HASBİHAL / Aksa’nın Şehitleri
HASBİHAL
Aksa’nın Şehitleri
Hüseyin USTAOĞLU
İsrail tarihi incelendiğinde; dinlerini tahrif etmiş, Peygamberlerine zulmetmiş, İlahî vahye hep isyan etmiş bir kavim olarak görüyoruz. Son asırlarda ise kanlı terör geleneğinin temsilciliğini kimseye bırakmıyor. İsrail’in resmi olarak devletleşme çabasının başladığı andan itibaren Ortadoğu terörden kurtulamamıştır. Siyonist hareket bir asırdan beri kurduğu terörist yapılarla Filistin başta olmak üzere bölgeyi kan gölüne çevirmiştir. Daha sonra bu örgüt liderlerinin hepsi kanlı devlet İsrail’in başbakanı, bakanı ve milletvekili olmuştur. Ne yazık ki terör, İsrail’in kurulmasıyla bitmediği gibi daha da çok kan dökülerek günümüzdeki cinnet seviyesine ulaşmıştır.
Bütün engellemelere, karartma ve yalanlarına rağmen her türlü gölgeleme karşısında yaptıkları zulümleri gizleyemiyorlar. Yahut gizleme gereği hissetmeyecek kadar artık güçlü ve küfürlerinde kendilerini mutmain hissediyorlar. İnsanlığın başına gelen en kötü beladır Siyonist yapı. Hiçbir ayrım gözetmeksizin insan idrakini zorlayan zulümleri, işkence çeşitlilikleri belki de insanlık tarihi boyunca bir daha tekrarlanmayacaktır. Çocuklara, hamilelere, yaşlılara, kadınlara ve sivillere her türlü işkence ve ölüm yöntemi denenmiştir. Destekçileri ve seyircileri de bunlara sessiz kalmıştır.
Yapılanlar karşısında mazlumun çığlığı Arş’a yükselirken tüm dünyanın sessizliği insanlığı büyük bir vebal altında bırakmıştır. Bu zulme çaresiz kalmanın hesabını Allah katında nasıl veririz bilemiyorum.
İsrail devlet terörünün yaptıklarından kamuoyuna yansıyan; zulüm, işkence ve katliamlar, buzdağının sadece görünen kısmıdır. Terörü kutsayan bu lanetli kavim, bir asra yakın zamandan beri bölge insanını doğduğuna pişman etmiştir. İşgal ve işkence sistemli bir şekilde boyutları tahmin edilemeyecek düzeyde her zaman devam etmiş ve halen de etmektedir.
Mazlum bir halkın unutulmuş, itilmiş ve yok edilmek istenmiş hikâyesidir, Filistin. Kimi aç, kimi açıkta, kimi sürgünde, yaralı, hasta çoğu da işkence içinde geçen ömürlerdir, onlarınkisi. Yitik hayatlardır. Vatan savunmasından, dinine sahip çıkmaktan kendi hayatlarını yaşamaya vakitleri olmamıştır… Bunca İsrail vahşeti ve fanatizmi karşısında mazlum halkın kendini savunma refleksi olarak zamanla çeşitli birliktelikler ortaya çıkmıştır.
Destanlar Yazdılar!
Şeyh Ahmed Yasin başta olmak üzere bu hikâyeyi değiştirmek için yaşayan nice mücadeleler verilmiş, nice yiğitler şehitlik mertebesine ermiştir. Filistinli gençlere rol model olan bu dava insanı mücahitler, hakikatin sadece bir hayal değil aynı zamanda bir aksiyon olduğunu öğretmişlerdir. Gözlerindeki cesaret ve sözlerindeki dirençle şehitlik makamına yürürken bıraktıkları miras, bugün halen dimdik ayakta ve özgür Filistin davasının bayrağını dalgalandırmaktadır.
