GÖNÜL SOHBETLERİ / Nefis Ancak Açlıkla Terbiye Olur

  • 12 Mart 2025
  • 106 kez görüntülendi.
GÖNÜL SOHBETLERİ / Nefis Ancak Açlıkla Terbiye Olur
REKLAM ALANI

GÖNÜL SOHBETLERİ
Nefis Ancak Açlıkla Terbiye Olur
Seyda Muhammed Konyevî -KS-

Ramazan ayı, ayların en faziletlisidir. Kur’an-ı Kerim bu ayda nazil olmaya başlamıştır. Allah azze ve celle Kur’an-ı Kerim ile bize kulluk hayatımız için gerekli, ihtiyacımız olan her şeyi indirmiştir. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Ey insanlar, Rabbinizden size sinelerde olana bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet olmak üzere bir öğüt geldi.” (Yunus; 57)
Ramazan ayı, Allah-u Zülcelâl’e itaat ve ibadet, iyilik ve ihsan, mağfiret, rahmet ve rıdvan ayıdır. Ramazan ayı içerisinde, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi bulunmaktadır.
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“Eğer insanlar, Ramazan ayındaki üstünlükleri bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi.” (Taberânî, Beyhaki, İbn Huzeyme)
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“Ramazan ayı, size bir bereket ayı olarak gelmiştir. Allah-u Zülcelâl, bu ayda rahmetiyle sizi kuşatır, bu ayda rahmet indirir, hataları siler, duaları kabul eder. Allah-u Zülcelâl, bu ayda hayır hususundaki yarışlarınıza bakar ve meleklerine karşı sizinle iftihar eder. Allah’a karşı hayır ortaya koyunuz. Çünkü bedbaht kişi, bu ayda Allah’ın rahmetinden mahrum olan kişidir. Ramazan ayı gelince, cennet kapıları açılır; cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır.” (Buhari, Müslim)
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Sabır imanın yarısıdır; oruç da sabrın yarısıdır.” (Tirmizî) Allah-u Zülcelâl, hadis-i kudsîde şöyle buyurmuştur:
“Oruç, benim içindir; onun mükâfatını ben vereceğim.” (Buhari)
Buradan anlaşıldığı üzere, kıyamet gününde, insanın amelleri zulüm yaptığı kimseye haklarını ödemek için verileceği halde, oruç sanki bundan ayrı tutulmuştur. Bu da orucun, Allah-u Zülcelâl’in katında ne kadar kıymetli bir amel olduğunu göstermektir.
Tevbe suresinin 112. ayetindeki geçen (seyahat edenler manasındaki) “es-Saihun” ayeti; “Oruç tutanlar” şeklinde de tefsir edilmiştir. Çünkü mü’minler, açlık ve susuzlukları ile Allah-u Zülcelâl’e doğru yolculuk yapmaktadırlar.
“Ancak sabredenlerin mükâfatları hesapsız olarak verilecektir.” (Zümer; 10) ayetinde de sabredenlerin oruç tutanlar olduğu belirtilmiştir. Çünkü “Sabr” orucun isimlerinden birisidir.
Allah-u Zülcelâl’in: “Yaptıkları amellere mükâfat olarak, gözlere aydınlık olacak, ne ihsanlar saklandığını kimse bilmez.” (Secde; 17) ayetinin tefsirinde, onlara bu mükâfatı kazandıracak amelin oruç olduğu söylenmiştir.
Nefsin Boyun Eğdiği Ay
Anlatıldığına göre, Allah-u Zülcelâl nefsi yarattığında sordu:
“Ey nefis! Sen kimsin; Ben kimim biliyor musun?” Nefis: “Sen sensin; Ben de benim!” diye cevap verdi.
İşte, nefis ta o zamandan bu güne kadar devam ettirdiği “senlik, benlik” davasını elinden bırakmadı.
Allah-u Zülcelâl’in nefse hışmının kıvılcımlarından cehennem yaratıldı. Allah’ın emriyle cehennem üç bin yıl yakıldı ve kapkara oldu. Nefsi üç defa cehenneme atıp iyice yaktıkları halde, her seferinde Allah-u Zülcelâl’in sorusuna:
“Sen sensin; ben de benim.” cevabını verdi. Bunun üzerine, Allah-u Zülcelâl:
“Bunun gıdasını kesin.” emrini verdi. Üç gün dolunca nefis feryat etti.
