HASBİHAL / Adalet Terazinde Helalleşmek
HASBİHAL
Adalet Terazinde Helalleşmek
Hüseyin USTAOĞLU
Bireysel, özel, genel, sosyal ve yönetimsel anlamda Allah-u Zülcelâl’in koymuş olduğu en önemli ölçülerden bir tanesi de adalet değil midir? Zira hayatların dengede kalması, haksızlıkların önlenmesi ve kargaşaların engellenmesi adına; ne kadar da muhtacız onun gerçekleşmesine. Öyle değil mi?
Adalet nedir sorusuna çoğumuz; hakça bir hayat yaşama, adil paylaşım ve herkesin birbirinin hukukuna riayet ettiği düzenin varlığı olarak tarif eder. Adaleti tesis eden kanun ve nizamlar silsilesine de biz hukuk sistemi diyoruz, elbette. İnsanların yasalardan gelen hakları olduğu gibi bizzat kendi varlıklarının, diğer insan ve canlılar ile iletişimlerindeki hukuku da adaletin ana içeriğini oluşturuyor.
O zaman “adil miyiz?” sorusunu da kendimize sormamız kaçınılmazdır. Şayet adaletten söz edeceksek! Bizim, kurum ve kişilerden adalet beklentimiz en yüksek düzeyde olduğuna göre; “Biz başkalarına adil miyiz?” sorgusunda olmak, adalete bakışımızın da ipuçlarını verir.
Devlet yönetimi olarak adil bir sistemin önemi kadar, bireysel adalet de oldukça önemlidir. Zira sosyal yapı insanlardan oluşmaktadır. Birey, sübjektif olarak kendisine adil davranabiliyorsa kendiyle ve çevresiyle de barışıktır…
Elbette adalet çok yönlü tartışılacak bir konudur. Sadece yazılı kaynaklarda karşılığını bulmaz. Toplumun genel geçer kabul ettiği, fiili olarak hayatta uygulanan kural halini almış normlar da adaletin içindedir. Öyleyse bireysel adalet diye sözünü ettiğimiz iç ve dış barışın tesisi için; her türlü diyalogun, eylemin ve fiilin hak ve hukuk çerçevesinde gerçekleştiği bir yapıda olması gerekir. Yazılı, sözlü ya da devlet otoritesi ile tesis edilmesine bakılmaksızın geçerli saydığımız, bireyin kendi vicdanında kabul gören ve hakça benimsenen her şey adalettir.
Adaletin iyi çalışmadığı ya da geç çalıştığı yönetimlerde biz biliyoruz ki, insanlar kendi adaletlerini kendileri tesis etmeye çalışıyorlar. Bu da başka adaletsizliklere yol açıyor. Hayat öyle başıboş değildir.
Herkes Sorumluluğunu Bilmeli
Bir arada yaşama ihtiyacı içinde olan insan, bir arada yaşamak istediği ailesiyle, çevresiyle ve toplumla barışık olmak durumundadır. Ailenin ve toplumun üyesi olmak, kişiye bireysel sorumluluk yükler. Kendi ailesi, eş, dost ve çevresinde insanın sorumluluk alanları vardır. Birisi için hak gibi görünenin diğeri için sorumluluğu olduğu kadar, bu hak ve sorumlulukların tek taraflı görülmesi, pek tabii ki bencillik değil midir? Herkesin herkesten beklentileri olduğu kadar sorumlulukları da olacaktır. Bir hakkın kullanılması, başkalarının hakkını gasp etmemelidir. Size göre de öyle değil mi?
Adalet denilince işin içine; kanaat, vicdan ve içsel boyut da girmektedir hiç şüphesiz. Herkes bu yönüyle kendini eğitmeli, geliştirmeli yakınlarına ve topluma karşı sorumluluk hissetmelidir. Bir kusur olduğunda hep dışa dönük değil, kendisinde de kabahat payı arayabilmelidir.
İlla ki yasalarla sağlanan bir denetim de değildir adalet mekanizması. Hoşgörünün ve insan olma onurunun güvenilir bir şekilde ve yaşam içinde sağlanması için, her birey ortak sorumluluk almalıdır.
