GÖNÜLLERE HAKİKATİ NAKIŞ NAKIŞ İŞLEYEN SULTAN MUHAMMED BAHAUDDİN ŞAH-I NAKŞİBEND HZ.

  • 15 Ağustos 2016
  • 1.492 kez görüntülendi.
GÖNÜLLERE HAKİKATİ NAKIŞ NAKIŞ İŞLEYEN SULTAN MUHAMMED BAHAUDDİN ŞAH-I NAKŞİBEND HZ.
REKLAM ALANI

“Âlem buğday ben saman, Herkes yahşi ben yaman!”
Şâhımız Nakşibend Hazretleri, kendisine kadar “Hâcegân Yolu” olarak anılan tarikatı, “Nakşibendî” yapan kolbaşı, veliler serdârı bir büyük zâttır.

Adı Muhammed Bahâuddin b. Muhammed, nisbesi el-Buhârî. Buhârâ yakınındaki Kasr-ı ârifân’dan. Burasının eski adı Kasr-ı Hinduvân. Kendilerine nisbetle “Arifler köşkü” anlamına Kasr-ı ârifân denildi. “Nakşibend” lâkabının nereden geldiği tam olarak bilinmemekle birlikte, “Nakşbend” “Nakışçı, nakışbağı” anlamlarına gelmektedir. Başındaki “Şâh” kelimesi de “Gönül Sultanı” anlamında bir muhabbet ifadesidir.

Şâh Hazretleri, 718 Muharrem’inde (1318 Nisan’ında) Kasr-ı Hinduvân’da doğmuştur. İlk üstadı, dedesinin ve babasının Şeyhi olan Muhammed Baba Simâsî Hazretleridir. Şah Hazretleri dünyaya geldiği zaman, Hacegan tarikatının şeyhlerinden Muhammed Baba Semmâsî Hazretleri, müridleriyle birlikte o köye gelmiş ve henüz çok küçük yaşlarında bulunan Muhammed Bahauddin Nakşibend Hazretlerini mânevî evlatlığına almıştır. Şah Hazretleri, bu konuda şöyle der: “Benim hakkımda zuhûr eden Allah Teâlânın lütuflarından ilki, daha çocukluk çağımda iken, kadri yüce Şeyh Hâce Muhammed Baba Semmâsî’nin nazarları ile müşerref olmam ve beni evlâtlığa kabul etmeleridir.”

REKLAM ALANI

Baba Semmâsî, müridlerinden Emir Külâl’e; “Bu erin terbiyesi sana aittir” diyerek, Nakşibendi ona emânet ettiği de rivâyet edilir. Şah Hazretleri, her ne kadar Emir Külâle intisab etmişse de, muteber kaynakların haber verdiğine göre, onun gerçek şeyhi, kendisinden çok sene önce vefât eden Abdulhâlik Gücduvânî Hazretleridir. Zira Hazreti Şah kuddise sirruhu, üveysi meşreptir. Tasavvufta, kişinin kendisinden önce vefat etmiş olan herhangi bir şeyhin ruhâniyetinden istifade ederek yetişmesine, “Üveysilik ” denilmektedir.

Şah Hazretleri, on sekiz yaşlarında iken, ailesi onu evlendirmek istemiş, bu vesileyle Baba Semmâsiyi da’vet etmek için Semmâs’a gitmiş, oraya varınca, Hace Hazretlerinin sohbetine iştirak etmiş, sohbetin kendisine verdiği zevk ve huzurdan sonra mescide gitmiş ve Cenâb-ı Hakk’a, “Ya Rabbi!.. Bana belâ yükünü çekmek için kuvvet ver. Bu hususta bana ihsanda bulun” diye dua etmiştir. Baba Semmâsi Hazretleri, onun bu durumunu öğrendiği zaman, kendisine: “İlâhî!.. Sen, rızana uygun olanı ne ise, onu bu zayıf kuluna ihsan eyle!” diye dua etmesini, zira her zaman Allah’ın rızasını kazanmayı gaye bilen kimseye belâ ulaşmayacağını, şayet Allahu Teâlâ bir velisine belâ gönderirse, yine kendi inayetiyle ona kuvvet ve tahammülü ihsan edeceğini, insanın kendi iradesiyle belâ istemesinin doğru olmayacağını söylemiştir.

