GÖNÜL SOHBETLERI / Sonra Yaparım Diyen Aldanmıştır
GÖNÜL SOHBETLERI
Sonra Yaparım Diyen Aldanmıştır
Seyda Muhammed Konyevî -ks-
Allah-u Zülcelâl nasıl yeryüzünde maddi rızıkları dağıtıyorsa aynı şekilde hidayet taksimi yapıyor. Yani iman nimeti ve Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerini yerine getirme arzusunu da Allah azze ve celle kulları arasında taksim ediyor. Herhangi bir kimseye, Allah’ın hidayet nimeti nasip olduğu zaman Allah’ın o manevi nimetinin şükrünü eda etmesi çok mühimdir.
Nasıl ki önümüze Allah-u Zülcelâl’in bir nimeti geldiği zaman, onu yedikten sonra Allah’a hamd-u sena ediyor, şükrediyorsak manevi bir nimet olan hidayet için de Allah-u Zülcelâl’e hamd-u sena etmemiz lazım.
Allah-u Zülcelâl bir ayet- kerimede şöyle buyuruyor:
“And olsun biz cinler ve insanların birçoğunu cehennem için ayırdık ki, onların kalpleri vardır onlarla kavramazlar, gözleri vardır, onlarla görmezler, kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta gidişçe daha da sapkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Araf, 179)
İşte böyle kimseler varken Allah-u Zülcelâl bizi onlardan kılmayıp, bizi kendi evinde misafir ettiği kulları arasına seçtiği için şükretmemiz lazımdır. Çünkü bu Allah’ın çok büyük nimetidir. Biliyorsunuz, Allah-u Zülcelâl’in bu ayet-i kerimede bahsettiği gibi insanlar vardır. Onlar Allah’tan ve Allah’ın ayetlerinden gafil oldukları için önlerine ne gelirse yapıp, devam edip gidiyorlar, neuzubillah.
Bir evliyaya sormuşlar:
“Bize bir nasihat verir misin?”
Şöyle demiş:
“Kendinizi ‘sevfe’den muhafaza edin.”
Sevfe ne demektir biliyor musunuz? “Sonra yapacağım,” manasına gelir. Yani “Şimdi gencim, sonra ibadet edeceğim.” İşte diyor ki, “O kelimeden kendinizi muhafaza edin. Çünkü o şeytanın askerinden bir askerdir,” diyor. Çünkü insan küçük iken de, genç iken de, ihtiyar iken de ölebilir. Ölümün zamanı yoktur. Bunun için “Sonra yaparım,” demek çok yanlış bir şeydir.
O zaman Allah-u Zülcelâl’e karşı takvada bulunmamız lazımdır. Çünkü biz bilmiyoruz, sabaha çıktık ama akşamı da görecek miyiz? Akşama eriştik, sabaha da çıkacak mıyız? Yarını göreceğimize dair bir garantimiz yoktur. Öyle olduğu için elimizden geldiği kadar her saatimizin, her dakikamızın Allah’a karşı düzgün olması lazımdır.
Geçen gün buraya bir kişi geldi, ağlıyordu. “Neden ağlıyorsun?” Dedim. Dedi ki: “Ben buraya uçakla geldim. Uçaktayken düşündüm, eğer uçak düşerse, ölürsem, ölüme hazır değilim. Onun için ağlıyorum.”
Çok haklıdır, doğrudur. İnsan her an ölüme hazırlıklı olması lazım. “Şu an ölürsem, Allah’a tevbekâr bir kulum. Kendimi günahlardan muhafaza ediyorum. İbadetlerimi, zikrimi yapıyorum.” diyerek, bu şekilde her an kendimizi ölüme hazır etmemiz lazımdır. Çünkü çok insanlar var, sabah kalkıyor, akşama kadar dolaşıyor, aklına hiç ölüm gelmiyor ama kefeni dükkâna gelmiştir. Allah’ın ona nasip edeceği kefen biçilmiştir, hazırdır, ölümü böyle yakındır ama o bilmiyor. Onun için elimizden geldiği kadar Allah-u Zülcelâl’e kavuşmaya karşı hazırlıklı olmamız lazımdır.
Beş Şeyin Kıymetini Bil
Peygamber aleyhisselatu vesselam bir hadis-i şerifinde:
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil: İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve ölümünden önce hayâtını!” (Hâkim, Müstedrek, IV, 341; bkz.Buhârî, Rikak, 3; Tirmizî, Zühd, 25)
Hayatta olmamız, bu yeryüzünde dolaşıp hayat sürmemiz büyük bir fırsattır, çünkü öldüğümüz zaman çok pişman olacağız. Ölmeden önce bu hayatı ganimet bilip, onunla bir şeyler yapmamız lazımdır. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki: “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Yani “Dünya, ahiretin tohumunun atılacağı yerdir.”
Ahiret için bu dünyadan amel gönderiyoruz. Namazımız, zikrimiz, tâatımız, herhangi bir İslam hizmeti, hepsini biz bu dünyada yapıyoruz, dünyadan ahirete gönderiyoruz. Dünya hayatı olmasaydı ahirete nasıl amel gönderecektik? Dünya bunun için iyidir, başka türlü iyi bir tarafı yoktur.
