Gâşiye Suresi Kısa Tefsiri

  • 13 Haziran 2017
  • 3.115 kez görüntülendi.
Gâşiye Suresi Kısa Tefsiri
REKLAM ALANI

İsyankârlar için
rezil olma günüdür!

Gâşiye Suresinin Mekki, yani Mekke-i Mükerreme’de nazil olduğu hususunda, müfessirlerin ittifak ettiğini İmam-ı Kurtubi tefsirinde zikretmektedir.

Yirmi altı (26) ayetten müteşekkil olan bu Sure-i Celile, ahiret ahvalinden bahsetmektedir. Cehennemin dehşetinden ve ahirette cehennemliklerin akıbeti ve vahim halleri haber verilmekte, cennetlikler ise müjdelenmektedir.

REKLAM ALANI

ıÜüNu’mân İbn Beşîr radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin Bayram ve Cum’a namazlarında A’lâ sûresi ile Gâşiye sûresini okuduğunu nakleder. Dolayısıyla belirtilen günlerde bunları Ğaşiye Sûresini okumak sünnet-i Resulullah’tır.

Allah-u Zülcelal, Gâşiye sûresinin ilk ayetinde şöyle buyuruyor:

“ıÜüO her şeyi kuşatacak olan Kıyamet’in haberi sana geldi mi?” (Gâşiye; 1)

Kıyamet öyle vahim bir haldir ki, yaratılmış olan hiç bir şeyin kıyametten kurtulması veya kaçması mümkün değildir.

Ayet-i Celile’de geçen ‘ğâşiye’ kelimesi, Kuran-ı Azim’de ‘yüzleri kaplayan ateş’ veya ‘insan ve hayvanları kuşatan bela/azap’ anlamında kullanılmışsa da Elmalılı Hamdi Efendi, ‘kıyamet’ manasını tercih etmiştir. Nitekim, Ankebût suresi 55. ayetinde de ‘azabın sarıcılığından’ bahsetmektedir. Kıyamet ansızın geleceği gibi korku ve dehşetiyle, önceki ve sonraki tüm insanları ve mahlukatı kapsayacaktır.

“ıÜüYüzler var ki, o gün eğilmiş, zillete düşmüştür.” (Gâşiye; 2)

Bir insanın içinde bulunduğu halin en güzel yansıması yüzünden anlaşılır. Ruhi durumu insanın yüzüne akseder. Kıyamet gününün dehşetinden ve akıbetinin vahametinden bir takım insanlar korku içinde bulunacaklardır. Çünkü dünyadayken onlar mağrurdular, nefislerine yenik düşmüşlerdi.

Ancak, Hak ve hakikat ile karşılaştıklarında, mağrurluklarından ve enaniyetlerinden bir eser kalmayacaktır. Alçaklığın ve zilletin en büyüğünü yaşayacaklardır!

Kıyamet günü, Allah’a isyan eden bu kimseler için rüsvaylık yani, rezil olma ve pişmanlık günüdür. (1)

Fahreddin-i Razi’nin, Hasan-ı Basri’den rivayetine göre aslında insanlar, Allah korkusundan dünyada böyle olmak zorundadırlar. Ne var ki nefis ve hevalarına dalıp şeytana uyduklarından, dünyada şakiler bu hallerde olmayınca, Cenab-ı Hak da onlara bunu kıyamet gününde, bir ceza ve azab olarak musallat etti.

“ıÜüÇalışmış, yorulmuştur.” (Gâşiye; 3)

Amelleri boşa
giden, battal olanlar

Ahirette zelil ve azaba müstahak olanların, dünyadayken hiç bir amel ve çalışmaları olmadığını mı zannediyoruz? Hayır, bilakis ayetin ifadesiyle onlar, dünyadayken çalışmışlar ve yorgun düşmüşlerdir. Tuttukları batıl ve sapık yoldan gitmişler, o yolu yüceltmek için çalışmışlardır.

