Hesap Gününü Tefekkür Edelim
İRFAN SOHBETİ
Seyda Feyzullah Konyevi -ks-
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizî, Kıyamet 1) buyuruyor.
Bir ömür nerede harcandı? Nerede harcandıysa hepsi tek tek sorulacak. Tek tek soruluyorsa zaten o kişinin hesabı zor olur, Allah korusun.
Malını nerede harcadığından; bir şeyi bilmişse bu bilgiyi nerede kullandığından sorulur. Öyle ya, bir Müslüman düşünün çok iyi bir bilgiye sahiptir, ama gidip o bilgiyi kafirlerin menfaatine sunuyorsa bundan sorulacak. Bir müslüman kendi bilgisini dahi müminlerin menfaatine kullanmalıdır. Allah azze ve celle’nin yolunda kullanmalıdır.
Kıyamet gününde onun amel defterine nasıl yazılmasını istiyorsa bu bilgisini onun için kullanmalıdır. Eğer öyle kullanmazsa amel defterinde kara bir sayfa, kara bir leke olarak kalır, Allah korusun, neûzubillah.
Ve malını nerede harcadığından sorulacak. O kadar mal kazandı. Kazanabilir. Ama Allah yolunda harcamışsa o mal onun için bir lütuftur. Allah yolunda kullanmamışsa neûzubillah, o mal onun için bir musibet olmuştur.
Sorgusuz sualsiz bir şekilde, hesapsız bir şekilde kurtulanlar da vardır. Bir de hesabı çok zor ve çetin geçenler vardır. Bunlar kendileri de kendilerini tanırlar. Allah azze ve celle onlardan önce de onları tanır.
Kurtulanların kitapları sağ ellerinden verilir. Kurtulamayanların ceza fermanı ise onların sol elinden verilir, neûzubillah. Allah azze ve celle hepimizi kitabı sağ elinden verilenlerden eylesin.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“Kimin kitabı sağ eline verilirse o kimse sevinçle bağırarak ey insanlar alın kitabımı okuyun, ben bu hesabı bekliyordum,” der. (Hakka, 19-20)
İnsan orada kendi akıbetini biliyor aslında; az çok biliyor. Hayatı boyunca salih amelle meşgul olmuş, Allah yolunda sürekli gayret etmiş, samimidir, ihlaslıdır, sıddıktır, sadıktır, Allah yolunda dürüsttür. Bu insan zaten orada yine Allah azze ve celle’nin onun kalbine koyduğu ilhamla kurtulacağını ve cennete gireceğini bilecektir. Bu kimse artık yüksek bir cennette safalı bir hayat içindedir.
Kimin kitabı da sol eline verilirse o kimse kederle; “Ah keşke bu kitap verilmeseydi ve ben hesabımın sonucunu öğrenmeseydim. Keşke bir kere ölmüşken bir daha dirilmeseydim,” diyecek. “Ne malım ne de saltanatım bir işe yaramadı,”diyecek.
Dünyada Her Şey İmtihan İçindir
Ne kadar malı olursa olsun ne kadar saltanatı büyük olursa olsun bu dünyada hiç kimse kalmadı, kalmayacak da.
Mal insanın huzurunu etkileyen bir faktör, bir unsur değildir. Saltanatının büyük oluşu onun için yine bir imtihandır. Geçenlerde de söylemiştik evinin önünde en lüks bir araba olsa bir teneke parçasıdır. O kişinin neyini mutlu edebilir? Sadece biraz hevesini gidermiş olabilir, o kadar…
Diyelim ki saltanatı vardır. Bu saltanatı ne uğurda kullandığı önemlidir. Hz. Süleyman aleyhisselam Belkıs’ın tahtı onun önüne geldiği zaman dedi ki: “Bu benim Rabbimin fadl-u keremidir, ben şükrediyor muyum diye beni sınıyor,” dedi. (Neml, 40)
“Ben şükredecek miyim, diye Allah azze ve celle bu nimetleri veriyor,” diyor. İşte her nimet, her saltanat birer imtihandır. İnsanoğlu onu yerinde hakkıyla kullanabilecek mi, kullanamayacak mı? Kıyamet gününde onun lehinde mi sonuçlanacak yoksa aleyhinde mi?