İnsanın adalete uygun davranması için ille de yasaların zorlamasına ve emniyet birimlerinin denetimine ihtiyaç bulunmasa gerektir! İç-öz denetimle, vicdani ve akli sorumlulukla bu mükellefiyetler yerine getirilebilmelidir. Bu sorumluluk, aynı zamanda kim olduğumuz, ne olmak istediğimiz ve nereye varmak istediğimizin de karşılığına denk gelir.
İşte her türlü sorumsuz davranış, söz, fiil veya eylem, hakkı çiğnenen insan demektir. Çevresine karşı cürüm ve eziyet demektir. Kendine hak gördüklerini başkalarının hakkına girerek elde eden kişi, zulüm yapan kişidir. Kendini farklı bir yerde görüp, dünyanın merkezi benim diyerek üst perdeden takılan, başkalarını da kendine kul yapmak isteyenin vay haline! Adaletin keskin kılıcı bir gün gelip, zalimlerin de kolunu kanadını kesecektir…
Şayet yasal adaletle karşılık bulmuyorsa eylemler, ya da gecikmişse adaletin gerçekleşmesi, bu defa; ilahi adaletin tecellisini beklemek lazımdır. Çünkü o terazi, en doğruyu tartan ve günü geldiğinde cevabı en güzel verendir. Hem bu dünyada hem de öbür dünyada…
Adalet denilen erdem hayatlarda hâkim olsaydı eğer ne haksızlıktan ne de hukuksuzluktan bahsederdik. Ne kul hakkına girilir ne de helalleşmeye gerek duyulurdu. Her ne kadar “hakkını helal et” temennisiyle gelen istekler hataların kabullenişi olsa da. Kusurluluğa dair bir itiraf niteliği taşısa da. Bağışlanmamış bir kabahatin yorgun savaşçısı olma halinden kurtulma çabasını içerse de. Varsa işin içinde adalete aykırı bir durum, bir haksız fiil, söz ya da olay; kifayet etmeyecektir vicdanların azabını rahatlatmaya. Tâ ki, adalet terazisinde hesaplar görülene kadar…
Adalete uymak demek, onu bize verene, uyulmasını emredene de yakınlık anlamı taşımıyor mu? Adil olmak insanın vazgeçilmez ahlakı olmalı. Bu vasfı kaybedenler hem kendilerine hem de sevdiklerine haksızlık ederler. Gün gelip adalet terazisi kurulduğunda ise herkes hakkını alır. Siz dünyada iken sözle ne kadar helalleşirseniz helalleşin, tıpkı kamu hakkı gibi insan hakkı da İlahi adaletin terazisinden geçer. Tüm haklar yerini ancak o zaman alır. Yoksa “Bana hakkını helal ettin mi? Hakkını helal et,” demekle haklar hesaplaşılmaz.
Dünya hanında her şey yerli yerince değil, bu tespit doğru. İmtihan dünyası olduğu için insanlar zaaflarına yenik düşerek diğer insanların haklarını çiğneyebilmekte. Bulundukları konumun hakkını veremeyenler ise adeta; liyakatin yetersizliği, merhametin sahipsizliği, vefanın bir türlü tatilden dönememesi ve sevgisiz insanların hoşgörüsüzlüğüne dair örnekliği ispat etmekteler. Kıskançlar ve başarıya düşman olanlar, yerli yersiz, tutarlı tutarsız sırf konuşmuş olmak için -kendileri de inanmadıkları halde- insanları basitleştirme çabasına girebilirler. Bunu yaparlarken adaletin terazisi ellerinde olmadığı ve dillerinin de kemiği bulunmadığı için tartı ayarları da tutmayabilir. İnsan olma kalitesinin şirazesinden saptıkları için yalamalıklarını da resmedebilirler. Vicdanları körelmiş olan, hiç ölmeyecekmişçesine fütursuzca hareket eden ve erdemsiz yaşamayı kendilerine hak gören böylesi cahil ve menfaatçilerin vay haline!
