GÖNÜL SOHBETLERİ / Allah’ın Huzuruna Hz. İbrahim -as- Gibi Gidelim

GÖNÜL SOHBETLERİ
Allah’ın Huzuruna Hz. İbrahim -as- Gibi Gidelim
Seyda Muhammed Konyevî -K.S.-

Allah-u Zülcelal’e hamd-ü senalar olsun ki, o kullarına karşı nasıl olduğunu ve kullarının da ona karşı nasıl olması gerektiğini bize beyan etmiştir. Ahirette bize nasıl muamele edeceğini, bizden nasıl olmamızı beklediğini, bu dünyadayken bizlere bildirmiştir.
Ayet-i kerimede şöyle buyuruyor Allah-u Teâlâ; “Yeryüzünde bulunan her şey fânidir (sonludur); ancak celal ve ikram sahibi olan Rabbinin varlığı bâkidir.” (Rahman, 26-27)
Bir ayette de şöyle buyuruyor, “Göklerde ve yerde bulunan kim varsa hepsi O’ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır.” (Rahman, 29)
Allah her an bir şe’n üzeredir, yani Allah-u Zülcelal her an bir iş, bir yaratış, bir hal üzeredir. Çok mühimdir bu. Allah Azze ve Celle her an, insanlar için bir hal üzeredir.
O zaman, biz Allah’ın, bize her an merhametle, af ile ve mağfiretle bakacağı hali isteyelim. Kulluk vazifemizi yerine getirelim ki, Allah Azze ve Celle bize o güzel haliyle, merhamet şe’niyle muamele etsin. Emir ve nehiylerine uyalım ki bize gazap, ikab ve azap ile muamele etmesin. Bunun için kendimizi düzeltmemiz lazımdır.
Allah’ın bir şe’ni bizi zengin yapar, bir şe’ni fakir yapar, verir veya vermez, hasta yapar, sıhhatli yapar… Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki; “Müslümana bir diken, hatta ondan daha küçük bir şey isabet etmez ki, bu yüzden Allah onun (manevî) mertebesini bir derece yükseltmiş ve bir günahını silmiş olmasın.” (Buhârî, Merda, 3)
Allah’ın şe’nindendir ki, bazılarının günahını affetmek için veya onun sıkıntısı def etmek için veya bazı insanların manevi derecelerini yükseltmek için bela verir. Bazılarının da derecelerini alçaltır, şeytanla birlikte esfel-i safiline indirir, neuzubillah.
O halde, Allah’ın merhametiyle, fazlıyla ve keremiyle muamele etmesi için gayret etmemiz, dikkat etmemiz lazımdır. Biz Allah-u Zülcelal’den isteyelim. O zaman, zulmeti nurla tebeddül edecek, yani sıkıntılar, aydınlığa, ferahlığa dönecektir.
Nasıl ki kuru toprağı bahçe yapıyorsa yani, kışın kupkuru olan toprağı, baharda yağmurla ihya edip bağ bahçe yaptığı gibi, bakarsın ki zulmetli olan, asi olan kalbe de İslam’ı, imanı nasip edip bağ bostan haline getirir. Onun o kötü kokular gelen kalbi, bakarsın ki mis gibi olur. Gaflet huzurla tebeddül eder. Allah kendi aşkını, muhabbetini verir; gaflet huzura dönüşür, yeter ki isteyelim.
Diyelim ki “Ya Rabbi! Al bu gönlü, senin olsun! Bu kalp, bu can, bu ruh, senin olsun! Ben istemiyorum!” Böyle diyelim. “Bu zavallı halimi ıslah et ya Rabbi! Çare ver, Çare sensin! …” diyelim. Samimiyetle istediğimiz vakit, verecektir. Dediğim gibi bu, bizim için çok mühimdir.
Şimdi, biz bu dünyada çok rahatız, soru sorulmuyor, cevap yok, ama Azrail göğsümüzün üstüne oturduğu zaman, ahiret âlemini gördüğümüz zaman bileceğiz, pişman olacağız ama o zaman iş işten geçmiş olacak.
