GÜNDEM / Ah Filistin…
GÜNDEM
Ah Filistin…
Hüseyin USTAOĞLU
Hayatımız boyunca tekrarlanan süreçler hep bir savaşın eseri. Zira bizzat insanın doğası savaşlar ülkesi. Tezatlar birbirleriyle devamlı yarış halinde. Kişi, kendi hayat mücadelesi içerisinde her an doğru ile yanlışın irade savaşını veriyor. Duygunun akıl ile savaşı, ruhun nefsle savaşı ve hayatta kalabilmek adına bireysel dünyamızda verdiğimiz iç ve dış mücadeleler, hep bir hesaplaşmanın ürünü. Belki de bunlar en masum olanları savaş gerçeğinin…
Ancak dünya savaşları aynı mı? Hiç de masum olmayan türden olan bu vahşet manzaraları vicdanı olanların içini sızlatıyor! İnsanın en vahşi yönünü ortaya çıkaran ve insan olma özelliklerini yutan ve yok eden cinstendir, bu canavarlaşmış fotoğraflar. Ne uğruna ve kimin için yapıldığını, savaşanlardan birçoğunun dahi bilmediği kanlı savaşlar. Bizzat askeri güç olarak taraf olunmasa bile, haksızın ve zalimin karşısında durulmayan ve suskun kalınarak taraf olunan savaşlar. Anlamsız sebepler üretilerek, uyduruk mazeretlerle canlara ve mallara kıyılan, fakat gerçek amacı sömürü düzeni olan sistemlerin dünyaya hediye ettiği, faturası çok acı olan savaşlar…
Adresin önemi yoktur, fosforlu ahtapot bombaları en acımasız görüntüleriyle insanlığın üzerine düşerken. Ve en masum halkları yersiz, yurtsuz bırakıp sürgün ederken. Evet yoktur..! Yeter ki amaçları gerçekleşsin! İşte soykırım, işte gerçek barbarlık bu değil midir? Ve bu barbarların himaye edilmesi, yaptırım uygulanmaması da barbar yandaşlığı değil midir? Sözde süper, düşüncede dar beyinli ve tarafgir, aslında insanlıktan nasipsiz ve bir o kadar da acziyet içindeki dünya devletlerinin ve onların yöneticilerinin canavarlaşmış tipolojileri…
Onlar açısından savaşın da bir hukuku olduğu önemsenmezken, felsefesi de farklı işlemektedir hiç kuşkusuz. Aksi olsaydı şayet, başta Filistin ve Irak olmak üzere, Afganistan, Çeçenistan, Doğu Türkistan, Bosna-Hersek, Abhazya, Libya, Suriye ve dünyanın diğer bölgeleri hâlâ yanmaya devam eder miydi? Ve insanlık, böyle uyku halli bir sayıklama içerisinde olup bitenleri seyre dalar mıydı?
Savunmanın adının saldırı olduğu, ülkesi işgale uğrayan, namusu çiğnenen, bayrağı indirilen, mabetleri ve evleri yıkılanlar, kanı ve canına kastedilenler sırf kendini savunuyor diye militan ilan edilebilir miydi? Tüm bu anlatılanlar gerçek değil midir? Hunharca saldırıların tek gayesinin yok etmekten başka bir anlama gelmediği, fakat asıl saldırgan ve tecavüzcünün savaş suçlusu sayılmayarak savunmacı ilan edildiği, çelişik ve bir o kadar da çifte standartlı, vahim bir manzarayı yaşamıyor mu yüzyılın insanı?
Evet, tek kelimeyle bunun adı zulmü kutsamak! Başka nasıl tarif edilebilir ki? Temelini yok etme felsefesinden alan acımasızlığın bu kanlı yüzü ve gerçekleşmekte olan savaşlar, aynı zamanda insanlığın yüzüne sürülen kara bir leke değilse ya nedir sizce? Adı konmak istenmeyen ve sebebi asla meşrulaştırılamayacak bir vahşet!