Şah-ı Nakşibend Hazretleri, Hanefi mezhebine mensuptur. Her fırsatta sohbet eder, va’z ve nasihatte bulunur ve “Tarikimiz sohbet üzerinedir” diyerek, müridlerini de buna teşvik ederdi. Haramlardan titizlikle sakınır, ruhsat yolundan çok, azimet tarikini ihtiyar ederdi. Aynı zamanda o, çok mütevâzi idi; misafirlere çok saygı gösterirdi. Hayvanlara karşı da çok sevgi besler, şefkatli davranır aynı zamanda da haramdan son derece sakınırdı. Ölümünden bir gün önce müridlerine, halifelerinden Muhammed Parsa Hazretlerine tâbi olmalarını vasiyet etti ve 3 Rebiül-Evvel 791/2 mart 1389 pazartesi günü, doğduğu yer olan Kasr-ı Arifan’da, yetmişüç yaşında iken Rahmeti Rahman’a kavuştu.

Hazreti Şah’ın yolundan giden Nakşibendi tarikatı mensubları, Ehl-i Sünnet itikâdına tavizsiz bağlıdırlar ve çeşitli ilimlerle meşgul olmaya, va’z ve sohbetler vasıtasıyla bu ilimleri tebliğ etmeye son derece önem verirler.

Bir de Nakşibendiye tarikatı mensupları, Şerîat esâslarına uymaya ve ona bağlı olmaya son derece hassasiyet gösterirler. Bu hususta Nakşibendi yolunun büyük mürşidi İmamı Rabbani Ahmedi Farukî Serhendi Hazretlerinin şu sözü buna delil olacaktır; “Şer’î edeplerden birine riayet, mekruhlardan birini bırakmak; zikirden, fikirden, murakabeden ve mertebelere teveccühten daha faziletlidir.”

Üveysî Üstadı Gucdüvânî

Çağına yetişmeden, yüzyüze görüşmeden feyz aldığı “üveysî” mürşidi Abdülhâlik Gucdüvânî ona âlem-i mânâda şu nasihatta bulunmuştu: “Oğlum Bahâeddin, zikr-i ilâhi’den fariğ olma! Mahlûkata hâlisâne hizmet et. Çünkü Hakk’a giden yol, hizmetten geçer. Ayağını şeriat seccadesine koy, emir ve nehyde istikamet üzre ol. Daima azimetle amel et, sünnete ittibâ et, ruhsatları bırak, bid’atlerden kaç insanlar, hayvanlar ve bitkiler senden hizmet bekliyor. Hafi zikre sarıl. Allah yâr ve yardımcın olsun.”

Bu vasiyetin tesiri ve fıtratındaki merhametin muktezasınca, onun yaralı hayvanlara baktığı; yaralarını tedavi ettiği hattâ, sokakların temizliğiyle bile meşgul olarak halka hizmet ettiği rivayet edilir.

Şâh Hazretleri, ileri ufuklara bakmayı daima yükselmeyi öğütleyen bir mana sultanıydı. Müridlerine: “Eğer himmetimizi yüksek tutmaz, oyununuzu büyük oynamazsanız, size hakkımı helâl etmem. Üstün himmette öyle olmalısınız ki, ayaklarınızla başıma basmalısınız.” diye nasihatte bulunurdu. Yani sizin mânevi dereceniz benden daha yukarılara ulaşmalı, derdi.

Şah kuddise sirruhu Hazretleri, cezbe ve taşkınlıktan, meclisinde sayha ve nârâ atılmasından hoşlanmazdı. Nitekim birisi bulunduğu mecliste: “Allah!” diye haykırdı. O şunları söyledi: “Bu haykırış, gaflet işaretidir. Bizim meclisimizde gafillere yer yok!”