Evet yani her mal nimet değildir. Bazı nimet gibi görünen mallar vardır ki musibettir, Allah korusun. İnsanı Allah-u Zülcelal’e yaklaştırıyorsa nimettir. İnsanı Allah-u Zülcelâl’den uzaklaştırıyorsa o bir musibettir, beladır, imtihandır onun için neûzubillah.
İnsanoğlu eğer bu dünyada onun malı, mülkü, Allah azze ve celle’nin ona lütfettiği bütün rızıkları onu zikirden, namazdan, oruçtan, zekâttan alıkoymuyorsa o kişinin amelleri sağlamdır, Allah’ın izniyle. Allah azze ve celle bu kişiye rahmetiyle muamele edecektir, inşallah. Ama eğer bu dünyada bunlara riayet etmezse, eğer bu dünyada Allah azze ve celle’nin gazabını celb edecek şeyler yaparsa neûzubillah, onun ameli de çok zayıf kalır, çok çürük kalır, Allah korusun.
Hz. Ayşe validemiz anlatıyor;
Sahabeden biri Allah Rasûlü’nün huzuruna gelip:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Benim hizmetçilerim var. Durmadan yalan söylüyor, ihanet ediyor ve baş kaldırıyorlar. Ben de onları azarlıyor ve dövüyorum. Benim hâlim ne olacak?!” dedi.
Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“–Onların yaptığı hıyanet, isyan ve yalanlar ile senin verdiğin cezalar hesaplanacak. Eğer senin verdiğin cezalar onların suçuna eşit olursa senin lehine ya da aleyhine bir şey yoktur. Eğer senin verdiğin cezalar, onların suçundan az ise, bu senin lehine bir fazilet olacaktır. Şayet verdiğin cezalar, onların suçunu aşarsa o fazlalığı ödemek zorunda kalacaksın. Bu senden kısas yoluyla alınacaktır.”
Adam bir kenara çekilerek hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bunun üzerine Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“–Allah Teâlâ’nın; “Biz, kıyamet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahî olsa, onu (adâlet terâzisine) getiririz. Hesap gören olarak Biz yeteriz.” (Enbiyâ, 47) kavl-i celîlini okumuyor musun?”
Adam bunun üzerine şöyle dedi:
“–Vallahi yâ Rasûlallah hem kendim hem de onlar için birbirimizden ayrılmaktan daha hayırlı bir yol kalmadı. Şâhid olunuz, onların hepsini âzâd ediyorum.” (Tirmizî, Tefsîr, 21/3165)
Hizmetçilerinden maksat köleleri var tabi, o zamanlar öyle. İnsan bunu kendi hayatına kıyaslayabilir. Kendi hayatında buna benzer olaylar yaşıyor mu, yaşamıyor mu diye bir ibret vesikasına dönüştürebilir. İnsanın elinin altında çalışan herkes, insanın sorumluluğundadır.
Yarın mahşer gününde onlarla davacı olmamak için bu hadis insana büyük bir derstir. Ve bu yolda bir işaret levhasıdır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Bunların hepsi tek tek hesap edilir, tartıya konulur,” diyor.
Eğer sen onları layık olduklarından daha az cezalandırırsan, senin fazla sevabın olur. O layıklığı şimdi nasıl ölçeceğiz, bilmiyoruz. Merhametli bir şekilde davranmak lazım demek ki eğer yöneticilik yapacaksa da.