“Beni Rabbime götürün!” Bu duruma cehennem ehli dahi şaşırıp,
“Üç bin yıl cehennemde yakıldı, bir defa ‘Rabbim’ demedi. Üç gün gıdasını kestiler, davasından hemen vazgeçti, baş eğdi.” dediler.
Allah-u Zülcelâl’in huzuruna getirdikleri zaman, ona şöyle buyurdu:
“Ey nefis! Bildin mi; Ben kimim, sen kimsin?” Nefis şöyle cevap verdi:
“Bildim. Sen benim Rabbimsin, ben senin aciz kulunum!”
Bu yüzden, insan nefsini iyi bilmelidir. Açlık; nefsi terbiyeye, Allah-u Zülcelâl’i tanımaya en iyi ilaçtır. Açlık, nefse emmareliğini bıraktırır, Rabbini tanıtır. Allah-u Zülcelâl’in nefse bu şekilde, muamele etmesinin sebebi, bizlere nefsi açlıktan başka hiçbir şeyin, hatta binlerce yıl ateşte yanmanın bile yola getiremeyeceğini, ancak açlığın nefsi istenilen mertebeye yükseltebileceğini göstermek içindir. Onun için insan, her yediği yemekte, kendisini yemekten uzak tutmak, yemeğe kaptırmamak için gayret göstermelidir.
Allah için her seferinde birkaç lokma eksilterek, kendisini ayakta tutacak, ibadet ve taatlerini yapmasına yetecek miktarda yemek yemeye vücudunu alıştırmalı, nefsin esaretinden kurtulmalıdır. Çünkü açlık, insanı her türlü günahtan muhafaza eder; yaptığı taat ve ibadetlerin lezzetini ve maneviyatını artır.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“İnsan kendisinin muhtaç olmayacağını sandığı için, muhakkak azar.” (Ala’k, 6-7)
Bu Ayet-i Kerime hepimiz için çok büyük bir işarettir. Allah-u Zülcelâl, bu ahir zamanda üzerimizde bulunan bol nimetlerle ahiretimizi unutmamamız gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü hepimiz çok iyi biliyoruz ki, bundan otuz, kırk yıl önce bu kadar bol nimetler yoktu. Kısa bir süre içinde dünya çok değişti, nimetler çoğaldı.
Tabii Allah-u Zülcelâl tâ ezelde kullarının başına nelerin geleceğini bildiği için, onların helak olmamaları için, yol göstermiştir. İnsanların, Allah-u Zülcelâl’in hak yolunu unutmalarının sebebi, zengin olmalarıdır. Şimdi burada kendi kendimize soralım;
“Orucun hikmeti nedir? Allah-u Zülcelâl orucu üzerimize niçin farz kılmıştır?”
Allah-u Zülcelâl’in ve meleklerin sıfatını elde etmek için, oruç üzerimize farz kılınmıştır. Yani beşeri olan zulmani sıfatlardan temizlenmek ve denizden bir damla da olsa Allah-u Zülcelâl’in ve meleklerin sıfatlarını elde etmek için oruç üzerimize farz kılınmıştır.
Ama maalesef Ramazan’da yemekler daha fazla yapılıyor, çeşit çeşit yapılıyor. Tabii insan bu yemekleri yediği zaman, orucun hikmetinden yeteri kadar istifade edemiyor.
Oysa bizden önceki insanlar, nasıldılar? Sübhanallah!
İnsan kitaplarda onların hallerin gördüğü zaman;
“Bunlar sanki insan değil de melektiler,” diyor. Veysel Karani kuddise sırruh karnı acıktığı zaman, Allah-u Zülcelâl’e dönerek;
“Ya Rabbi! Karnımdan sana sığınırım,” diye yalvarıyor ve hemen abdest alıp namaza duruyordu.
Zünnûn-i Mısrî kuddise sırruh buyuruyor ki;
“Allah-u Zülcelâl’in rızasına talib olalı beri, doyuncaya kadar yemek yemedim; susuzluğum gidene kadar su içmedim.”
İşte onlar böyledirler. Nefsin şehvani arzularından sıyrılıp, Allah-u Zülcelâl’in ve meleklerin sıfatlarını elde edebilmek için daima gayret gösteriyorlardı.
İnsan daima hem Rabbini bilmeli hem de kendini bilmelidir. Ve Rabbinin kudret ve azametinden korkmalıdır. Önüne yemek geldiği zaman;
“Ben Allah-u Zülcelâl’in rızası için ve O’nun hak yolunu kaybetmemek için yemeğimden birkaç lokma eksilteyim” diye düşünmelidir.
