HASBİHAL / Şükretmek Nimeti Ziyadeleştirir
HASBİHAL
Şükretmek Nimeti Ziyadeleştirir
Şerafettin Karaduman
Hz. Aişe radıyallahu anhâ validemiz anlatıyor:
Rasûlullah aleyhisselatu vesselam geceleyin ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. O’na dedim ki:
“Ey Allah’ın Rasulü, Allah-u Teâlâ senin geçmiş ve gelecek bütün hatalarını bağışladığını müjdelediği halde niye böyle kendini yoruyorsun?”
Buyurdu ki:
“Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buhârî, Tefsiru Sure 48; Müslim, Münafikûn 81)
Rabbimiz bizlere hayatımızı dosdoğru yaşayalım, ahirette mükafata ve derecelere nail olalım diye hem ayetlerini beyan buyurmuş hem de onları hayata tatbik edecek Resullerini göndermiştir.
Resuller dünya hayatında Allah’ın indirdiği ayetler doğrultusunda nasıl yaşamalı ve nasıl davranmalıyız diye örnek alınacak insanlardır. Müslüman olarak bizlerin de örnek alması ve O’nun yaşayışına benzer bir hayat sürmemiz için bizlere Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’i göndermiştir. Şimdi, kaçımız yaşadığımız bu hayatta Resulün hayatını örnek alıyoruz?
Örneğin şükür hususunda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hayatından hangi örnekleri aldık? Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hayatında dil ile şükrün, kalp ile şükrün, azalar ile şükrün örnekleri nelerdir? Bu örnekleri sayfalarca çoğaltabiliriz. Anlamalıyız ki: Allah’ın indirdiği hidayeti hayatına tatbik etmiş en güzel örnek olan Resul aleyhisselatu vesselam’ın hayatını incelediğimiz zaman tek tek hepsinin cevabını bulabiliriz.
Öyleyse ilim için canlı bir cevap Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselam diyebiliriz. Çünkü O: “Huluku-l Kur’an” hayatını yaşamıştır. Kur’an dışı konuşmamış ve harekette bulunmamıştır. Bizler her şeyden evvel O’nun hayatını araştırıp yol almalıyız.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Şükreder ve inanırsanız Allah sizi niye azaba uğratsın?” (Nisa 147)
Demek ki iman ile şükür birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bir kişi iman ediyorsa bütün nimetleri Allah’tan bilir. Bu kalbin şükrüdür. Bunu diliyle ifade ederek, “Elhamdülillah,” deyince dili de şükretmiş olur. Eğer Allah’ın nimetlerini Allah’ın rızasına uygun şekilde sarfederse bu da bütün azaların şükrü olur. Öyleyse din şükürden ibarettir.
Kim ömrünü Allah’a şükür üzere geçirirse o Allah’ın azabından kurtulmuş ve mükafata nail olmuş oluyor. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Şükredenlere muhakkak mükâfatını vereceğiz.” (Âl-i İmran 145)
En Büyük Nimet; İman Nimeti
Allah-u Zülcelâl Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız.” (Nahl; 18) buyuruyor. Dünyada sadece yiyip içtiğimiz şeyler değil faydalandığımız her şey nimettir. En büyük nimet ise Allah’ın iman nasip etmesidir.
Allah’ın bütün emirlerine itaat eden ve bütün yasaklarından kaçınan kimse Allah’ın hidayet nimetine şükretmiş olur. Allah-u Zülcelâl de ona dünyada temiz bir hayat ahirette de ebedi cenneti vermekle nimetini artırmış olur. Çünkü şükredene nimetler artırılır.
Şükür, her türlü nimeti Allah’ın rızasına uygun kullanmak ve Allah’a kulluk yolunda faydalanmaktır. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede:
“Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından yiyin, Allah’a şükredin, eğer gerçekten ona kulluk ediyorsanız…” (Bakara 172) buyurur.