Mârifet nesepte mi iktisâbda mı?

Olgunluk ve mârifetin haseb ve neseble (soy ve şerefli bir sülaleye mensubiyetle) değil, iktisâbla (çalışarak kazanmakla) olduğuna inanırdı. Bu yüzden kendisine, “Sizin silsileniz (soy secereniz) nereye ulaşır, ve kime dayanır?” diye soran birine: “Silsile ile kimse bir yere ulaşamaz.” diye karşılık verdi.

HACEGÂN YOLU VE NAKŞİLİK

Şâh-ı Nakşibend hazretleri, Hâcegân yolunun Hace Abdulhâlik Gucdüvânî tarafından tesbit edilen “11 Esasını” ihyâ etti. Nakşbendiyye yolu Şah hazretleri henüz hayattayken Buhârâ, Semerkand ve Maveraünnehir bölgesinde yaydı. Güçlü ve müteşerri halifeleri sayesinde yıllar yılı İslâm ülkelerinde tesir ve nüfuzunu devam ettirdi. Hazreti Şah’ın tasnîf buyurdukları “Evrâd-ı Bahâiyye” sinden başka eseri yoktur. Ancak müridi ve halifesi Muhammed Pârsâ ve diğer halifeleri, bazı sözlerini tespit etmişlerdir. Osmanlıların kuruluş yıllarında teessüs eden tarikatı, XIV. Asırdan itibaren Osmanlı ülkesinin muhtelif yerlerine yayılma imkânı bulmuştur. Ve hali hazırda günümüzdeki en yaygın tarikat Hazreti Şah’ın tarikatıdır, desek mübalağa etmiş olmayız. -kaddesallahu sirrahu’1-Aziz-
(Not: Bu yazının hazırlanmasında Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz Hocaefendinin ” Şâh-ı Nakşbend Muhammed Bahâüddin Buhârî kuddise sirruh” isimli makalesinden yararlanılmıştır)

ŞAH HAZRETLERİNİN KIYMETLİ SÖZ VE NASİHATLERİNDEN BAZILARI

* “Namazda huzur ve huşu nasıl elde edilir?” diye sorulunca, buyurdu ki: “Huzurlu bir hâlde helâl lokma yiyeceksiniz. Huzur ile abdest alacaksınız ve namaza başlarken iftitah tekbirini, kimin huzuruna durduğunuzu bilerek, düşünerek söyleyeceksiniz.”

* Buyurdu ki: “Nefsinizi daima töhmet altında tutunuz ve ona uymayınız. Her kim bunda muvaffak olursa, Allahu Teâlâ ona bu işinin mükafaatını, karşılığını verir, salih amel işlemeye muvaffak olur, buna tahammül ve güç bulur. Yaptığı her işi Allahu Teâlâ’nın rızası için yapmaya başlar. Bütün işlerde niyeti düzeltmek çok mühimdir.”

* Şah Hazretleri bir yine bir başka defasında buyurdu ki: “Allahu Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları sayarsa, Cennet’e girer” buyurulan bu hadîs-i şerîfteki “Ahsa” kelimesinin bir manası, saymaktır. Diğer bir manası ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip, bilmektir. Bir manası da, bu esmâ-i şerîfe’nin mûcibince amel etmektir. Meselâ “er-Rezzâk” ismini söylediği zaman, rızkı için aslâ endişe etmemeli. “Mütekebbîr” ismini söyleyince, Allahu Teâlâ’nın azametini ve kibriyâsını düşünmelidir.”

* Şah Hazretlerine bu dereceye nasıl ulaştınız? diye suâl olununca; “Resulullah sallallahu aleyhi veselleme tâbi olmakla.” buyurdu. Yine buyurdu ki: “Bizim yolumuz sohbettir. Halvette, yalnızlıkta şöhret vardır. Şöhret ise afettir. Hayır ve bereket cemiyyette, bir araya gelmektedir. Bu da sohbet ile olur. Sohbet, bir kimsenin arkadaşında fânî olmasıyla, arkadaşını kendine tercih etmesiyle hâsıl olur.”

