HASBİHAL – Hayır-Şer ve Nefsin İki Hali
HASBIHAL
Hayır-Şer ve Nefsin İki Hali
Şerafettin Karaduman
Hayır ve şer iki meyve. Fakat biri tatlı, biri acı… Acı olan şer olarak gördüğümüz ağaçtan uzaklaş, her şeyi ile ondan uzak ol…Tatlı ağaca yanaş. Onun yetiştiricisi ve hâdimi ol.
Bu iki ağacı iyi tanı. Her ikisini iyi bil. Şer olarak ifade edilen acı meyveli ağaca yanaşma. Ondan yediğin an helak olursun, onun acısı seni helak eder.
O acı şer ağacına karşı daima dikkatli, ölçülü olmalısın. Elinde ölçü olarak Allah’ın emir ve nehiyleri olmalı. Bu ölçüler elinde olmalı ki, hayrı ve şerri seçebilesin. Yoluna böyle devam ettikçe, rahat, huzur ve emniyet içinde olursun.
Şunu iyi bilmek lazım, bütün kötülükler, o acı meyveden yani şerden doğar. Çok kere bilmeden veya ölçüsüzlük yüzünden bir uçuruma düşersin. Ona el atar, hata edersin. Belki bir an için sana lezzet verir. Şehevi arzularını tahrik eder, hoşlanırsın. Fakat yapacağı felaketi takdir edemezsin.
Şer, dimağını bozar, manevi halini berbat eder. Bütün acılığı damarlarına yayılır. Vücudun bütün parçalarını kaplar. Sonra yapacağı felaketler saymakla bitmez ki Allah muhafaza etsin. Bu durumda eğer manevi desteğin yoksa, hiçbir fayda bulamazsın, çünkü, o zehir vücuduna yayılmıştır… Eğer ölçüleri iyi kullanıp tatlı meyveyi yeseydin, (yani hayır yolunu seçseydin) durum böyle olmazdı.
Hal malum…
Esas olan; ikinci bir iş yapman lazım. Çok acil ve zaman kaybına fırsat vermeden tevbe etmeli ve tasavvuf yolunun ahlakı seçilmeli. İyilik timsali olan ağaçtan ve meyveden uzaklaşma. Onu bilmezlikten gelme. Her yerde onu ara ve onunla olmaya bak. Ve daima onunla olmağa alış, hak ölçüleri elden bırakmamağa çabala…
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede:
“Sizi de yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saffat, 96) buyurur. Kulların yaptıkları iş, bizzat İlâhî kudretin eseridir. Yapılan işin ne olacağını Allah haber veriyor:
İşte bu durum, Hâlık ile mahlûk arasındaki farkı gösterir. Allah yaratır, Kul iradesini kullanarak kesbeder. Yani, (çalışıp kazanır.)
Bir başka ayet-i kerimede Rabbimiz:
“Sana gelen her iyilik, Allah’tan (bir ihsanı olarak) gelmekte, her kötülük de (günahlarına karşılık olarak) nefsinden gelmektedir.” (Nisa; 79)
Cennet, Allah’ın sevdiği kullarına bir ihsanıdır, fazlıdır. Oraya bu ihsan ve fazılla girilir. Ayrıca dereceleri, dünyada yapılan iyi amellerle verilir.
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
“Hiç kimse ameli ile cenneti kazanamaz.”
Buna karşılık sahabe:
– Sen de mi ya Rasulallah? diye sorunca, cevaben:
“Evet, ben de; ne var ki Allah beni rahmetine garketmiştir.” buyurdu ve elini başı üzerine koydu. (Buharî, Rikak, 18; Müslim, Münafikîn, 71-73)
Değerli Kardeşim,
Sen, İlâhi emre uyduğun, kötü yollardan korktuğun müddetçe korkma, en doğrulukla Hakk’a teslim ol, şerden korunursun. Hayır ve fazilet seni bulur. Din ve dünya yönünden İlâhi bir muhafaza içinde olursun.