Takva Ayı Ramazan
Hasan-ı Basrî kuddise sırruh buyuruyor ki:
“Allah’tan korkmak, bir atın ağzındaki gem gibidir. Azgın bir atın ağzında gem olmadığı zaman, ne yaptığını bilmeden oraya-buraya koşarak hem kendini helak eder hem de sahibi üzerine binerse, üzerinden atıp onu da helak eder. İşte nefsimiz de aynen öyledir. Nefs, Allah’tan korktuğu zaman, bu korku aynı o azgın atın ağzındaki gem gibi onu durdurur. Kendi sahibini helak etmemesi için onu teskin eder. Ama korku olmadığı zaman, ağzında gem bulunmayan azgın atın sahibini helak etmesi gibi, nefs de kendi sahibini aynı şekilde helak eder.”
Allah-u Zülcelâl’in korkusu, insanı doğruluğa teşvik eder. İnsan daima kendi halini düşünmelidir.
Ramazan ayı bizim için Allah-u Zülcelâl’in çok büyük bir merhamet kapısıdır. Hatta Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadisi şeriflerinde;
“Benim ümmetim Ramazan ayında affolunmazsa, ne zaman affolacak?” Buyurmuştur. Bu bizim için çok büyük bir işarettir. Onun için Ramazan ayında, kendimizi Allah-u Zülcelâl’in affına müstehak etmek için var gücümüzle gayret göstermemiz lazımdır.
Eğer Ramazan’ın dışında bir cüz Kur’an okuyorsak, en az iki cüze çıkarmalıyız. Virdimiz beş bin ise en az on bin çekmeliyiz. Bu şekilde bütün ibadetlerimizi Ramazan ayında biraz arttırmamız lazımdır.
Çünkü saadatlar müekked olmayan sünnetleri dahi sanki müekked sünnet gibi yapıyorlardı. Onun için Ramazan’da Allah-u Zülcelâl yaptığımız tüm ibadetlere ister farz olsun, isterse sünnet olsun kat kat fazla sevab yazmaktadır.
Allah-u Zülcelâl bize bir fırsat daha verdi ve bu Ramazan ayına da yetiştik. Öyle ise onu değerlendirmemiz lazımdır. Dünya çok kısa ve geçicidir.
Kadir Gecesi Büyük Fırsattır
İmam Malik rahmetullahi aleyh güvenilir bir âlimin şöyle dediğini rivayet ediyor:
“Resûlullah sallallâhu aleyhi veselleme kendisinden önceki insanların -veya bundan Allah’ın dilediği şeyin- ömrü gösterildi de sanki o ümmetinin ömürlerini kısa gördü. Diğer ümmetlerin yaptığı kadar amel yapamamalarından endişe etti. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ bin geceden hayırlı olan Kadir gecesini verdi.”
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ümmetinin ömrünün kısa oluşundan dolayı mahzun olmuştu. Allah-u Zülcelâl; Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’i teselli etmek için şu Ayet-i Kerimeyi nazil etti.
“Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.”(Kadr, 2)
Ümmet-i Muhammed’in ömrü çok azdır. Baki olan ebed’ül ebed ahiret hayatını, bu kısa ve bitecek olan dünya hayatı için tehlikeye atmak, nefsimize karşı çok büyük bir haksızlıktır. Allah-u Zülcelâl Ayet-i Kerimede bakın ne buyuruyor;
“(Allah’ın) onları bir araya topladığı gün, sanki onlar dünyada kendi aralarında tanıştıkları, gündüzün bir saati kadar kalmış sanırlar.” (Yunus, 45)
İşte dünya hayatı böyledir. Allah-u Zülcelâl Ayet-i Kerimelerde dünya hayatını da, ahiret hayatını da bize beyan etmiştir.
Hulasa olarak, Allah-u Zülcelâl bize akıl vermiştir. Bu akılla nasıl dünyanın kâr ve zararını ayırd edebiliyorsak, ahiretin kâr ve zararını da birbirinden ayırtetmemiz lazımdır.
İşte, bu gecede, bin gecenin ibadetinin sevabına nail olmak, sadece Ümmet-i Muhammed’e mahsustur. Allah-u Zülcelâl’in, biz Ümmet-i Muhammed’e bahşettiği bu mübarek gece, ne kadar büyük bir nimettir. Kim, bin ay süreyle Allah-u Zülcelâl’e ibadet edebilir? İşte Allah-u Zülcelâl, bu bir günü, bin aydan daha hayırlı olarak vermiştir.