Kuran-ı Hakim de yine; “ıÜüDe ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi? ıÜüOnların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar güzel işler yaptıklarını sanıyorlardı. İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O’nun huzuruna çıkacaklarını inkâr etmişlerdir de bu yüzden iyilik altında yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız.” (Kehf; 106) buyrulmak suretiyle, bu izahat desteklenmektedir.

Veyahut onlar, dünyadayken mal ya da makam mevki için ya da şöhret için çalışmışlardır. Ancak onlara bu amellerinin karşılığı olarak, hiç bir mükafat yoktur. Hatta bu hususta ‘Ne güzel okudu!’ desinler diye, Kuranı ezberleyen Hafız; ‘Cömerttir’ denilmesi için sadaka dağıtan zengin; ve ‘Cesurdur’ desinler diye savaşta ölenlerin, cehennemin ilk kabaracağı mahluklar olacağı, hadis-i şerifte haber verilmektedir. (2) Yani onlar, dünyadaki amellerinden hiç bir fayda görmeyeceklerdir. Zira onlar mükafatlarını bu dünyada almışlardır. İnsanların övgüsünü kazanmışlardır.

“ıÜüKızışmış bir ateşe girer.” (Gâşiye; 4)

Dünyadayken yaptığı amelleri boşa çıkanlar, kızışmış bir ateşe atılırlar. Onların akıbeti bellidir. Müfessirler, ateşin zaten kızgın olduğunu buradaki ‘kızışmış’ tabirinin muhtelif manalara geldiğini beyan etmişlerdir.

Ancak umumi kabul, cehennem ateşinin daha da kızdırılmış olacağı yada cehennemin öfkesinden kabaracağı anlamındadır. Yine, cehennem hakkında Kuran-ı Mecid’de “ıÜüAz daha öfkeden çatlayacak.” (Mülk; 8) buyrulmak suretiyle, bu mana daha da anlaşılır hale gelmektedir.

Cehennem ehlinin
yiyeceklerinden birisi

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de cehennem ateşi hususunda şöyle buyurmaktadır: “ıÜüCehennem ateşi (miktarca ve sayıca) dünya ateşleri üzerine, altmış dokuz derece (kat) fazla kılınmıştır. Bunlardan her birinin harareti, bütün dünya ateşinin harareti gibidir.” (3)

“ıÜüOnlara kızgın bir kaynaktan su verilir.” (Ğaşiye; 5)

Cehennem ateşine atılan o kimselere susuzluklarını ve hararetlerini giderecek, ferahlatan hiçbir şey verilmez, ancak, kızgın bir kaynaktan su verilir. Kurtubî (r.aleyh), tefsirinde bu suyun sıcaklığından bir katrenin dünyadaki dağların üzerine düşmüş olması halinde, dağları eritecek kadar kuvvetli olduğunu beyan etmiştir.
“ıÜüOnlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.” (Ğaşiye; 6)

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Darî; dikene benzeyen ‘sabır’ denilen bitkiden daha acı, leşten daha kötü kokan, ateşten daha sıcak, cehennem ateşinde bulunacak bir şeyin adıdır. Allah ona Darî adını vermiştir.(4)

Kurtubi Tefsirinde bu ayetin izahatında beyan buyrulduğu üzere, bu kuru dikeni, hiç bir hayvan yememekte, son derece zehirli ve sert bir bitkidir.

Kuran-ı Azim’in muhtelif ayetlerinde, cehennemliklerin zakkum veya irin yiyecekleri haber verilmişken, burada da yiyecek olarak dari adı verilen, hayvanların dahi yemesinin mümkün olmadığı, son derece pis kokan ve zehirli bir bitkiden bahsedilmektedir. Bu ikisi arasında bir çelişki mevcut değildir. Zira cehennem tabaka tabaka olduğu gibi; cezalar da tabaka tabaka, insanların dünyadayken işlediği günahlara göre değişecektir.