* Şah Hazretleri bir keresinde de şöyle buyurmuşlardır; “Bizim yolumuz, Allahu Teâlâ’nın gösterdiği kurtuluş yoludur. Çünkü bu yol, sünnete uymak ve Ashâb-ı kirâma tâbi olmaktır. İşte bu sebeple, bizim yolumuzda az zamanda çok kazanç elde edilir. Fakat sünnete uymak ve riayet etmek, sabır ve tahammül ister. Biz, bizim yolumuza girenleri, istersek kolayca çekme ile, dilersek bir başka usulle terbiye ederiz. Çünkü rehber olan âlim, bir tabibe benzer. Hastanın hastalığını, derdini tesbit eder ve ona göre ilâç verir. Bizim yolumuzda yalnız kalmak değil, sohbet esastır. Sohbetin de şartları vardır. İki kişi sohbet etmek isterse, birbirinden emin olmaları gerekir. Böyle olmazsa, sohbetten fayda hâsıl olmaz. Bizim sohbetimize girenlerin kalblerinde, muhabbet tohumu vardır. Kısaca bu yola, Ehl-i sünnet ve cemâat yolu denir. Bizim sohbetimize dâhil olanların kalbine muhabbet tohumu atılmıştır. Fakat Allahu teâlâdan başka her şeyden alâkasını kesmemiş olabilir. Bu durumda sohbetimize katılan kimsenin kalbinde, Allahu Teâlâ’nın sevgisinden başka neye bağlılık varsa, onu kalbinden temizleriz. Kalbinde bize karşı meyli ve muhabbeti olanlara muhabbet tohumu ekip, gece gündüz onu terbiye etmemiz bizim vazifemizdir. Muhabbet için uzakta olmak farketmez.”

Tevhidi söylemenin hakikati

* Şah Hazretleri buyurdu ki: “Lâ ilâhe illallah kelimesini söylemenin hakikati, Allahu Teâlâ’dan başka ne varsa hepsini yok bilmektir.”

Yine buyurdu ki: “İslâm dininin hükümlerini yapmak, yani emirleri yapıp yasaklardan sakınmak, haramları, şüpheli şeyleri, hatta mubahların fazlasını terk etmek, ruhsatlardan uzak durmak, mubahları zaruret mikdârınca kullanmak, tamamen nûr ve safadır. Aynı zamanda evliyalık derecelerine kavuşturan bir vasıtadır. Vilâyet derecelerine bunlarla ulaşılır. Uzak kalanların hepsi, bunlara dikkat etmediklerinden uzak kalırlar ve kendi arzularına uyarlar. Yoksa cenâb-ı Hakk’ın feyzi her ân gelmektedir.”

Muhammed Bahauddin Şahı Nakşibend Hazretleri bir defasında da edeble alakalı şunları söylemişlerdir: “Bizim yolumuzdaki kimselerin şu edebi gözetmesi gerekir:
Birincisi; Allahu Teâlâ’ya karşı edeptir. Yani zahiri ve batını ile tamamen kulluk içinde olmalı. Allahu Teâlâ’nın bütün emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınması ve Allahu Teâlâ’dan başka her şeyi, mâsivayı terk etmesidir.
İkincisi; Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize karşı edeb: Bu da iş ve hâllerde O’na uymaktır.
Üçüncüsü; hocasına karşı edeb: Çünkü kendisinin Peygamberimize uymasına, hocası vâsıta olmuştur. Bu bakımdan, hocasını hiçbir zaman unutmamalıdır.”

Şah Hazretleri hayati bir ölçü sadedinde de şöyle buyururlar: “Bütün hallerinde ayağını emir ve nehy seccadesine koyasın. Sünnete bağlanıp, ameli yerine getiresin; ta’viz ve bid’atlerden uzaklaşıp daima Allah Rasûlü’nün hadîslerini rehber edinsin.”

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