Nefsin ve şeytanın oyuncağı olanlar çok rahatlıkla hak çiğneyebilir. Sağduyu ve akl-ı selim yerine menfaatleri galebe çalabilir. Bunların tabi sonucu olarak ise; adalet tesis edilememekte ve zulümler doğmaktadır. Mazlumların ezikliğinden ya da efendiliğinden beslenen bu sapkın psikoloji ve temeli kaymış duruş, patolojik anlamda tedaviye muhtaçtır. Manevi anlamda ise Rabbani bir tasarrufun rehberliğinde ahlaki terbiyeye! Bunlar da olmuyorsa şayet, kısas terazisinde bir helalleşme şarttır. Ama bu dünyada ama öbür dünyada. Kılı kırk yaran bir denklikte olmalı bu helalleşmeler de. Aksi mi dediniz. Allah’a iftira olur. Hâşâ! Bu yüzden hiçbir iyilik de kötülükte karşılıksız kalmaz.
İlahi Adalet Tecelli Edecektir
Bir gün defterler açılır, gizli açık niyetler ortaya saçılır. İlahi adaletin terazisinde tüm hesaplar görülür. Mazlum sabrının karşılığını alır. Zalim de yaptıklarının bedelini öder. Bizim bildiğimiz adalet anlayışı böyledir.
Her iki sıkıntı bir arada, her iki nimette bir arada olmaz dünya hanında. Bu dünyada sıkıntı yaşayan öbür dünyada karşılığını elbette alacaktır. Hardal tanesi kadar fiili olan, bir zulme, bir haksızlığa ve adaletsizliğe sebep olanlar da bunun hesabını vereceklerdir. Dünyanın adaleti yoksa da ahiretin İlahi adaleti var. İyi ki de var öyle değil mi? Hesaplar görülecek, defterler dürülecek, dünyada karşılıksız kalan her haksızlık veya fayda ahirette karşılık bulacak…
Evet, biz “kitabın bir bölümüne inanıp bir bölümünü inkâr edenlerden” olmayacağız inşallah. Zira “Allah azze ve celle yaptıklarımızdan gafil değildir.” Sırf bu yüzden; birebir ilişkilerimizde de adalet terazisini kaçırmayacağız. Bir konuda kendimizi haklı görmek başka bir haksızlığa yol açmayacak.
Adaletsizliğe uğradığımızı sandığımız bir yerde başka bir adaletsizlik yolunu açmayacağız. Aksi halde eleştirdiğiniz şeyden ya da kişilerden farkınız nasıl belirgin olacak? Hem kendi adaletinizi kendiniz sağlamaya kalkışırsanız; düzen bozulur, ayar kaçar ve içinden çıkamayacağız bir çukura düşebilirsiniz. Sizin kendinizce tesis etmeye çalıştığınız adaletiniz, sizi kurtarmaya yetmeyebilir. Hem bu dünyada hem de öbür dünyada bunun sıkıntısını yaşarsınız.
Dikkatli olmalı yani! Yoksa herkes bilir; herkese kötülük yapmasını. Herkes bilir aklını şeytanlıkta kullanmasını. Herkesin nefsi vardır doyurulması gereken. Her nefis doyumsuzdur, verdikçe azan…
Ama İlahi adalete inanmış gönüller, Allah’tan korkanlar, mizan ve terazinin kurulacağını bilenler. Haklı-haksızın ayırt edileceğini ve hakların hesaplaşma ile alınacağına iman edenler… Allah için susup, sabrederler!
Yüce Mevla bizleri bu iman ve ikrar üzere; sabır, metanet ve kendisine tabi olanlardan eylesin. Kimsenin hakkını çiğnetmesin. Kimseye de haysiyetimizi zedeletmesin! Hep alacak hanemizin kabardığı bir yaşamı bizlere hediye etsin. Adaletsizliğe ve haksızlığa uğrasak da hakkımızı meşru dairede savunmayı nasip etsin.
Adaletsiz olsa da dünya; adil ve vicdanlı kalmanız, böylesi güzel insanlarla karşılaşmanızı Cenab-ı Mevla’mızdan niyaz ediyorum.