O zamanki şuura, şu an sahip olabilirsek Allah’ın razı olacağı amelleri yapabiliriz ama bunun için nefsimizi hesaba çekmeliyiz. Şu an nefsimize ölümü hatırlatırsak, buna uygun ameller yaparsak, Allah’ın rızasını kazanacağız inşaallah. Ama gafletle ömrümüzü geçirirsek, ölüm anını hatırlamazsak, o zaman hiçbir şey fayda vermez.
Hepimiz Allah’ın Huzuruna Gideceğiz
Ayet-i kerimede buyruluyor, İbrahim Peygamber aleyhissalatu vesselam şöyle diyordu: “Ben Rabbime gideceğim…” (Saffat, 99) Neyle gidiyordu Rabbine? Aşkla, muhabbetle, ubudiyetle, manevi olarak; yürüyerek değil. Muhabbetle kulluk ederek, Allah’ın emir ve nehiylerine itaat etmek suretiyle gidiyordu, İbrahim peygamber.
Nemrut ise hürdü, nefsinin istediği gibi davranıyordu. Zevk u sefa ile nefsinin istediği gibi yaşıyordu. İbrahim aleyhisselam ise köleydi, Rabbinin kölesi… Kulluk vazifesini yerine getiriyordu. O ne emrederse onu yapıyordu, onun razı olmayacağı bir şeyi yapmıyordu. İkisi de Rablerine gittiler. Onlarda bizim için örnek var. İkisi de Rablerine gitti ama biri, Allah’a aşk ile gitti, diğeri isyanla… Birbirlerine çok ters bir durumda gittiler.
Biz de Rabbimize gideceğiz. Kim kendisi için bir şeyler götürürse; Allah’ın aşkını, muhabbetini, rızasını kazandıracak şeyler götürürse ne mutlu ona! Neuzubillah, kim de Allah’ın gazabına sebep olacak şeyler götürürse zarar ve hüsran yani pişmanlık içinde gitmiş oluyor.
Onun için insanın tek çaresi istemektir, “Ya Rabbi bu kalp senin olsun, kalbimi ıslah et, bu zavallı kuluna sahip çık.” dememiz lazımdır. Böyle dersek, Allah Azze ve Celle merhamet sahibidir, kuluna her ne isterse onu verir. Merhamet isteyene merhamet eder; gazap isteyene gazap ile muamele eder.
Bir kimse, resmen Allah’ın gazabını istiyor, onun yasakladığı şeyleri yapıyor, içki içiyor, kumar oynuyor, namaz kılmıyor, tevbe etmiyor. Bunların hepsi Allah’ın gazabına sebep olacak şeylerdir.
Bir kişi de İbrahim aleyhisselamın dediği gibi “Ben Rabbime gidiyorum, aşk ve muhabbetle, manevi olarak ona doğru gidiyorum, onun emir ve nehiylerini yerine getiriyorum.” Diyor. İşte, Allah ondan razı olacak. Aşkını ve muhabbetini ona nasib edecek. O nasıl ki Allah’a dost oluyorsa Allah Azze ve Celle de onu kendisine dost olarak kabul edecek.
Nefsini Ayağının Altına Al!
Eğer bir kimse derse ki “İbrahim Peygamber, Rabbine doğru gitmiş. Biz nasıl gideceğiz?” Eğer, biz nefsimizi ayağımızın altına alırsak Rabbimize gitmiş oluyoruz, yani Allah’ın rızasına kavuşmuş oluyoruz. Öyleyse Allah için nefsimizi ayağımızın altına alalım.
Biraz düşünürsek nefsimizin ne kadar yaramaz olduğunu, ahiret hususunda ne kadar gevşek olduğunu, biz de anlayabiliyoruz. Mesela, şurada senin arkadaşların çay içiyorlar, boş boş konuşuyorlar, öbür köşede ise oturup yalnız başına vird (zikir dersi) çekmek var. Nefis bize, bir köşede oturup vird çekmek yerine, arkadaşlarla oturmayı, çay içip boş boş konuşmayı sevimli gösterir. Bunu hepimiz biliyoruz.