“Hasta olmadan önce de sıhhatinin kıymetini bil.” Hakikaten bakıyoruz bir genç insan, sıhhati yerindeyken sonra hasta oluyor, artık yapabileceği bir şey kalmıyor. Onun için sıhhatimiz elverirken amel yapmaya gayret edelim.
“Meşguliyet gelmeden önce boş vaktin kıymetini bil.” Seni meşgul eden, amel yapmaktan alıkoyan bir iş başına gelmeden önce zamanını değerlendir. Hakikaten bazen görüyoruz, önce zamanı elverişliyken, istediği ameli yapabilecek iken sonra birden onun önüne bir meşguliyet geliyor, Allah-u Zülcelâl’e ibadet yapamıyor.
“İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin kıymetini bil.” Gerçekten de gençken insan amel yapabiliyor ama zamanında alışmadığı için artık ihtiyarlayınca öğrenmesi, yapması zor oluyor.
“Fakirlik gelmeden önce zenginliğin kıymetini bil.” İnsan elinde malı varken onunla zekatını, sadakasını verebiliyor, ibadetlerini rahatça yapabiliyor. Ama bunları yapmadan fakir olursa o zaman, “Artık ben ibadet yapamıyorum, çalışmam lazım,” diyerek ibadetlerini yapamıyor.
Evet bunlar böyledir. Çünkü Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor:
“Ne kadar yaşarsan yaşa sonunda öleceksin! Dilediğini sev, bir gün ondan ayrılacaksın. İstediğini yap, sonunda mutlaka karşılığını göreceksin. Şunu iyi bil ki mü’minin şerefi gece namaza kalkmaktır. İzzeti ise, insanlardan bir şey istememektir. (Hâkim, Müstedrek, 4/360; Taberânî, Mu’cemu’l-Evsad, 4/306; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 2/252)
Hasan el Basri’ye şöyle sormuşlar:
“Ey İmam, insan nedir?”
Cevap vermiş: “İnsan, günlerdir.”
Nasıl günlerdir? Yani, insanın hayatı günlerden ibarettir. Günden güne kabre gidiyor. İnsan ihtiyarladıkça her gün gücü kuvvetinden bir parça gidiyor. Her gün sanki insanın bir parçası gidiyor, günleri ne kadar ise… Günleri bitince de ölüyor insan.
Bir tabirde de şöyle demişler: “İnsan nefesle dünyadadır.”
İnsan anne rahmine düştüğü zaman Allah-u Zülcelâl bir melek gönderir, kaderini yazar: “Bu kulum şu kadar nefes yaşayacak,” diye. O nefes bitti mi, insan da bitiyor.
Şu an kabre gidiyoruz. Sanki biz arabadayız, bir otobüsteyiz, bizi kabre götürüyor. Biz uyurken bile bizi götürüyor. O nefesler bitince kabre giriyoruz.
Eğer kişi şimdi vaktin kıymetini bilmezse, bir zaman gelip mutlaka bilecek ama o zaman bilmesinin faydası yok. Şimdi bilirse faydası var. Öyleyse vaktin kıymetini bilmemiz lazım.
Dünya Saltanatı Fanidir
Kendime nasihat ediyorum ha, siz de dinliyorsunuz. Bir gün Süleyman aleyhisselamın bindiği bir tahtı vardı, rüzgâr onu götürüyordu. Allah-u Zülcelâl cinleri, kuşları, hayvanları emrine vermişti. Bir abid onu bu halde gördü:
“Ya Süleyman bu ne saltanattır böyle!” dedi.
Hz. Süleyman aleyhisselam ona şöyle cevap verdi:
“Senin bir kere ‘Sübhanallah’ demen benim saltanatımdan daha üstündür. Çünkü o Allah’ın katında bakidir, hâlbuki bu saltanat geçicidir, bitecek bir gün,” diye.
Tabi Süleyman aleyhisselam Allah’ın Peygamberidir, herhangi biri gibi değildir. Onun için biliyordu saltanatın geçici olduğunu, Allah’ın katında bir değeri olmadığını. Bakın şimdi onun saltanatından geriye ne kaldı? İşte dünya böyledir. Allah-u Zülcelâl’in yanındaki sevaplar böyle bakidir, dünya ise böyle fanidir. Öyleyse elimizden geldiği kadar vaktin kıymetini bilelim.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor:
“Herhangi birinize ölüm gelip de, ‘Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!’ demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.” (Münafıkun, 10)
İşte biz de şimdi vaktin kıymetini bilmezsek biz de öyle diyeceğiz. “Ya Rabbi bizi dünyaya gönder de amel yapalım,” diyeceğiz. Bakın yine bir ayet-i kerimede buyuruyor:
“Onlar orada; Rab’bimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı) zalimlerin yardımcısı yoktur.” (Fatır, 37)
Bakın, Allah-u Zülcelâl “Ben size düşünecek kadar ömür vermedim mi?” diyor. Öyleyse kendimize bir çeki düzen vermemiz lazım.