ıÜüO da ne besler, ne de açlığı giderir. (Ğaşiye; 7)

Cehennem ehline verilen bu kuru diken ne onları besler, yani vücutlarının enerji ve besin ihtiyacını karşılar, ne de karınlarındaki açlık hissini bastırır. Karınlarının açlıktan guruldaması artarak devam eder. Böylece onların azabı katlandıkça katlanmış olur.

Bir önceki ayet nazil olduğunda Mekkeliler, “Bizim develerimiz dari adlı dikeni ile semirmektedirler” dediler. Hem yalan söylediler, hem de güya cehennemde semireceklerini iddia ettiler. Bunun üzerine bu ayetin nüzul olduğunu İmam-ı Kurtubi nakletmektedir.

Cennet ehlinin mutluluğu

“ıÜüYüzler de var ki, o gün nimetle mutludur. ıÜüYaptığından hoşnuttur. ıÜüYüksek bir cennettedir.” (Ğaşiye; 8-9-10)

O gün, nasıl bir takım yüzler dünyadayken yaptıklarından ötürü zelilseler, yine bir takım insanlar da dünyadayken yaptıklarının karşılığı olarak Allah’ın kendilerine verdiği nimetten ötürü mutludurlar.

Ehl-i cennet, dünyadayken yaptıklarından ötürü pişmanlık içinde de değildir. Allah’ın rızası için dünyada çalışmışlar, haram ve yasaklardan kaçınmışlardır. Heva ve heveslerini terk etmişler, şeytan ve nefislerine uymamışlardır. Onlar dünyada iken işledikleri amel-i salihlerinin karşılığını alacaklardır.

Üstelik onlar, dinleri için muhtelif baskılara maruz kalmışlar, bela ve musibetlere de sabretmişlerdir. Ahiret hayatı için dünya lezzetlerinden ve nimetlerinden de vazgeçmişlerdir.

Dünyadayken yaptıkları ibadet ve taat, o dehşetli günde faydasını göstermiş, meyveleri ortaya çıkmıştır. Burada zikrolunan yüksek cennetten kastın ne olduğu hususunda, ulemanın muhtelif rivayetleri mevcuttur. ‘Değeri yüksek cennet’ anlaşılabileceği gibi ‘yer olarak yüksek bir cennet’ de anlaşılabilir.

“ıÜüOrada boş bir söz işitmez.” (Ğaşiye; 11)

Cennet ehlinin konuşmayacağı/işitmeyeceği boş sözler hususunda, müfessirler şunları sıralamışlardır: Hakk’ın inkarı ve küfre götürücü sözler, yalan, iftira, gıybet, sövme, malayani gibi anlamlar barındıran sözler gibi, Cennet ehlinin anlamsız veya batıl sözler ile uğraşmayacağı, Kuran-ı Azim’in pek çok ayetinde zikredilmiştir .

“ıÜüOrada akan bir kaynak, ıÜüyükseltilmiş tahtlar, ıÜükonulmuş kadehler, ıÜüdizilmiş koltuklar, yastıklar, ıÜüserilmiş halılar vardır.” (Ğaşiye; 12-13-14-15-16)

Mevla Teala, kafirlerin hallerini ve azabını tasvir ettikten sonra, şimdi de müminlerin hallerini ve Cennet’in güzelliklerini bizlere beyan buyuruyor.

Cennetteki akar suların sayısı bir tane değildir. Ancak, bu pınar hiç bir zorlama olmadan akmaktadır. Elmalılı Hamdi Efendi’nin beyanına göre, bu pınar etrafına hayat mayası ve neşesi akıtmaktadır.