Eve geldin, o gün sohbet vardır, orada dini kitaplar okunacak, dini sohbet yapılacaktır. Nefis der ki “Boş ver, bütün gün işte yoruldun, evde oturup istirahat et, çocuklarınla otur.” Nefis daima rahatı tercih eder, “Evde çay iç, konuş, rahatına bak.” der. Ahiret bakımından faydalı olmayanı ister, faydalı olanı istemez.
Ama akıl bunu kabul etmez, o diyor ki “Sen eğer sohbete gidersen orada Allah-u Zülcelal’in kelamı, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın hadis-i şerifleri, evliyanın menakıbı, ahlakı, orada konuşulunca oraya Allah’ın rahmeti gelecek. Orada zikir yapılınca oradakilerin hepsi af ve mağfiret olacaklar. Sen de onlarla beraber mağfiret olacaksın. Bu sohbete gitmen, senin amel defterine yazılacak ve kıyamet gününde senin önüne gelecek.” İşte, akıl böyle diyor ama nefis çocuk gibi, “Yok, ben kendi sevdiğim şeyleri yaparım.” Diyerek, bu fırsatları kaçırır.
Akıl Ölümden Sonrasını Düşünür
İşte, insanın aklı ile nefsi hep böyle karşı karşıya gelir. Peygamberimiz Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem “Akıllı kimse, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz kimse de nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” (Tirmizî: 2461) buyurmuşlardır.
Bakın akıllı kimmiş, ölümden sonrasını düşünen ve orada menfaat verecek olan şeyi tercih edenmiş. Öyleyse biz de akıllı olalım, nefsin dediğini yapmayalım.
Nefis çocuk gibidir. Çocuğun eline bir şeker versen dünya kadar altını sana verir. Ne olacak, altın onun yanında bir demirdir ama şeker tatlıdır, lezzetlidir.
İşte, nefis böyledir. Bu dünyanın keyf ü sefası, amel yapmamak, boş boş şeylerle vakit geçirmek, ona tatlı gelir. Onun için dikkat edelim.
Tecrübe ile bakıyorum, kendimde de başka insanlarda da insana en büyük zarar veren nefistir. Bu yüzden, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam buyurmuş, “En büyük düşmanınız koltuğunuzda saklanmış olan nefsinizdir.” (Keşfu’l-Hafa) Biz de onu en büyük düşman olarak görelim ve daima nefsimizle muhasebe yapmak için uyanık olalım.
İmam Ömer radıyallahu anhunun dediği gibi “Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim ki, mahşer günü hesabımız kolay olsun.”
Allah-u Zülcelâl Vereceği Şeyi İstetir
Ama sizlere de bir müjde vereyim; evinizden buralara kadar gelmeniz, tevbeye talip olmanız, Allah’ın zikrine, taatine, rızasına, yoluna müşterî olmanız, Allah’ın sizi sevdiğinin alametidir. Ne zaman insanın dili, kalbi, Allah’ın katında makbul olan şeylere meyilli ise o zaman, Allah o kuluna vermek istiyordur, ikramda bulunmak istiyordur. Allah Azze ve Celle senin kalbini, dilini, kendi zikriyle meşgul ediyorsa seni huzurunda görmek istiyordur. Bunun için hamd etmeliyiz ki, Allah bize lütfetti, onun rızasını kazanma isteğini verdi.
İbrahim bin Edhem; “Benim himmetim, muradım, kastım Allah’a doğrudur, Allah benim kalbimi kendine meylettirirse ben başka şey istemem.” diyordu.
O biliyor ki, o Allah’ı istemekle her şeyi istemiştir, çünkü Allah Azze ve Celle her şeyin sahibidir. Allah’ın sevgisini kalbine öyle yerleştirmiş ki ondan gelen her şeye razı olmuş. İnsanın kalbi Allah’a âşık olursa ıslah olur, murakabe ile, ihlas ile ıslah olur.