“Siz, Allah’a iman eder, ona şükredersiniz, neden size azap etsin? Allah şükredenleri, iman edenleri bilir.” (Nisa, 147)
Şükreden bir müminin yanında bela ne arar? Çünkü afiyet ona beladan daha yakındır. O insan, her an iyilik görür ve iyiliği artar.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer şükrederseniz nimetimi artırırım…” (İbrahim, 7)
İman nuru büyüktür; bu nur kıyamet günü cehennem ateşini söndürür. Dünya belası cehennem ateşi yanında hiçtir.
Şimdi şunu sormak isterim; o cehennem ateşini söndüren iman nuru dünya belasını nasıl yenmez. Kuvvetli bir iman sahibi olana bela zarar vermez. Manen yükselmeğe namzed olan büyük insanlar, sayılan belalara duçardır; fakat onlar için bu bela değil bir rahmettir.
“Sendeki derdi dert sanma dostum, O derdi kendinde nimet sayanlar var”, diye boşuna söylememişler. İşte bunun için, zahirde bir bela gibi görünen İlahi rahmet sayesinde kalb temiz olur. Hakk’ın tevhidinden başka bir şey kalmaz.
Kalb, yalnız marifet-i İlâhiyenin yeri, ilâhi ilim ve feyzin kaynağıdır. Hakka ermek ve O’na kurbiyetin yolu oradan geçer. Bu kalb tek şey için yaratılmıştır; ikincisi sığmaz. Âyette;
“Allah, iki kalbe sahip bir kişi yaratmamıştır.” (Ahzap; 4) buyurulur.
Bir kalbde iki sevgi yaşayamaz. Yaşadığını söyleyenler yanılırlar. İlâhi sevginin girdiği yerde başkalarının işi kalmaz. Başkasının sözü geçtiği yerde ise ilâhi feyz olmaz.
Kalbinizden kötülükleri atın, göreceksin, İlâhi feyz her yanınızı sarmaya başlayacak ve maneviyatınızın güçlenmeye başladığını hissedeceksiniz. Bir insanın kalbindeki sevgi, şeytan, nefis ve şahsi arzular olunca o insandan iyilik adına hiçbir hareket çıkmaz. Her hareketi isyan, boş ve lüzumsuz şeyler olur. Çünkü onun efendisi nefs ve şeytan olmuştur. Allah korusun bu hal ise helak olmayı getirir. Ama kalbinde İlâhi sevgi yer tutunca o zaman göreceksin ki, her kötülük kendiliğinden yok olur.
Zaten kalb yalnız İlâhi tevhid ve ilâhi marifet için yaratılmıştır. Kalb, içinde Allah sevgisi yaşadıkça kalb’dir. Bu durumda da “İlahi ente maksudi” gelir.
Nefsin İki Hali
Nefsin iki hali vardır. Üçüncüsü yoktur. Biri bela diğeri afiyet.
İnsanlar, başlarına bir bela geldiği zaman bağırır, çağırır, Allah’ı şikayet eder. Allah’a darılır. Her şeye itiraz eder. Hakk’ı töhmet altına almak ister. Ne sabır bilir, ne de bir nasihatçıya uyar. Uygunsuz hareket yolu bulur, öylece gider.
Afiyet haline gelince; ondan daha iyisi yoktur, güler, oynar sevinir. Zaman kaybetmeden şehvet yollarına koşar. Hiçbiriyle yetinmez. Biri eskiyicince yenisini aramaya koyulur. Yemek beğenmez. İçkilerin her çeşidini, sofrada bulundurur. Evinde hanımını da hemen savar, onun da yenisini arar. Evini beğenmez, iyisini arar. Binek işi de çok önemlidir. Daima günün en iyisini ister. Elinde olan her şeye bir ayıp bulur, hemen yenisini tedarik etmeye koyulur. Böylece bütün rahatını kendi eliyle kaçırır. Bilmez ki, her şey kendisi için değildir. Buna akıl erdiremeden iyi şeylerin peşine düşer.
İşte bu haller insanı yorar. Elde mevcut şeylere razı olmamak, insanı her çeşit güçlüğe sürükler. Sonu gelmeyen eziyet, içinden çıkılması mümkün olmayan felaketler bundan sonra başlar. Dünyalığı var, rahat etmesi gerekirken, eliyle keyfini kaçırır.