Cennetlikler için zeminden yükseltilmiş veya değeri çok yüksek olan tahtlar vardır. Kurtubi tefsirinde geçtiğine göre, bu tahtların yüksekliği Allah’ın nimetlerinin görülebilmesi için sema ile arz arası kadar olacaktır. “ıÜüKuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler” (İnsan; 5) ayetinde buyrulduğu gibi içi hoş kokulu içecekler ile dolu kadehler mevcuttur. “Onların etrafında yiyecek ve içecekler altın tepsiler ve kadehlerle dolaştırılır. Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey vardır. Siz orada ebedi olarak kalacaksınız.” (Zuhruf; 71)

Burada cenneti düşünürken, hepimizin dikkate alması lazım gelen bir hadis-i kudsi mevcuttur: “ıÜüSalih kullarım için ben, Cennet’te hiç bir gözün görmediği hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım.”(5) Bu hadis-i kudsî göz önüne alındığında, artık söyleyebileceğimiz pek bir şey yok. Çünkü hafsalamızın almadığı bir şeyi idrak etmemiz de mümkün değildir.

 

“Bakmıyorlar mı o develere…”

Önceki ayetlerde Mevla Teala, cehennem ve cennetin vasıflarını zikrederek kullarına dünyadaki ahvallerinin neticesinde alacakları azap veya mükafatı anlatmıştı. Bundan sonraki ayet-i celilelerde ise iman edenlere; kainata ibret nazarı ile bakmaları emir ve tavsiye edilmektedir.

 

Allah-u Zülcelal soruyor:

“Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratılmış?” (Ğaşiye, 17)

Sure-i şerifede ahirette hallerin nasıl olacağı beyan olunduktan sonra, haşire ve yoktan yaratıldıklarına inanmayanlardan gözlerini kainata ve kainattaki varlıklara çevirmeleri ve kalp gözüyle bakarak düşünmeleri isteniyor. Burada ilk olarak devenin zikredilmesinin pek çok sebebi, tefsir kitaplarında zikredilmektedir.

 

Biz bir kaçı ile iktifa edelim:

  1. Ğaşiye Suresinin altıncı ayetinde, ateş ehlinin yiyeceğinin develerin bile yemediği kuru dikenden başka bir şey olmadığı haber verildikten sonra, dikkatin kuru çöl sıcağında bile hayatta kalmayı beceren develere çekilmek istenmesi,

 

  1. Her hayvanın yaradılış sebebi farklıdır. Kimi hayvanın sadece etinden yada sütünden, kimi hayvanın ise sadece gücünden (eşya ve insan taşıma da ) istifade edilirken, devenin ise bütün bu evsafı kendisinde toplamış ender hayvanlardan olması,

 

  1. Araplar hayat tarzı içinde devenin hususi bir yeri vardır. Mesela, öldürülen bir insanın diyeti, Arap örfüne göre, deve cinsinden belirlenirdi. Bundan başka deve, gerek çölde uzun süre susuz mesafe alabilmesi, gerek çöl şartlarına dayanıklı olması yönlerinden, vazgeçilmez bir hayvandı.

 

  1. Devenin son derece akıllı ve kuvvetli bir hayvan olmasına rağmen, en güçsüz insana dahi itaat edip peşinden gitmeye meyilli bir fıtratının olması, (6) hatta bu hususta devenin yularını ele geçiren farenin bir hikayesi de Mesnevi’de anlatılmaktadır. (7) Görüldüğü gibi deve gibi estetik olarak güzel olmayan bir hayvan, diğer hayvanlarda bulunmayan bir takım hususiyetleri kendi fıtratında cem ettiği gibi cüssesinden beklenmeyen bir munislik de fıtratında mevcuttur.

 

İşte, bu ayet ile insanın deve gibi üstün özellikli bir yaratığa bakarak deveyi ve tüm mahlukatı yaratan Mutlak Halik ve Hakiki fail olan Allah-u Zülcelal’in varlığına ve birliğine inanmaya ve hükmüne itaat etmeye götüren tefekkür ve düşünce içinde olması isteniyor.

 

Tesadüf saçmalığı
ile izah edilemez!

Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş?” (Ğaşiye; 18)

Mevla Teala deve misalinden sonra, bu sefer de kudret ve azametini insanoğluna anlatmak için muazzam bir misal zikrediyor. Gökyüzünün nasıl olup da direksiz, desteksiz dünyaya düşmeden durduğunda da biz insanlar için ibretnuma bir misal vardır.