Kalp ıslah olursa gözler de, eller de, diğer azalar da ıslah olur. Biz ihlâslı olursak Allah da zahiri azaları mücahedeyle müzeyyen kılacaktır. (Nefisle mücadele nimeti ile bedenimizi süsleyecektir.)
İnsanın aklı mahdut (sınırlı) olduğu için Allah’ın sınırsız hazinelerini, ikramını idrak edemiyor. Bir kudsi hadiste Allah Azze ve Celle buyuruyor; “Ey kullarım! Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri insî olanları, cinnî olanları, bir düzlükte toplanıp bana talepte bulunsaydınız, ben de her insana istediğini verseydim; bu, benim nezdimde olandan, iğnenin denize batırıldığı zaman hâsıl ettiği eksilme kadar bir noksanlık ancak meydana getirirdi.” (Müslim Birr 55)
İnsan hidayetle lütuflandıysa , “Ben nasıl olsa kendimi kurtardım, kurtuluşa erdim.” diye sevinmemeli, o da başkalarını kurtarmaya çalışmalı, başkalarına vesile olmaya çalışmalıdır.
Kişi Arkadaşının Dini Üzeredir
İnsan kiminle oturup kalkarsa ondan etkilenir hal in’ikası, yani yansıması olur. Bir kimse içki içmiyorsa bile içki içen biriyle arkadaşlık yaptığı zaman, bir müddet sonra o da içkiye başlayabilir; en azından bu haramı normal görmeye başlar. Islah olan bir kişiyle arkadaşlık yapan kişi ise onunla beraber Allah’ın rızasını kazanabileceği işler yapar.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Bu yüzden, kişi kimi dost edineceğine iyi baksın.” (Ebû Dâvûd, Edeb: 16) buyurmuştur.
Elimizden geldiği kadar, salih arkadaşlarla beraber olalım. Bazı insanlar, kendilerine öyle bir yol buluyor ki, “Peygamberlerin, hulefa-i raşidinin, evliyaların yolu doğru değil, benim yolum doğru.” diyor. Kendisi abdest almayı bilmiyor ama kendi yolunu onların yoluna tercih ediyor ve diğerlerini de yönlendiriyor.
Biz, niçin namazlardan sonra istiğfar getiriyoruz?
“Ya Rabbi, ben senin rızan için ibadet yapıyorum ama hakkını vererek yapamıyorum. Namazlarımı gaflet ile kılıyorum. Senin verdiğin nimetlerin şükründen acizim. Benim yaptığım ibadet yeterli değil, onun için sen fazlınla, kereminle, ihsanınla benden bu ibadeti kabul et.” Diyerek, dua ve istiğfar etmemiz lazım geldiği için…
Çünkü kişi tevbeye devam ederse Allah-u Zülcelal o kişinin üzerinde ne kadar darlık sıkıntı varsa giderir. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor, “Her kim, tevbe etmeye devam ederse Allah da onun sıkıntısını neşeye çevirir, darlığına bir çıkış yolu bulur ve ummadığı bir yerden onu rızıklandırır.” (Ebû Dâvud, I, 348)
Mümin için tevbe ilaçtır. Kendimiz de tevbe edelim başkalarının da tevbesine vesile olalım, onların da sevaplarına ortak olalım inşaallah. Gençler gençleri, ihtiyarlar ihtiyarları davet etsin.
Tevbe yalnız dille değildir, tevbe aynı zamanda kalple de olmalıdır.
Tevbe ettikten sonra kendimize çeki düzen vermeliyiz, haramlardan sakınmalıyız, namazlarımızı vaktinde kılmalı, ibadetlerimize ihtimam göstermeliyiz. Müezzin ezan okuduğu zaman, hemen camiye koşmalı, cemaate katılmalıyız, çünkü o Allah’ın davetidir, icabet etmeliyiz.
Eğer kişi tevbe ettikten sonra, onda bir düzelme hâsıl olduysa bu tevbesinin kabul oluşuna işarettir ki Allah onu huzuruna kabul etmiştir, onun tevbesini samimi bulmuştur.
Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin.