Rızkını helalden kazanıp israf etmeden yerli yerince harcayan ve nimeti Allah’tan bilen bir kimse şükretmiş olur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Allah-u Teâlâ, kulunun bir şey yedikten, bir şey içtikten sonra hamd etmesinden hoşnut olur.” buyuruyor. (Müslim, Zikir, 89)
Şükrün kendisi bir ibadet olduğu gibi, mübahları sevaba çeviren bir kulluk edebidir. Mesela yemek, içmek ve ihtiyaçları gidermek, helalden olduğu müddetçe mübahtır. Yani sevabı veya günahı olmayan işlerdendir. Fakat nimetlerden istifade ederken nimeti vereni düşünüp şükredince bu ibadet olarak yazılır. Mesela yemeye, içmeye besmele ile başlayıp sonunda da hamd eden kişi bu şekilde sevap kazanmış olur. Hem midesinin gıda ihtiyacını gidermiş hem de manevi olarak kalbini gıdalandırmış olur. Bu sebeple şükür çok bereketli bir ibadettir.
Şükür Kıymetini Bilmekle Olur
İyilik gördüğümüz zaman o iyiliği yapanlara teşekkür etmek bir nezakettir. Ama bunu yaparken Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazanmayı niyet eden kişi aynı zamanda ibadet gibi sevap kazanmış olur.
Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam, “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmiş olmaz.” (Tirmizî, Birr ve Sıla 35) buyurmuştur. Öyleyse iyilik gördüğümüz kişilere teşekkür ederken bundan Allah-u Zülcelâl’in razı olduğunu da düşünmek gerekir.
İyilik gördüğümüz kişilerin başında, bize Hak dini tebliğ etmek için hayatı boyunca nice fedakarlıklar yapmış olan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem gelir. Onun iyiliği en büyük iyiliktir. Çünkü başka insanlar bize dünyada menfaati olan iyilikler yaparken Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam bizim ebedi saadetimiz için gayret göstermiştir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden sonra ashab-ı kiram ve ondan sonraki devirlerde gelen Rabbani alimler ve Allah dostları da bize en büyük iyiliği dokunan kişilerdir. Bu sebeple onların da kıymetini bilmek ve teşekkür etmek gerekir.
Bizi müslüman bir evlat olarak yetiştiren annemiz, babamız, hocalarımız gibi üstümüzde hak sahibi olanlara da teşekkürü bir borç bilmeliyiz. Kimden iyilik gördüysek onun hakkını unutmamalı, teşekkür etmeliyiz.
Allah Resulü aleyhisselatu vesselama teşekkür etmek, ona salat-u selam getirmekle, sünnetlerine uymakla, ona muhabbet beslemekle olur. O’ndan sonra bu dinin bize ulaşmasına vesile olmuş sadatlara da aynı şekilde dua eder, ruhlarına Fatihalar okur ve muhabbet ederiz. Onların yolundan giderek, nasihatlerini dinleyerek kıymetlerini biliriz. Bunlar da onlara karşı teşekkürümüzdür.
Anne babalarımıza karşı sağ iken her türlü vazifelerimizi yapmak ve gönüllerini hoş tutmak evlatlık vazifemizdir. Öldükten sonra da dua etmek onlara karşı şükran borcumuzdur.
Müminler, iyilik gördüğü bütün insanlara teşekkür eder. İnsanlarla güzel geçinir, güzel ahlak ile muamele eder. Bu da Allah’a şükürdür ve Allah’ın razı olduğu bir davranıştır.
Nakşibendî yolu da Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin öğrettiği hem zâhir hem de bâtıni edeplere sımsıkı sarılma yoludur.
Arifler, “Önce usûl, sonra vusûl” demişlerdir. Yani, maksadına ulaşmak isteyen kimse, önce o işin usulüne göre yola çıkarsa, hedefine varır, yoksa yolda kalır.