Bundan sonra öbür alemin işi başlar. Ölür, sorguya çekilir, hesap veremez. Çünkü düzenli hiçbir iş tutmamıştır.
Eğer bu insan beladan kurtulduğu zaman, derhal ibadet ve taat yolunu tutmuş olsaydı, bu kötü hale düşmezdi. Elinde bulunanla yetinip gayrısını bulmak için onları bir yana itmemiş bulunsaydı, ömrü rahat içinde geçerdi. Dünyası hoş olurdu, Ahireti ise onun çok üstünde rahatlık verirdi. Dünya ve ahiret selameti isteyen sabırlı olmalıdır, elinde bulunanla yetinmeyi adet eden rahattır.
Bazıları şöyle der; “Öbür alemin ve buranın en çok cefasını çekenler, kendilerine ait olmayanı isteyenlerdir. Ve yapamayacakları işin peşinden koşanlardır.”
Daima Allah vergisine şükür edenin nimeti artar. İnsan fani varlıklara dayanmamalı. Onların elindekini unutmalı ve Hakk’a ihtiyacı için dua etmelidir. Ve Allah’ın emri üzerine çalışarak her şeyini kazanmalıdır. İşte böylece eğer darda ise dua ederek kurtuluşunu, O’ndan beklemelidir. İnsanların kurtarması ne kadar sürer, birinden ne kadar iyilik görülürse görülsün, devamı beklenemez. Bir zaman gelir her iki taraf da bundan usanır. İyilik eden vermekten, kabul eden de mihnet altında kalmaktan bıkar.
Ama Allah-u Zülcelâl böyle mi? O, usanmaz, daima iyilik eder. Kafir kullarının dahi rızkını kesmez. Allah’ın verdiğini iyiye kullanmak şarttır.
Her şeyin iyi tarafını görmek en iyisidir. Yoksullukta güzellik olabilir. Bazı zahmetli işlerin sonunda iyi olmaları muhtemel. Bazı hastalıklarda şifa vardır.
Şunu da unutmamak iyi olur ki, Allah’ın emri kesindir, başka şeylere benzemez. Onun içindir ki bu yolda çok dikkat gerek. Onun her iradesi mutlak yerine gelir. İtiraz etmekle hikmet değişmez, emri geri alınmaz.
“O, her neye ol… Demeyi murad ederse… O olur…” Hakkın her işi hikmettir. Her emrinde fayda vardır. Şu da var ki; Allah, hiçbir zaman insanların zararını istemez. İbadet sadece kulluk etmektir.
Sonuç Olarak:
İbn-i Abbas şöyle diyor:
“Bir gün Resûlullah’ın bineğinin arkasında iken Resûlullah aleyhisselatu vesselam: “Ey delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteyim. Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat et ki, Allah da seni korusun. Allah’ı hiç unutma ki, O’nu her an yanında bulasın. Bir şey isteyeceğin zaman Allah’tan iste. Birinden yardım isteyeceksen Allah’tan yardım iste. Şunu iyi bil ki, bütün insanlar bir hususta sana yardımcı olmak için bir araya toplansalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği kadarıyla sana yardımcı olabilirler. Eğer bütün insanlar sana zarar vermek için bir araya gelseler, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği kadar sana zarar verebilirler. Kalemin kadere dair yazdıkları bitmiş ve yazılan sayfalar kurumuştur.” (Tirmizî, Kıyâme, 59; Ahmed b. Hanbel, I, 293, 303, 307)
Eğer kendinde kuvvet görüyorsan, iyilik yap ve doğru çalış. Kötülüğe meylin varsa sabırlı olmağa çalış. Yapmamağa gayret et. Hayrın çoğu sabırdadır. Şunu da bil ki, yardım sabırlılara olur. Darda kalmışlar genişliğe çıkarlar. Her sıkıntının sonunda bir ferahlık vardır.
İşte, her mümine lazım olan odur ki: Bu Hadis-i Şerifi kalbinde bir ayna gibi saklaya, işini gücünü buna göre ayarlıya ve böylece çalışa. İşte son nefesine kadar böyle gider… Allah’ın rahmet ve inayeti sayesinde dünya ve ahirette böylece güçlüklerden sâlim ola. Selam ve dua ile…