri ile yazılmış tabelaların arzı endam ettiği ülkede kamu binaları önünde asılı AB bayrakları olmasa kimse buranın bir AB üyesi olduğunu anlayamaz… Ekonomik ve sosyal anlamda bir entegrasyondan kesinlikle söz edilemez. Bu birliğin siyasi birlikten öteye geçip geçmeyeceğini zaman gösterecek. 2011 genel nüfus sayımına göre 7.364.570 nüfusu bulunan Bulgaristan’da resmi rakamlara göre 966.000 Müslüman bulunmaktadır ama bu rakam Müslümanlara göre 1.500.000 civarındadır.
Müslüman’ın köyü
minaresinden belli olur…
Bir Türkiye yardım kuruluşu derneği olarak, Kurban 2012 programı çerçevesinde 25 Ekim Bayram sabahı 06.00’da Eyüpsultan Hazretlerinin manevi himmetini ve milletimizin duasını arkamıza alarak yola koyulduk. 07.45’te THY uçağıyla Sofya’ya hareket ettik. Saat:09.00’da Sofya Havaalanına vardık. Bizi burada Bulgaristan Baş Müftülüğü İrşad Dairesi Başkanı Halil Hocaoğlu karşıladı ve 28 Ekim Pazar günü uçağımızın kalkış saati olan 21.00’a kadar bir an bile yalnız bırakmadı. Birlikte yaklaşık 1.000 km kadar yol kat ettik. Halil Hocamız, naif, samimi, mütebessim, dolu dolu bir mümin.
Halil Hocamızın mihmandarlığında geceyi geçirmek ve kesim-dağıtım yapacağımız bölgeye yakınlaşmak üzere havaalanına üç saat uzaklıkta bulunan Velingrad Kasabasına gittik. Kasaba’ya 15 dakikalık mesafede bulunan ve tamamı Müslüman olan 5000 nüfuslu Draginova Beldesinde bir otele yerleştik. Vakit namazlarını cemaatle kılmaya özen gösterdik. Cemaatle iletişim kurmanın, sohbet etmenin en etkili yolu sanırım budur. Zira buradaki halk Müslüman fakat pek azı müstesna Türkçe bilmiyorlar. Cami’de öyle ya da böyle ortak bir payda bulabiliyor, iletişim kurabiliyorsunuz.
Cuma günü sabah namazını müteakiben belde sakinleri ile birlikte kahvaltı yaptık. Daha sonra beldenin bir mahallesinde Osmanlı mimari izlerini taşıyan ve yeni yapılmakta olan cami inşaatını ziyaret edip incelemelerde bulunduk. Köylüler camiyi büyük bir keyifle ve mutluluk içerisinde gezdirdi… Buralarda namaz kılan pek fazla olmasa da, Türkçe unutulmuş olsa da, alkollü içki satışı yapmayan bakkal-market bulunmasa da caminin önemi çok büyük. Her şeyden önce bir yerin-köyün Müslüman mı, Bulgar mı olduğunu ancak cami-minare vasıtasıyla öğrenebiliyorsunuz. Dolayısıyla bir bakıma simge-sembol vazifesi görüyor.
Elbette caminin işlevsel olması da önemli fakat önce kendisi olmalı değil mi? Nasıl olsa bir gün işlevsel hale gelecek. Buralarda gördüğüm kadarıyla en önemli eksiklik cami ve iş imkânı. Tabi bir de en önemlisi eğitim. Müslümanlar tamamen Bulgar eğitim müfredatına göre eğitim almakta, Türkçeden mahrum kalmaktalar. Türkçe veya Arapça bilmedikleri için de İslami bilgilere ulaşmakta sıkıntı çekiyorlar. Daha doğrusu hiç ulaşamıyorlar.
Varlığımızın en önemli belgeleri…
Günün ilerleyen saatlerinde Draginova’dan bir buçuk kilo metre uzaklıkta Filibe bölge sınırları içerisinde bulunan Peştora’ya hareket ettik. Burada ekibimizi Filibe Müftüsü Osman Hidayet Bey ve bölge sakinleri karşıladı. Gittiğimiz her yerde aynı hava. Bayram üzeri bayram… Nurun ala nur… Müftü Bey ve Baş Müftülük İrşad Dairesi Başkanı Halil Hocaoğlu Bey nezaretinde kurban programımızı uyguladık. Filibe Bölge Müftüsü Osman Hidayet Bey o dönemin Dış işleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun: “Yurt dışında vazife yapmaya giden veya oralarda bulunan din görevlilerinin öncelikli görevlerinin arasında Osmanlı mezar taşlarını ayağa kaldırmak olmalıdır. Zira onlar bizim buralardaki varlığımızın en önemli belgeleridir” ifadesini naklederken gözlerinin içi parıldıyordu.