İnsan şükretsin diye Rabbimiz Rahman süresinde ayet 3-4’de “İnsanı yarattı ve ona beyanı (söz söylemeyi) öğretti.” Bakın şükredebilmek için Rabbimiz dil cevherini yarattı. Ne büyük bir nimet. Demek ki: söz söylerken, cevaplarken, sorgularken hep ama hep “İlâhî Ente Maksûdî”yi düşünerek konuşmalıyız.
Mümin şükrü bütün azalarında yaşamalı. En çok da kalbinde ve niyetlerinde şükrü hayata geçirmelidir. Kulluk yolunda yaptığı her fedakarlığı şükür niyetiyle yaparsa o fedakârlıklar ona ağır gelmeyecektir. Şükründe ihlaslı ve samimi olduğu zaman her şeyi “İnsanlar görsün bilsin” diye değil, sadece ve sadece Allah bilsin diye yaptığı zaman son nefese kadar istikametini koruyacaktır. Yeter ki derdi yalnızca “İlâhî Ente Maksûdî” olsun.
Kanaat ve Sadaka da Şükürdür
Hamd ve şükür, dilde hafif, mizanda ağır olan bir ameldir. Ama ne yazık ki çoğu insan Allah’ın nimetlerine şükretmez.
Şeytan insanları saptırmak için onlara daima şükretmeyi unutturur ve en küçük bir şeyden şikâyet etmeye sevk eder. Binlerce nimet içindeyken şükretmek aklına gelmez de bir tane derdi olunca hep ondan şikâyet eder durur.
Şeytan Hz. Âdem aleyhisselama secde etmeyip İlahî huzurdan kovulduktan sonra insanların yoluna oturup onları doğru yoldan uzaklaştıracağına yemin ettiği zaman: “Onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.” (Araf 17) demiştir. İnsanoğlunu en çok şükürsüzlük tuzağıyla cehenneme sürükleyeceğini bildirmiştir.
Şeytanı hayal kırıklığına uğratmanın yolu çok şükredenlerden olmaktır. Bunun için insan her gün üzerindeki nimetleri tefekkür edip dilini ve kalbini şükretmeye alıştırmalıdır. Aklına şikâyet etmek geldiği vakit hemen nimetleri düşünüp şikâyet etmekten haya etmelidir.
Şükredebilmek için kanaatkâr olmak gerekir. Efendimiz aleyhisselatu vesselam: “Kanaat sahibi ol ki, insanların en şükredeni olasın.” (İbn Mâce, Zühd 24) buyuruyor.
Kanaat, eldeki ile yetinmek, ihtiyaç dışındakilere göz dikmemek ve kararını bilmektir. Az mala sahipken korkmamak ve çok mala sahipken şımarmamaktır. Kanaatin zıddı tamahkârlık ve doyumsuzluktur.
Her türlü nimet hususunda kanaatkâr olmalıdır. Allah’ın nasip ettiğine rıza gösteren o nasip ettiği şeyin hayrını bereketini görür. Rıza göstermeyen ise onun hayrından ve bereketinden mahrum kalır.
Allah’ın nasip ettiği nimetlerden sadaka vermek de bir şükür şeklidir. Her nimetten sadaka verilebilir. Sadece mal değil, ilim, nasihat, güzel söz ve hizmetler de sadakadır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“İnsanların, her gün güneş yeniden doğduğunda vücutlarındaki eklem sayısınca sadaka vermeleri gerekmektedir. Dargın olan iki kişinin arasını düzeltmek sadakadır. Bir insanın eşyasını aracına yüklemesine yardım etmek de sadakadır. Güzel ve hoş bir söz de sadakadır. Namaza giden bir kimsenin attığı her adım bir sadakadır. Yol üzerinde insanlara eziyet veren bir engeli kaldırmak sadakadır.” (Buhârî, Cihâd ve’s-Siyer 2767).
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Yarım hurma da olsa sadaka vererek cehennem ateşinden korunun. Şayet onu da bulamazsanız biliniz ki, güzel söz de bir sadakadır” buyurmaktadır. (Buhari, Edeb 34)
Allah-u Zülcelâl bizleri şükür ehli kullarından eylesin. Âmin.