HASBİHAL / Âdetleşmeyen Oruçlar

  • 12 Mart 2025
  • 29 kez görüntülendi.
HASBİHAL / Âdetleşmeyen Oruçlar
REKLAM ALANI

HASBİHAL
Âdetleşmeyen Oruçlar
Hüseyin USTAOĞLU

İnsana ait davranışların, yapıp ettiklerinin ve niyetlerinin bir karşılığı bulunmaktadır. Zira bizi yaratan nezdinde karşılıksız kalan hiçbir şey yoktur. Niyet düzgünse buradan kazanırız. Eylem düzgünse, ölçüye uygunsa sevap olarak da manevi payımızı alırız. Peki, insan sadece sevap kazanmak için mi ibadet eder? Amacı tek başına sevap kazanmak olan ibadetler, tasavvuf erbabınca ihlasa gölge düşürdüğü şeklinde değerlendirilmektedir. Bu yüzden insan; söz, fiil ve eylemlerini sırf Yaratan’ını razı etmek için yerine getirmelidir. Niyetini aksiyona taşıyarak halisane bir şekilde ibadete dönüştürmelidir. İşte oruç ibadetinde de bu niyeti sahih kılmak için çaba harcamalıyız. Nasıl mı? Orucu şekil olmaktan kurtarmak, ona ruh giydirmek gerekmez mi? Onu sırf açlık olmaktan çıkarmak için birtakım şartları olmalı…
Yüce Mevla’mızın “mükafatını bizzat ben vereceğim” dediği kutsi bir ibadettir oruç. İslam olmanın geçerlilik şartlarından ve ibadet hayatımızın ana sütunlarından birisini oluşturmaktadır. Bedenin disiplin altına alınması, orucun sadece dış şartıdır. Ancak aklın, dilin, kalbin, duygunun ve ruhun da bu güzide ibadetin gereklerine uygun davranması manevi şartını oluşturmaktadır. Şekilcilikten sıyrılarak ruh elbisesini giydiğimizde tefekkürün idraki ile mana boyutuna da yolculuk yapabiliriz. İrade eğitimi, sabır ahlakının kazanılması, belalarla mücadele, nimetin kadrini bilmek, yoksulu ve düşkünü anlamak açısından da şuur düzeyine çıkmış bir oruç ibadeti çok kıymetlidir…
Kişiye ve topluma sağladığı yararları saymakla bitiremeyiz. Ancak en önemlisi düzenli ve disiplinli olmayı öğrettiği gibi insanın kendisini tanımasına da fırsat verir. Yüce Rabbimizin Celle Celalühü rahmet ve bereketinin hediyesidir. Vicdanın sesini derinleştiren ruhumuzun yakaladığı manevi lezzetlerin en önemlilerindendir oruç tutmak. İnsanın sırf beden olmadığını bizzat yaşayıp ispat eder oruç ayı. Ayrıca insan sağlığına katkısı ilmen de sabit olan bu ibadet, sadece ramazan ayına özgü bir ibadet biçimi de değildir. İnsanlık tarihinin ilk atası Hz. Adem’in (Aleyhisselam) ümmetinden bugüne kadar tarihi bir seyri vardır. Ramazan ayının getirdiği huzur, güven ve dayanışmanın ruhlara serinlik vermesi, vicdanlara şefkat ve merhamet armağan etmesi onun ne kadar özel olduğunu da göstermektedir.
İnsan için müslümanlık her an, ibadet ve tâat ise boşluğa düşmeksizin tüm vakitlere münhasırdır. Orucun manevi yönlerinden birisi de derinlemesine bir kuşatıcılıkla müslümanlık ahlakına sunduğu katkılardır. Manevi disiplini, nefs mücadelesini, kalbin kötü niyetlerden, kafanın da zararlı düşüncelerden arındırılmasını sağlamaktadır. Bu kazanımları ramazan sonrasında da sürdürüp bir daha ki oruç mevsimine kadar taşıyabilirsek bütün bir yılı ibadet, güzel ahlak ve manevi istikrar içinde geçirmiş oluruz. Olması gereken de zaten bu değil midir?
Oruçla Ahlak Güzelleşir
Manevi ahlak, günümüzün en fakir kaldığı alandır. Ramazan ve oruç bunu elde etmenin en kestirme yoludur. Rol modelimiz ise; “güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen” Allah’ın sevgilisi, iki cihan güneşi Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemdir. İlim bir yere kadardır. O ilmi Sünnet ahlakına ne kadar uyumlu hale getirebiliyorsak o kadar güzel ahlak sahibi oluruz. Peygamberimizi öğrenmeden, O’nun yaptıklarını yapmadan bu dinin ruhuna inemeyiz. Dini ve dindarı kuru bilgiden uzaklaştırmak, ancak bilgiyi ilme, düşünceyi tefekküre ve yaşantıyı Peygamberi bir ahlaka dönüştürmek ve Efendimizi aleyhisselatu vesselam sevmekle mümkündür. Mantık, felsefe, akıl, madde ve bilim tek başına yeterli gelmeyecektir. Oruç ve diğer ibadetlerle mananın ruhuna ermek ve kulluğun hakikatine ulaşarak Allah-u Zülcelâl’e kurbiyet kazanmak her kulun ödevidir…