Zulüm Sonsuz Değildir
Kana doymayan bir kavmin ve onun yardımcılarının himayesinde Filistin’e vuruluyor. Barış diye anlattıkları iki günlük sadece. İnsanlar ha açlıktan öldürülmüş ambargo altında tutularak, ha bombalarlarla. Ne fark eder, sonuç ölüm olduktan sonra? Birincisinde tek seferde ölürken insanlar, ikincisinde her dakika ölüyorlar. Sadece yöntemler değişiyor ama sonuçlar hiç değişmiyor. Savaşa iman etmiş, kendi ırkından başkasını insandan dahi saymayan, hayatı kan ve kinle dolu bir kavmin inanç tablosu olan bu cinnetlik manzaralar; tarihin tekerrürden ibaret olduğunun ve zulümlerin kutsandığının açık bir ifşası, aymazlık ve utanmazlıkların ispatıdır da aynı zamanda.
Peki, biz ne yapıyoruz bu acı tablolar karşısında? Sadece bir film izleme duyarsızlığı ile mi takip ediyoruz olup bitenleri? Yoksa gerçek bir aksiyon sergileyebiliyor muyuz?
Evet, gelin bir de Filistin’e soralım bunların ne anlama geldiğini. Filistinliye soralım zaman denilen mefhumun kıymetini. Sabah ezanı okunurken, fosfor bombalarının ateş topu olup, camilerinin üzerine düşen imama ve cemaate soralım, bunun nasıl bir dehşet olduğunu. Açlığı, susuzluğu, elektriksizliği, ambargoyu, ablukayı, Filistinliye soralım. Ne dersiniz?
Filistin’de çocuk olmak lazım; bomba ve envaı çeşit silahlarla öldürülmüş annesinin cesedi başında yapayalnız ağlamanın ne demek olduğunu..! Bir gece uykunun en derin yerinde iken, ansızın başına düşen top gülleleriyle, enkaz altında sıkışan bedenlere sormak lazım talihsiz ölümün ne anlama geldiğini. Yine enkaz içinden yaralı çıkanlara sormak gerek bedensiz, evsiz, yurtsuz ana ve babasız kalmanın ne demek olduğunu. Üzerlerine yağmur gibi bomba yağanlara, acımasızca üzerlerine tank sürülenlere, işkence edilen taze canlara sorulmalı yaşananların nasıl bir dehşet ve vahşet olduğunu anlamak için.
İlaçsız ve malzemesiz yaralı tedavi etmenin, hastanesiz ve ünitesiz ameliyat yapmanın, kısacası aciz bırakılmanın tarifini Filistin’in doktorlarına sormak gerekmez mi? Kendimizi onların yerine koyarak biraz duygudaşlık, biraz empati yapmak gerekmiyor mu, olup bitenleri ve yaşanmakta olan ıstırapları anlayabilmek için.
Ancak, unutulmamalı ki Peygamberler diyarıdır, Filistin. Kaderi, bir imtihan vesilesidir tüm dünyanın. Filistin için yapılan dualar da onlara zulüm edenler için edilen ahlar da hiç bitmeyecektir.
Gün olup, masum Filistinlinin âhı ve gözyaşları dünyayı kendilerine zindan edenlere yetecektir! Çünkü Filistin’de her doğan çocuk bir Selahattin’dir. Hiçbir zulüm ise sonsuz değildir.
Ölümlü dünyada her şeyin bir sonu vardır elbet. Zulmün de zulme göz yumanların da zulme uğrayanların da bir sonu olacaktır muhakkak. Yani Filistin’e de bahar gelecek, orada da çiçekler açacaktır. Eli taşlı Filistin çocukları, göğsü iman dolu çelik gibi yürek ve bilekleriyle doğacak şafağın habercisidirler. Beklenen şafak süresinin daha fazla uzamaması temennisiyle…
İnsanlığın insanı değerli bilmesine vesile olacak, zulme topyekûn bir karşı duruş cesaretini gösterecek bilinç ve duyarlılıkta olmasını ve hür olmaya sevdalı Allah (cc) davasına inanmış gönüllerin bir arada buluşmasını diliyorum.