Hz. Aişe radıyallâhu anha şöyle demiştir: “Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem Ramazan’ın son on gününe girdiği zaman, ibadet için kendini toparlardı. O günleri ihya ederdi ve kendi ehlini de ikaz ederdi.” (Buhari, Müslim)
Enes radıyallâhu anhudan rivayet olunmuştur: Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurur:
“Muhakkak, Allah-u Zülcelâl benim ümmetime Kadir gecesini hibe etmiştir. Benden önceki ümmetlere vermemiştir.” (Deylemi)
Kadir gecesinin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmediği için Ramazan’ın son on gecesini ihya etmeli ve bunu büyük bir fırsat bilerek, kendimizi bu sevaptan mahrum etmemeliyiz.
Ulemanın bazıları, Kadir gecesinin Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi olduğunu söylerken, bir kısmı da son on günün tek gecelerinde olduğunu söylemişlerdir. Kadir gecesini yakalamayı garantiye almak için son on günün gecelerini ihya etmemiz gerekir. Çünkü bir gecenin ibadeti seksen küsur yılın ibadeti gibi sayıldığından, çok uzun yaşayan bir insanın yaptığı ibadetin sevabını bir gecede elde etmek mümkündür.
Anlatıldığına göre, Kadir Gecesi gelince Allah’ın emri üzerine Cebrail aleyhisselam bir grup melek arasında yeryüzüne iner. Yanında bulunan yeşil renkli sancağı Kâbe’nin damına diker.
Cebrail aleyhisselamın altı yüz kanadı içinde iki tanesi vardır ki, onları sadece Kadir gecesi açar. Bu iki kanat açılınca doğu ile batı arasını kaplarlar.
Cebrail aleyhisselam yanındaki melekleri bu ümmetin arasına dağıtır. Her yana dağılan bu melekler, sabaha kadar ayakta dikilerek ve oturarak ibadet eden, namaz kılan ve zikreden her mü’mine selam verirler, onlarla musafaha ederler ve yaptıkları dualara “âmin” derler. Tanyeri ağarınca Cebrail aleyhisselam meleklere:
“Ey melekler, haydi dönüyoruz.” diye seslenir. Bu sırada melekler kendisine:
“Ey Cebrail! Rabbimiz, Muhammed ümmetinin bu geceki dileklerini nasıl karşıladı?” diye sorarlar. Cebrail aleyhisselam da onlara şöyle cevap verir:
“Allah-u Teâlâ onların tarafına bakarak kendilerini bağışladı ve günahlarını affetti. Yalnız şu dört kimse hariç: Devamlı içki içen, Ana-babasına asi olan, akraba haklarını gözetmeyen, Müslüman kardeşi ile üç günden fazla dargın kalan kimse!”
Kâ’bü’l-Ahbar şöyle anlatmıştır: “Sidre-i Münteha’da o kadar çok melek vardır ki onların sayılarını ancak Allah-u Zülcelâl bilir. Bunlar, Kadir gecesinde iner ve Cebrail aleyhisselam da bunlarla beraberdir, makamı onların ortasındadır. Kadın, erkek müminlerden hemen herkese hayır dua ederler. Cebrail aleyhisselam ibadet ve taat yapan kimselerden el sıkışmadığı hiç kimseyi bırakmaz. Cebrail aleyhisselam, bir kimse ile el sıkışırsa şu belirtiler meydana gelir. İnsanın cildi ürperir, kalbine şefkat duygusu gelir, gözlerinden yaş akar. Bütün bunlar, Cebrail aleyhisselâmın el sıkışmasından ileri gelir.”
Said bin Müseyyeb şöyle demiştir:
“Bir kimse, sene boyunca, sabah ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsa Kadir Gecesi’nden nasibini alır.”
Bütün bunlara bakınca Allah-u Zülcelâl’in rızası, nazarında kıymetli olanlar için, Kadir gecesinin ne kadar büyük bir gece ve ne kadar büyük bir fırsat olduğu anlaşılmaktadır. Allah-u Zülcelâl’in rızası ve ahiret kendisi için değerli olanlar, fırsat zamanı geldiği vakit, bu fırsatı değerlendirmelidirler.
Allah-u Zülcelâl hepimizi, Kadir Gecesini mükemmel olarak değerlendiren kimselerden eylesin. Onun hakkını yerine getiremesek dahi, bizi kendi keremi ve ihsanıyla lütuflandırıp af ve mağfiret etsin. Âmin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