Onların adı bazen Şeyh Ahmet Yasin, Abdulaziz er-Rantisi, Fethi Şikaki, Ebu Ali Mustafa, Salah Şihade, Yahya Ayyaş, Cihad Ahmet Cibril’dir. Bazen Hüseyin Ebu Kweik, Halid Nezzal, Gassan Kanafani, Said Siyam’dır. Bazen de Salih el-Aruri, İsmail Haniye, Usame Tabbaş’dır. Yine Yahya Sinvar, Halil el-Makdah ve Muhammed Deif ’dir. Kimi zaman da isimsiz kahraman oldular. Onlar bu dava için canlarını verirken zamanın taşlarını yerinden oynatarak bir kadim hikâyenin destanını yazdılar. Bombalarla parçalanırken, bedenleri dahi bulunamayan nice kahramandır onlar…
Ancak fikirleri dimdik ayaktadır. Ruhları dünyanın en dik dağlarından bile yüksekte. Onların adı her anıldığında, bir milletin sadece secdeye giderken baş eğeceklerini aksi halde eğilmeyen başlarını hatırlarız. Tüm imkansızlıklara rağmen Filistin davasının, Aksa hareketinin cennete susamış çelikten iradesini tarihin ve nesillerin zihinlerine kazıdılar. Güçlülerin yapamadığını dünyalık imkanlar olarak en zayıf, en zor ve en güçsüz göründükleri zamanda yaptılar. Çünkü iman böyle bir nimetti…
Geçen zamanda HAMAS, bir direniş umudu olarak yapılanmasını güçlendirdi. Eğitimle yol aldı, cihat ile var oldu. İsrail’in korkulu rüyası haline geldi. Bir halkın yokluk içinde var olma çabasının en keskin örneklerinden biri oldu.
Aksa Tufanı gerçekleştiğinde, şehit liderlerinin ektiği tohumların yeşerdiğini gördük. Özgürlük adına, Kudüs ve Mescid-i Aksa adına; canları, malları, çocukları ve aileleri pahasına mücadele eden inanmış bir neslin artık sahada olduğuna şahitlik ettik. Bu defa ellerinde taş yoktu sadece. Hınç vardı, küfre öfke vardı, şehit olma arzusu, en çok da inanç vardı. Çünkü Kudüs, kimsenin unutmaması gereken bir davaydı.
Gerek Kassam Tugaylarının sözcülerinde gerekse davanın öncülerinde kesin bir teslimiyet ve tevekkül vardı. Onlar, üzerlerindeki emanetin de bu davaya sahip çıkmanın da nasıl bir yük olduğunun farkındaydılar. En küçük çocuğundan en üstteki liderine kadar sözleri, metanet ve iman şuuru ile dopdolu, elhamdülillah. Açıklamaları, cümleleri, tepkileri gürleyen bir nehir gibi akarken yüreklerimize su serpiyor. İçlerinde yanan ateşin, acının, çaresizlikte bile çarenin ne demek olduğunu kopan tufanlara rağmen bize gösteriyorlar. Mescid-i Aksa’nın yiğitleri artık bir adamdan daha fazlasıdır. Zulme isyanın, bir çığlığın, bir devrimin dünyada yankılanan en güçlü sesi oldular…
Her yönden cendereye sıkışmış bir halkın son çaresiydi, Aksa Tufanı. Bu çemberi yırtabilmek için ölmek pahasına son bir haykırıştı. Dünyaya mesajını ulaştırmak için son bir silkinme hamlesiydi. Çünkü Gazze ve Filistin her dakika ölüyordu zaten.
On yılların birikmiş öfkesi, zulmün taşırdığı bir bardaktı. Küçücük eller, gökyüzüne olduğu kadar barutun kara dumanına açılıyordu artık. Çocuklar, çocuk olamıyordu. Evler ise mezar taşı gibi yükseliyordu. Bunu da fırsata dönüştürdü kanlı terör devleti. Soykırımcı Siyonistler, Kudüs’ün dar sokaklarını kan kokusuna boğdular. Binaları yerle bir ettiler.
Şanlı Direniş Dünyaya Örnek Oldu
Bombalar susmak bilmiyor. Bir şehir yok ediliyor, bir millet öldürülüyor ve sürgün ediliyor. Her yer enkaz yığını. Geride yüzbinlerce yersiz yurtsuz, şehit ve yanmış bedenler kaldı. Gözleri kurumuş anneler kaldı. Ancak şanlı bir direniş de tüm dünyaya örnek oldu.