Allah azze ve celle bize nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin. Cümlemize razı olacağı amelleri işlemeyi nasip eylesin, bizi hayırda kullansın, nefsimize bırakmasın. Amin.

SEYDA MUHAMMED KONYEVÎ -KS- HAZRETLERİNİ HASRETLE ANIYORUZ
2022 yılının 8 Şubat günüydü. Muhterem Muhammed Konyevî kuddise sırruh Seydâmızın fâni âlemden ebedî âleme irtihal haberini teessürle öğrenmiştik.
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh Hazretleri Allah’a yönelmek isteyen nicelerin imdadına yetişmiş günümüzdeki Allah dostlarındandı. Allah’a giden yolun rehberi olmak gibi çok mühim bir vazifeyi, en samimi niyetlerle, en hassas bir üslupla, son derece şevkle ve gayretle yerine getiriyordu.
Zahiri ilimlerde çok kıymetli İslâm âlimi olduğu gibi, maneviyat yolunda da Nakşibendi yolunun büyüklerinden Seyyid Muhammed Raşid El- Hüseyni Hazretleri’nin halifesiydi. Ondan aldığı icazetle tasavvuf yolunun doğru şekilde anlaşılmasına ve yaşanmasına ömrünü vakfetti. Seyda Muhammed Konyevi Hazretleri gibi, Allah dostu âlimler, kuru malumat anlatmaktan öte, kalplere Allah’ın sevgisini nakşeden muhabbet fedaileridir.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; “Allah’ın kullarından Allah’a en sevgili olanların, Allah’ın (nimetlerinden, rahmetinden ve affından bahsedip) Allah’ı kullarına sevdiren ve kulları da (doğru yola çağırarak) Allah’a sevdirenler” olduğunu bildirmiştir. (Beyhaki, es Sünenü-l Kübra)
Seyda Muhammed Konyevi Hazretleri ümmetin çok zor imtihanlardan geçtiği bir devirde yetişti. Ümmet-i Muhammed’in mazlum ve sahipsiz kaldığı, güçlü ve zengin kavimlerin elebaşılık ettiği küfür ve günah girdabına kapılmamak için çırpındığı mahrumiyetlerle dolu bir devirde yolumuzu aydınlatan kandillerden biriydi.
Hayatı ve Hizmetleri
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh 1942 yılında Mardin ili merkeze bağlı Konaklı köyünde dünyaya geldi. Babası çok faziletli, takva ehli bir insandı. Seyda’nın annesi ise, Hz. Ömer radıyallahu anh Efendimizin soyundandı ve meşhur Şeyh Musa-i Zolî’nin torunları olarak biliniyorlardı.
Seyda Hazretleri daha beş yaşında iken Kur’an-ı Kerim’i okumayı öğrendi ve hatmetti. Köylerine yakın bir mesafede olan ve Nakşî şeyhi olan Seyda Molla Abdulcelil’den tevbe aldı ve düzenli hatmelere devam etti.
Seyda Hazretleri küçük yaşta olmasına rağmen ibadetlerine azami hassasiyet gösterirdi. İlim öğrenmeye ve İslami yaşantıya çok meraklıydı. Fakat köylerinde ve yakın bir yerde medrese olmadığı için sistemli bir eğitime başlayamadı. Bu yıllarda içini ilim hasreti yaktı durdu. Menderes döneminden itibaren İslamî ilimlere baskılar biraz azalınca medreseler yeniden açılmaya başladı. Seyda hazretleri çok zor şartlar altında medrese tahsiline başladı. Birçok alimlerden ilim tahsil ettikten sonra, ilmini tamamlamak için son olarak, Nakşibendi yolu sâdâtlarından Gavs-ı Bilvanisi namıyla meşhur Seyyid Abdulhakim el-Hüseynî kuddise sırruh hazretlerinin halifelerinden, Şeyh Seyda Abdussamed-i Ferhendî Hazretleri’nin yanına gelmişti. Onun yanında bir yıl kaldıktan sonra, zahiri ilimlerden (medrese ilimlerini bitirerek) icazet almıştır. Şeyh Seyyid Abdussamed-i Ferhendî Hazretleri, güzel ahlakından dolayı onu kerimesiyle (kızı ile) evlendirmiştir.