Fakat nasıl olacak bu iş? Biz ülkemizde, burada ayağımızın dibindeki mezar taşlarına sahip çıkamazken oralarda nasıl olacak!.. Kardeşlerimiz büyük bir hüzünle anlattı. Komünizm döneminde büyük kentlerde kasabalarda bulunan mezar taşları balyozlarla tahrip edilmiş. Kalan mezar taşları şuurlu Müslümanlar tarafından koruma amaçlı toprağa gömülmüş. Bazıları tesadüfen ortaya çıkarılmış. Draginova Beldesi’nde böyle bir manzara ile karşılaştık. Cami civarında kazı sırasında tesadüfen rastlanan Osmanlı dönemi mezar taşları çıkarılmış, üst üste yığılmış, üzeri örtülmüş ayağa kalkacağı günü bekliyor..
Küfür sembolleri ve
psikolojik harb
Peştora’daki programdan sonra bir saatlik mesafede bulunan Hasanofgrad’da Cuma namazını kıldık. Öğle yemeğinin ardından Simelyon bölge sınırları içerisinde bulunan Çepinti’ye yaklaşık üç saatte vardık. Yolda yüksek tepelere yerleştirilmiş dev Haçlar dikkatimizi celbetti. Zaten bunun için yapıyorlar. Psikolojik harp!.. Fakat o dönemler çoktan bitti. Artık bayrak asmakla, direk dikmekle, istavroz çıkarmakla olmuyor. Günümüzde devrimler twitter-facebook üzerinden yapılıyor. Vaktiyle Bosna’da Boşnaklar’a ait bölgede dağın tepesine dev bir Haç dikiliyordu. Silahlı binlerce genç yerinde duramıyor, bir şeyler yapmak istiyordu. Merkezdeki kiliseden yükselen Haç ile birlikte Boşnaklar resmen psikolojik bir savaşın ortasında kalmıştı. Uzun iri yarı bir Boşnak genci ileri çıkıp “Aliya, izin ver o Haçı başlarına geçirelim” dedi. Derin bir nefes alan Efsane lider, Rahmetli Aliya sağ elinin işaret parmağını kaldırıp gökyüzünde parlayan ayı gösterdi. “O hilalden daha yükseğe dikemedikleri sürece sorun yok” tarihi cevabını verdi…
500 yıllık yazma
bir Kur’an-ı Kerim..
Simelyon Bölge Müftüsü Necmi Dıbof nezaretinde kurban programımızı Çepinti’de gerçekleştirdik. Akşam namazı çepinti caminde cemaatle kılıp akabinde cemaatle tanışıp, sohbet ettik. Çepinti Cami, çift minareli görkemli bir cami. Türkiye’deki camilerden farkı yok. Caminin bir de kütüphanesi var. Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı tarafından oluşturulmuş. Osmanlı döneminden kalan eserler bütün bölgelerden toplanmış, tasnif edilmiş, envanteri çıkarılmış araştırmacıların keşfini bekliyor.
Kütüphane tam bir hazine… Listede 500 yıllık yazma bir Kur’an-ı Kerim bile var. Bölgede ucu bucağı görünmeyen ormanlar var. Bu ormanlarda eşine-benzerine rastlamadığım uzunlukta ve düzgünlükte çam ağaçları gördüm. Manzara harika. Bulgaristan ormanlarındaki uçsuz bucaksız bu mamur çam ağaçları ağaç sanayinde değerlendirilebilir. Hem kalite olarak hem de nakliye giderleri açısından oldukça cazip bir konumda. Bu arada ormandan kereste çeken 30-40 yıllık kamyonlara rastladık. Üzerinde CCCP yazıyordu. Önce irkildim. Sonra bir film setinde filan zannettim kendimi. Meğer o zamandan yani sosyalist rejim zamanından kalan araçlarmış bunlar. Seyir halinde olduğumuz için fotoğraflarını da çekemedim. İyi bir enstantaneydi..
Kırcaali-Mestanlı’da
bir güneş doğuyor…
Çepinti’den sonra gece Kırcaali’ye geçtik. Buradaki çoğu aracın plakası 16 yani Bursa. Halkın tamamına yakını Türkçe biliyor, konuşuyor. Kırcaali, Mestanlı’da Diyanet İşleri Başkanlığı Tarafından yapılıp Bulgaristan Baş Müftülüğü’ne hibe edilen 100 öğrenci kapasiteli ilahiyat okulunu ziyaret ettik. Geceyi, İlahiyat Okulu yurdunda geçirip, kahvaltımızı yine yurdun yemekhanesinde yaptık. Bulgaristan-Kırcaali’de yaptırdığı milyon dolarlık ilahiyat okulunu görünce artık Diyanet bu paraları ne yapıyor demekten vazgeçtim… Cumartesi sabahı bir fabrikada İlahiyat Okulu Müdürü Ahmet Bozof ve Müdür Yardımcısı Haluk Yıldız beyin refakatinde kurban programımızı icra ettik. Burada, Mestanlı’dan 15 Dakikalık mesafede Çiftlik Köyü’ne hareket ettik. Baş Müftülük Yüksek Şura Üyesi Hacı Abdullah Beyin biber üretimi yapılan fabrikasındaki programdan sonra Grueva Köyü’ne hareket ettik. Köyde bulunan Şehidler Camii ziyaretinin ardından Bölge Vaizi Enver Beyin nezaretinde kurban programımızı uyguladık. Burada bir çeşme dikkatimi çekti. Kitabesi Osmanlı döneminden kalmış. Bulgaristan’da Türk köylerinin dışında da çeşme kültürü yaygın… Birçok yerde bunun örneğini gördük. Medeniyetin izleri hala devam ediyor.