Zaten tüm ibadetlerde ruh esas değil midir? Ruh giydirilmemiş bir cesedin hiçbir hükmi değeri olmadığına göre! Orucu sırf şekil olarak tutmak da ruhsuz cesede emsal teşkil eder. Bu yüzden insan, orucunu muhafaza edecek. Açlık, susuzluk ve uykusuzluğa bağlı olarak anatomik ve hormonal değişime katlanacak. Gözüne, sözüne ve gönlüne sahip çıkacak. Duygusallığa önem verecek. Oruç ile açlığın, imkân içinde iken imkânsızlığı yaşayan zor hayat şartlarına tabi olanların halini anlayacak. Diğer yandan acizliğinin farkına vararak Allah-u Teâlâ’ya boyun eğecek ki, orucunu ruha büründürebilsin. Sadece şekil şartlarına uymuş bir ibadet, gelenek olmaktan öteye geçemez. Aslında adetleri ibadet yapabilmenin başka yolu da bulunmamaktadır. Bir ibadet adetleşmişse o kanıksanmıştır. Rutinleşmiştir. Allah-u Zülcelâl’i razı etmek için yapılmayıp, olması gerektiği için yapılan mecburi bir eylem konumuna girmiştir.
Bu yüzden niyette başlatılacak bir aksiyon ile insan, hayatını rutinden çıkarmak üzere bir duruş alacak. Bunu istikrarla da tatbik edecek. Oruçlu halinden gelen manevi zenginlik, yaşantısında hayat bulacak ki, üzerinde güzel ahlak olarak sıfatlaşabilsin. İnsan oruçlu değilken de kendini sorguya çekebilsin. Geldiği yeri hatırlayıp gideceği yere salatü selam gönderebilsin. Gelip geçici olan dünya konaklarında vakit kaybetmemek adına gerçek bir eylemci olabilsin. Oruç, nefsin esaretinden kurtarıp kulluğumuzu hatırlatsın istiyorsak eğer; ona ruh yolculuğu yaptırmak gerekmez mi? Takvalı olma derdi taşıyan her mükellef, rutinleşen düzenin parçası olmak yerine, düzenini kendisi kurmalı. Yaşanmış olanların getirdiği normalleşme ve kanıksamayı bir tarafa bırakarak, statükoculuğu da yadsıyarak normali biraz zorlaması gerektiğini düşünüyorum. İnsanı yığın olmaktan, sürü psikolojisi ile hareket etmekten, rutinlikten ve kanıksamış bir gevşemeden ancak bu yaklaşım kurtarabilir.
Mevcudun devamı olmak, süregeleni devam ettirmek, devraldığını yaşatmak pek tabii ki önemlidir. Ancak genelleşmiş ve içi boşaltılmış bir oruç, ibadet sınıfına girmeye aday olabilir mi hiç? Kişi niyetini, fiillerini ve kendisini sorgulamalı. Tefekkür etmeli, ruhi derinleşmeye yol bulabilmek için. Sadece sevap kazanmak adına değil, tüm getirileri ile birlikte düşünüp, her şeyin üzerinde olana tabi olmak adına temiz bir niyetle oruç tutmalı. Varlık âlemine kapı aralayabilmek için de nefsin enaniyetini oruçla kırmalıdır. Acizliğini ispat ederek yok etmeli ki, var olanlar arasına karışabilsin. Evet, adetleşmiş bir ibadet olmaktan çıkarmak için tüm azalarımızla birlikte oruç tutmalıyız. İçimizi ve dışımızı bütünleştirmeliyiz. Silkelenip kendimize gelmeliyiz. Rutini bozmalı, gönül diyarlarında manevi fırtınalar estirmeliyiz. Esmeli ve estirmeli ki mis kokular gelsin duyumuza. İrkilerek kendimize çeki düzen vermeli. Uyuyorsak uyanmalı, dünyeviliğin zincirini kırmalı ve sıradanlaşmaktan kurtarmalıyız tüm ibadetlerimizi…
İşte bunun fırsatı maneviyat sağanağı olan Ramazan ayı. Ramazan’da sadece oruç tutmakla da yetinmemeliyiz. Yapabildiğimiz kadar başkaca ibadetlere de yönelmeliyiz. Menfaat getirici ameller işlerken, aynı zamanda; günahtan, kötülükten, fitneden, fesattan, nahoş görülmüş her türlü niyet ve davranıştan da uzak durmalıyız. Oruçlarımızın ibadet seviyesine çıkacağı bir ruhsal bütünleşmeye ulaşmalıyız…
Öyle ise; Ramazan’ın önemini tefekkürün şuuru ile kavrayıp, maneviyat sultanlarının rehberliğinde Sünneti Seniyye kapısından ayrılmamayı niyaz ediyorum. Gerçek oruçlulardan olabilmek duası ile hayırlı ramazanlar ve makbul oruçlar diliyorum.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