 

Engin sonsuzluğu, içinde yörüngesinden sapmadan akıp giden sayısız gök cisimleri de (yıldızlar, güneş vb.) tıpkı sema gibi hiç bir destek olmadan durmaktadır. Bunları idare eden ve hükmü altında bulunduran, kudret ve azamet sahibi bir yaratıcının var olduğunu anlayamamak akıl karı mıdır?

 

Güneşin ısı ve ışık vermesini düşünün. Güneşin ışığını Mevla yaratmasaydı dünyada hayat olabilir miydi? Yada Dünya ile Güneş arasındaki mesafe tam dengede olmasaydı, dünyada hayat olabilir miydi? Mars güneşe dünyadan daha uzak ve hayat yok, yine Venüs güneşe daha yakın ama yine hayat yok. Bunları düşünmek ve tefekkürle düşünmek lazım gelmez mi?

 

Gökyüzündeki bulutların mevsimine göre yağmur veya kar yağdırması, insan için hiç mi ibrete değer değildir? Suyun tabiatında damlaların birleşmesi mevcutken, yağmurun damla damla yağması ayrı bir rahmet değil midir? Bir de tersini düşünün! Ya su bir akarsu gibi birden bire boşalsaydı ne olurdu?.. İşte bu misaller bile, aklı olanlar için yeterlidir.

 

“Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş?” (Ğaşiye; 19)

Dağların gökyüzüne doğru uzanmalarında da biz insanlar için ibretler vardır. Dağlar sağa sola sallanmadan, sökülüp gitmeden nasıl sabit kalmaktadırlar? Şüphesiz ki dağlar da Azim bir yaratıcının varlığına şahitlik etmektedirler. İşte bunlar, bizler için birer ibret vesikasıdır.

 

“Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?” (Ğaşiye; 20)

İçinde yaşanılabilen, nimetlerinden istifade ettiğimiz yeryüzüne bakalım. Dağlar, vadiler, ovalar denizler nasıl döşenmiş, nasıl insanoğlunun istifadesi için mamur bir yer haline getirilmiş? Dünyanın sıcaklığı, mevsimlerin dengesi, gece ve gündüzün tertibi nasıl olmuş? Yeryüzünden  bir yandan insanların ve hayvanların beslenmesi için türlü nebatlar çıkması nasıl mümkün olmaktadır? Bütün bu ahengin kendi başına gerçekleşmesi mümkün müdür?

 

‘Tesadüf’ gibi saçma bir kelime ile izah edilebilir mi kainattaki bu nizam bu intizam?

 

Bunlar kimin eseridir? Yeryüzündeki sudan tutun da bizlere verilen tüm nimetleri kim yaratmıştır? Bunca eser, Müessirsiz olabilir mi? Bu kadar muazzam ve muntazam mahlukat ve işler, mümkündür ki bir yaratıcısız, tek başına kendiliğinden meydana gelebilsin?

 

Allah tekrar
diriltmeye de Kâdirdir!

Ayetlerin buraya kadar olan kısmının işaret ettiği manayı göz önünde bulunduracak olursak; ahiret hayatı veya haşire dair bir şey duyduğunda bunu inkar edenlere Mevla Teâla büyük bir ikazda bulunmaktadır. Bir hayvandan semaya, dağlardan yeryüzüne kadar her şeyi yaratan Mevla Teala, insan ölüp kemikleri çürüyüp yok olduktan sonra, tekrar diriltmeye kadir değil midir? Yeniden insanı hesaba çekip ahvaline göre cennette mükafata cehennem de azaba gönderemez mi? Bütün bu anlatılanlarla Mevla Teala, bizim ahirette mükafat ve mücazat göreceğimizi bize haber veriyor ve düşünmemizi istiyor.

 

Makro alemden mikro aleme, bir zerreden, bir katreden ta kürre-i arza, tüm evrenin tek ve mutlak yaratıcısı, mutlak idare edicisi ve sahibi ancak Allah’tır. Öyleyse bize düşen, bunlara bakıp iman etmektir. Hakkı bilip, hakkın hükmüne boyun eğmektir.