120 Camiden
sadece bir tanesi…
Çiftlik köyü dönüşü Kırcaali-Mestanlı’da bir mezarlığı ziyaret ettik. Mezarlıkta ayakta kalmayı başarabilmiş 2 adet Osmanlı dönemi mezar taşına rastladık. Diğerleri daha önce değindiğimiz gibi Komünizm döneminde paramparça edilmiş moloz yığını gibi etrafa saçılmış. Kırcaali’den saat 3 sularında ayrıldık. Akşam 19.00’da Sofya’ya vardık. Akşam ve yatsı namazı Sofya’nın tek camii 1567 tarihli, Mimar Sinan eseri olan Kadı Seyfullah Cami’nde kıldık. Camii imamı Erhan Hoca ve cemaatle tanışıp sohbet ettik.
Mihmandarımız Halil Hocaoğlu bir zamanlar Başkent Sofya’da 120 Camii ve Mescit bulunduğundan söz ediyor. Bugün ayakta kalmayı başaran Kadı Seyfullah Camii de bazı vakitler ezan sadece içeride okunuyor. Dışarıya ses verilmiyor. Kısa süre önce başlayan restorasyon çalışması Bulgar makamlarınca durdurulmuş. Çalışma ne zaman, nasıl sonuçlanacak belli değil. Fakat caminin altı, Roma dönemi kalıntıları bahanesiyle yavaş yavaş oyulmaya başlanmış. Metro inşaatı sebebiyle caminin revaklarında ciddi yarıklar oluşmuş. Dışişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı acilen devreye girmeli diye düşünüyoruz.
Altı Sosyalizm,
üstü Kapitalizm…
Pazar sabahı kahvaltıdan sonra Sofya’ya yarım saatlik mesafede bulunan bir mahalle de Baş Müftülük Sekreteri Recep beyin nezaretinde kurban programına katıldık. Öğle namazının ardından Sofya şehrinde kültür turu yaptık. Başkentin ana caddeleri mimari açıdan Avrupa kentlerinden farksız. Tramvayları Sosyalist dönemden kalmış külüstürlerden ibaret olsa da!.. Cumhurbaşkanı Sarayı, Parlamento binaları, Mahkeme Binası şehre az da olsa bir Roma havası estiriyor. Bu yapılar Komünizm döneminden önce inşa edilmiş. Zaman zaman Komünizm döneminden kalma renksiz, ruhsuz ve kaba ucubelere de rastlamak mümkün.
Yayalara ayrılan şeridin dışında geçiş yasak. Polis ceza kesiyor. Ancak oldu da dalgın bir anınızda geçmiş bulunduğunuzda ise, şoförler yayalara oldukça saygılı. 50-100 metre mesafede yavaşlamaya başlıyor ve durup sizin geçmenizi bekliyorlar. Klakson-korna sesi kesinlikle yok. Sokaklar nispeten temiz. Arka sokaklar bütün dünyada olduğu gibi sefalet diz boyu. Kapitalizmin olduğu her yer aynı; zengin daha zengin, fakir daha fakir…
Meydanları Coca-Cola, Mc Donalds ve kapitalizmin diğer sembolleri istila etmiş. Bu yönü ile klasik bir sömürge ülkesini andırıyor. Önemli bir not; Bulgaristan’da lokanta, otel, benzin istasyonları ve kamuya ait yerlerde tuvaletlerin taharet musluğu yok. Bazı yerlerde kâğıt dahi yok. Bırakın ezanı, camiyi, taharet musluğunun bile kıymetini anlamak için bir gayri Müslim ülkesine gitmek şart mı sanki?
Bunları yaşayarak gözlemlediğim dört günlük Bulgaristan ziyaretinden sonra Sofya Hava Limanında THY’nin logosu gözüme Hilal-i Ahmer gibi göründü..
Osmanlı’nın yetim çocuğu Balkanlar’dan Türkiyeli kardeşlerine kucak dolusu selam ve muhabbet getirdik… Bir kardeşimiz bizleri uğurlarken yaşlı gözlerle şöyle dedi: “Aga, bizlere unutulmadığımızı hatırlattınız, bir solukta olsa Türkiye havası koklattınız, yaşattınız ya, Allah ne muradınız varsa versin. Unutmayın bizi!..”
Sınırın öbür yakasında yaklaşık bir buçuk milyon kardeşimiz var ve onlar Türkiye’yi bir baba olarak görüyor. Tıpkı Bosnalı, Filistinli, Arakanlı ve diğer İslam coğrafyasındaki kardeşleri gibi…