Bir sahabe –i kiram Peygamber aleyhisselatu vesselamın yanına geliyor. Diyor ki:
“Ya Rasulallah, bana bir nasihat et!” Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Allah’a karşı takvalı ol, çünkü o bütün hayırların başıdır.”
Allah’tan korkmak ve o korkuyla Allah’a ibadet etmek. İşte kurtuluş budur. Yine Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime sıkı sarılırsa, ona yüz şehid ecri vardır.”(Münavi, Feyzu’l-Kadir)
Yüz şehidin sevabı… Ne kadar büyük bir ganimet. Şehitler Allah’ın yolunda malını canını feda ediyor. İşte kim Peygamber aleyhisselatu vesselamın sünnetini yerine getirirse, yüz şehidin sevabını alıyor. Demek ki insan kendini seviyorsa, bunu yapması lazımdır.
Birbirimize, ibadet ve takva üzerine yardımcı olmamız lazımdır. Çünkü Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
“… İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Maide, 2)
Fakat kim kendi nefsiyle “Ben bunu yaparım,” derse, boşa yorulur ve hiçbir şey de yapamaz. Ama Allah’ın yardımıyla yaparsa o zaman kolay olur. Öyleyse Allah’tan yardım isteyelim.
Maksudumuz Allah Olsun
İmam Ali radıyallahu anh bir gün mescide giriyor. Bakıyor ki bir köşede bir kişi “Ya Rabbi bana mal ver,” diye dua ediyor. Diğer köşede ise Hz. Ebubekir sıddık radıyallahu anh “Ya Rabbi ben Sen’i istiyorum,” diyor. İkisinin arasında nice farklar vardır. Çünkü herkes kendi niyeti, kastı ve himmetine doğru maksuduna gidiyor. Elimizden geldiği kadar niyetimiz, maksudumuz Allah olsun. Ne yaparsak yapalım, Allah için yapalım. Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“De ki: ‘Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre amel yapar.’ O halde, kimin yolca daha doğru olduğunu, Rabbin daha iyi bilir.” (İsra, 84)
Yani herkes kendi maksadına göre, o niyetle amel yapar. Ama Allah-u Zülcelâl herkesin kalbindeki niyeti bilir. Çünkü insanın kalbi Allah’ın nazargahıdır. Allah-u Zülcelâl suretimize ve mallarımıza bakmıyor, kalbimize bakıyor. Kalbimizdeki neyse Allah onu kabul ediyor. Onun için elimizden geldiği kadar, az bir amel de olsa, Allah için amel yapalım.
Peygamber aleyhisselatu vesselam diyor ki: “Ben ümmetimden, cennette dolaşan bir adam gördüm, insanlara zararı olmasın diye yoldan bir taş alıp atmış, bununla Allah’ın rızasını kazanmıştı.”
O yüzden sabah evimizden çıktığımız zaman niyetimiz, Allah için amel yapmak olsun. “Bugün Allah beni nasıl kullanacak?” diye düşünelim. “Ben giderim, böyle yaparım,” demeyelim.
Bütün cinlerin ve insanların Rabbidir o, kainatın, bütün her şeyin tasarrufatı onun elindedir. Bizden bir şey çıkmamasının sebebi budur esas, hep “ben,” diyoruz, yaptıklarımızı kendimizden biliyoruz. Allah’tan gafil kalıyoruz, ondan dolayıdır.
Bu yüzden sabah evimizden çıktığımız zaman “Ya Rabbi, sen beni ne için kullanacaksın? Beni kendin için kullan ya Rabbi,” diye yalvaralım. Allah da bize verdiği zaman, o zaman her şey kolay olur inşallah.
Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri bir gece rüyasında şeytanı çıplak olarak insanların arasında dolaşırken görür.
“Ey Lain, sen o kadar hayâsızsın ki, insanlarla çıplak olarak oynuyorsun.” Şeytan:
“Bunlar insan mıdır? Bunlar insan değil ki, ben onlardan hayâ edeyim. Bunların Allah ile hiç bir alakası yoktur.” diye karşılık verdi. Ona:
“Peki seni yakan insanlar kimdir?” diye sordum. Şeytan
” Şiraz Mescidi’ne git, orada bazı insanlar görürsün, işte onlar beni yakıp mahvettiler.” diye cevap verdi. Şeytana:
“Onlar seni ne ile yakıyorlar?” diye sordum. Şeytan:
“Ben onları aldatmak için yanlarına yaklaşıyorum; hemen “Allah” diyorlar. Bu sebeple beni yakıyorlar.” diye cevap verdi.
Bu halden sonra uyandım baktım ki, gece yarısıdır. Hemen o camiye gittim. Oradakilere selam verdim ve birisi bana dönerek: “Sen o köpeğe inanma!” dedi. Anladım ki onlar, benim bu halimden haberdardırlar.”
Allah-u Zülcelâl bizi kendi nefsimize teslim etmesin, o nefsimizi hayırlarda kullansın inşallah.