Aksa Tufanı ile küfrün kalelerinin ve kanlı terör devletinin maskesi düştü. Bir yandan şehitlerin sayısı arttı ama dünyada vicdan sahibi herkes bu haksızlığa ve soykırıma lanet okudu. İsyan etti. Bu vesile ile öldürülen müslüman kadar da iman eden yeni insan hidayet ile buluştu…
Filistinliler bazen tek tek bazen toptan öldü. Ancak Ayet-i Kerime’nin tanımı ile; “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz bunu hissedemezsiniz.” (Bakara:154) müjdesindeki sonsuzluk rütbesine ulaştılar.
Şeyh Ahmed Yasin’in gözlerini, Filistinli bir çocuğun inançla bakan gözlerinde, okuduğu şiirde ve duada görüyoruz. Sözlerini bir Avrupalının tepkisinde buluyoruz.
Aksa hareketinin duruşunu Amerikan üniversitesindeki bir profesörün kelepçelenen bileğinde, bir sinema sanatçısının setten kovuluşunda, bir futbolcunun kadroya alınmamasında buluyoruz.
Filistin davasına gönül vermiş herkesin sesi artık semada yankılanıyor. Bu kutlu davada şehit düşen her liderin hayatı ve tüm yaşananlar bize birer ibret değil midir?
Peki İslam ülkelerinin liderleri, yöneticileri ve halkları ne yapmaktadır? Hâlâ dünyaya saplanmış durumdan çıkılamıyor.
Kanatları kırılsa da ruhları cennete uçan şehitlerin gölgesine sığınıyoruz. Müslümanların ilk kıblesini lanetlilerin çizmelerine terk ettik.
İsrail’in füzeleri gökyüzünü yararken, biz telefonlarımızı kaydırıyoruz. Çocukların çığlıkları yükselirken, biz diğer haber başlıklarına geçiyoruz. Bombalar düşerken, kahvemizin soğumasından endişe ediyoruz. Sosyal medyada tatil ve yemek görüntüleri paylaşmayı sürdürüyoruz. Televizyon dizilerini kaçırmıyoruz. Film platformlarının dizilerinde karakterlerin trajedilerine üzülürken, gerçek trajedilere sağır mı kalıyoruz yoksa? Bu soykırım ve zulüm karşısında bir çabamız var mı?
Aksa kahramanlarının gösterdiği mücadeleyi takdirle karşılayıp, dualarımıza birkaç kelime eklemekten başka ne yapabildik?
Kendi konforumuzdan sıyrılıp, Mescid-i Aksa’nın minberini düşündük mü hiç?
Kıblegâhımız işgal altında, ama gönlümüz kaç paralık meselelerle meşgul?
Ruhumuz bile dünyanın basit işlerine bağlanmış gibi. Terör devleti sadece Filistin’le mi yetinmektedir. Bir gün sıranın bize de geleceğine dair endişemiz bulunuyor mu acaba?
Sağlam bedenlerimiz, felçli ruhlarımızdan daha mı değerli? Onlar toprağın altında, biz ayaktayız. Onlar ölü, biz diriyiz öyle mi? Oysa bir dava insanı, yaşarken de ölürken de diridir. Ama bir umursamaz, yaşarken de ölürken de ölüdür…
Artık bu mesele sadece Filistin’in meselesi değildir. Bu mesele, sadece bir halkın toprağına duyduğu özlem de değildir. Bu mesele vicdan sahibi tüm dünya insanlığı için; onurun, namusun ve insanca var olmanın meselesidir!
Mescid-i Aksa ise hem dua edilen bir mihrap hem de kanla yazılmış bir tarih kitabıdır artık. Bugün, Kudüs ağlıyor. Mescid-i Aksa, içinde duaların değil çığlıkların yankılandığı bir mabettir.
Gazze’linin haykırışı, duymak isteyen kulaklar için hâlâ bir umuttur. Duymak istemeyenler için de bir gürültü. Rahat koltuklarımızda, rahat cümleler kuruyoruz…
Tepkisiz bir ümmet ve dilsiz şeytan olmaktan yana hiç korkumuz yok mu?