Seyyid Abdulhakim el-Hüseynî Hazretleri vefat etmiş ve halifesi Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri, insanlara Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini anlatmak suretiyle irşada başlamıştı. Seyda Konyevî kuddise sirruh, Seyyid Muhammed Raşit Hazretlerinin daveti üzerine, Seyyid Abdulhakim el-Hüseynî Hazretlerinin halifelerinden birisi olarak kayınpederi Abdussamed-i Ferhendi Hazretleriyle ile birlikte Menzil köyüne geldi.
Yirmi yıldan fazla Seyyid Muhammed Raşid Hazretlerinin yanında kaldı ve hizmetinde bulundu. Seyda Konyevî Hazretleri Menzil’de hem müezzinlik yapıyordu hem de müderristi. Medresesinde nice âlimler yetişti. 1990 yılında Mürşidi Muhammed Raşid Hazretleri Seyda Konyevî Hazretlerine, Nakşibendî yolunda irşad izni ve halifelik vermiştir.
Seyda Konyevî Hazretleri, Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri’nin vefatından sonra bir yıla yakın teberrüken Menzil’de kaldı. Daha sonra Seyyid Muhammed Raşid kuddise sirruhun manevi işareti üzerine Konya’ya hicret etti.
Seyda hazretleri ömrünün sonuna kadar Konya’daki Reyhani köyünde insanlara Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini anlatmak suretiyle onların dünyada ve ahirette saadete kavuşmalarına vesile oldu.
Binlerce kişi şahittir ki hayatı boyunca zahiri ilimlerde yüzlerce talebe yetiştiren muhterem Seydamız, sayısız insanın günahlardan ve gafletten tevbe ederek, ibadet, taat ve zikir yoluna yönelmesine vesile olmuştu. O zorlu mahşer gününde ona olan muhabbetimiz ve hizmetimiz inşallah bizlere de fayda verir.
Seydamız seksen yıllık hayatında, ihlas ve samimiyetinin bereketiyle, ümmetin en zor zamanlarında dini ilimleri ihya etmek gibi büyük bir hizmette bulundu. Ardında bıraktığı sadaka -i cariye hükmündeki eserleriyle inşallah daha uzun bir müddet daha Din-i Mübin-i İslam’a ve Allah’a ihsan üzere kulluk etme yoluna hizmet etmeye devam edecek.
Allah-u Zülcelâl onun ilim ve maneviyat yolundaki bütün hizmetlerine kat kat mükafat versin. Mekanı Firdevs cennetlerinin en âlî makamları olsun.
O, hem malıyla, hem canıyla, hem evladıyla, hem ilmiyle, hem zamanıyla, hem gönül muhabbeti ve feyziyle çok hizmetlerde bulundu. Ümmetin bu kurak mevsiminde binlerce gönlü muhabetiyle, feyziyle yeşertti, ihya etti.
Elbette yolumuzu aydınlatan büyüğümüzün aramızdan ayrılması çok acıydı. Ateş düştüğü yeri yakar derler. Ayrılık acısı bütün gönül ve yol arkadaşımız olan sofi kardeşlerimizin yüreğine kor ateş gibi düştü.
Bu acı karşısında tek tesellimiz, kendisi bize ve fani aleme veda etse de arkasından bu yolu aynı titizlikle devam ettirecek olan bir evlat ve halef yetiştirmiş olmasıdır.
Bize düşen, bir gün sıra bize gelip bu fani aleme veda edeceğimiz ve bu nurlu yolun rehberleriyle birlikte Liva’ul Hamd sancağı altında Allah’ın Habibinin yanında toplanacağımız güne kadar bu yola sadık kalmaktır.
Allah-u Zülcelal, ardında bıraktığı eserlerinin kıymetlerini bilip istifade etmeyi nasip etsin. Dünyada müşerref kıldığı gibi, ahirette de şefaatlerinden mahrum eylemesin. Âmin.