 

“Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.” (Ğaşiye; 21-22)

 

Efendimize “bütün bu  öğütlerden sonra insanlar hala idrak etmiyorlarsa, ibret nazarıyla bakmıyorlarsa, ders almıyorlarsa sen onlara vaaz ve nasihat ile öğüt ver. Sen nasihat edensin. Sen ancak bir uyarıcısın. Zorla iman ettirecek değilsin.” buyrulmaktadır.

 

Bu ayetle, Peygamberimize emredildiği gibi bizlere de Hakkı tavsiye etmemiz ve emri bil maruf yapmamız emredilmektedir. Doğruları misaller vererek, yumuşak ve ikna edici bir lisanla, hilm ile anlatmaktır. Burada işaret edildiğine göre, muhatabımızın kabul edip etmemesi bizim meselemiz değildir.

 

Ancak Taberi Tefsiri’nde, İbn-i Zeyd’den nakledildiğine göre “Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla savaş. Onlara karşı katı ol.” (Tevbe; 73) ayetinin inmesi ile birlikte, bu ayette “onların üzerinde bir zorba değilsin” kısmı neshedilmiş, böylelikle cihad emredildiği gibi emri bil marufa, yani nasihat ve vaaza devam edilmesi gerektiği de beyan buyrulmuştur. (8)

 

“Ancak kim yüz çevirir ve kâfir olursa, Allah ona en büyük azap ile azap edecek” (Ğaşiye; 23-24)

 

Artık her kim, Kur’an hükümlerinden ve Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin tebliğinden yüz çevirip, inkar edenlerden olursa; O’nun için en büyük bir azap vardır.

 

Dikkat edilirse kafirler, yani Allah’ın ayetlerini inkar edenler, azapların en büyüğü ile tehdit edilmektedir. Bir diğer deyişle, kafirin muhatap olacağı azap, fasıkın (günahkar Müslüman’ın) göreceği azaptan daha şiddetli olacaktır. Demektir ki Müslümanlardan fasık olanlarının azabı, kafirlerin azabından daha hafif olacaktır.

 

Allah’ın ayetlerini inkar ederek yüz çevirenler, dünyada aşağılanmakla kalmayıp (cihad sonucu öldürülmeleri, esir edilmeleri, mallarının ganimet sayılması, esir edilmesi, İslam topraklarında yaşarlarsa, cizye ve haraç vermeleri gibi) bir de ahirette de azapların en büyüğüne çarptırılacaklardır.

 

Şüphesiz ki ahiret azabının yanında, dünyadaki zillet ve aşağılanma sadece bir hiçtir. Nitekim; “Bu suretle Allah, dünya hayatında onlara rezilliği tattırdı. Ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bunu bilselerdi” (Zumer, 26) buyrulmuştur.

 

“Onlar, mutlaka döne dolaşa Bize geleceklerdir. Sonra da mutlaka Bize hesap vereceklerdir.” (Ğaşiye; 25/26)

 

İnsanoğlu ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın, ne kadar dünyada kalırsa kalsın, korktuğu başına gelecek ve ölecektir. Kıyametten sonra tekrar diriltilecek ve dünyadayken işlediklerinden ötürü hesaba çekmek de Allah’a aittir. Dünyada işlediklerinden ötürü, Allah kafirleri hesaba çekecek ve azap edecektir.

 

Kaynaklar: 1) ıÜüMüslim, İmâret, 17. 2) ıÜüMüslim, İmâret, 152. 3) Tecrîd-i Sârih Tercüme ve Şerhi, c.9, 50. 4) ıÜüDeylemî, Firdevs, c.II, 434.
5) et-Tâc, el-Câmiu li’l-Usül, fî ahâdisi’r-Rasul, c.V, 402. 6) Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihul-Gayb,  23/103-104. 7) Doç. Sezai Küçük , Mesnevi’den Seçme Hikayeler. 8) Taberi,  9/102-103.

 

 

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