“Eğer onları hak ettikleri kadar cezalandırırsan senin için sevap da ceza da olmaz. Ama eğer onları hatalarından daha fazlası ile cezalandırırsan onların sende kalan fazla hakları alınır ve artık ya sevabın onlara verilecektir ya onların günahı sana eklenecektir.” Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem böyle buyurunca adam ağlamaya başladı. Dedi ki; “Ya Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sen şahitsin benim bunları azad etmekten başka bir çarem yok. Onları azad ediyorum.”
Adam biliyor ki kendisini kontrol edemeyecek. Demek ki sürekli onlara sinirleniyor, bağırıp çağırıyor, dövüyor. Demek ki onlara haksızlık etmekten korkuyor. Allah azze ve celle hepimizi haksızlık yapmaktan ve haksızlığa uğramaktan muhafaza eylesin. Allah-u Zülcelâl bizi ne zalimlerden eylesin ne mazlumlardan eylesin.
Ana Baba Evladından Kaçacak
Evet kıyamet gününde bu hakların hepsi sahiplerine iade edilecek. Öyle ki ana baba evladından kaçacak. Evlat anne babasından kaçacak. İkrime radıyallahu anh buyuruyor:
“Kıyamet gününde ana baba evladını yakalayacak, kendisine:
“Yavrum, ben dünyada senin anan babandım. Şimdi görmüş olduğun sıkıntılı durumu atlatabilmek için biraz sevaba ihtiyacım var. Bana biraz sevap vermez misin?” diyecek. Evladı diyecek ki:
“Ben de şu anda sizin durumunuzdayım. Ben de aynı korkuyla şu anda bekliyorum, hesabımın ne olacağını bilmiyorum, veremem.”
Koca kendi hanımına diyecek:
“Ben dünyada senin eşindim, biraz sevaba ihtiyacım var, bana biraz sevap ver.” O da;
“Ben de aynı akıbetten korkuyorum, veremem,” diyecek.
Ama Allah azze ve celle müminler arasında sevgi, muhabbet bağlarını muhafaza edecek. Bu dünyada nasıl ki biz şu anda bir araya geliyoruz, inşallah o zaman da yine birbirimizi tanıyacağız. Bu dünyada birbirimizi Allah için seversek öbür dünyada Allah için birbirini sevenler, birbirinden istifade edecekler, birbirlerine sevaplarını verecekler. Allah azze ve celle hepimizin kalbine kendi rızası için birbirimizi sevmeyi koysun.
Birbirimizi Allah için seversek, sevaplarınızı birbirinize verdiğiniz zaman ne olacak, biliyor musun? Allah azze ve celle herkesi aynı anda görüyor, her şeye aynı anda hükmediyor. Şu anda nasıl ki biz buradayız, dünyanın her yerinde olan her şey Allah azze ve celle’nin izniyledir. Ondan habersiz bir şey olmaz. Bir yaprak dahi Allah’ın izni olmadan ve O’nun bilgisinin dışında yere düşmez. Bütün dünyadaki ağaçları düşünün, o ağaçların her birindeki yaprakların hepsi, O’nun bilgisi dahilinde hareket eder.
Mahşer günü de bir mümin diğer mümin kardeşine bir sevabını verdi ya, Allah-u Zülcelâl onlara nasıl muamele edecek biliyor musunuz?
İki mümin karşılaşıyorlar, biri diyor ki:
“Benim sevabım kurtulmaya yetmiyor, bir tane sevabım eksik.” Öbürü de diyor ki:
“Benim de zaten günahlarım çok ben zaten cehenneme gideceğim,” diyor. “Benim sevaplarım azdır nasıl olsa kurtulamayacağım, hiç olmazsa sen kurtul. İkimiz cehenneme gideceğimize birimiz gidelim. Sen cennete git.”
O sevabından bir tanesini verince o diğer mümin kardeşinin sevabı artmış oluyor ve cenneti hak ediyor. Allah azze ve celle bunları görüyor:
“Ey kullarım ne yapıyorsunuz?”
Ne yaptıklarını biliyor ama onlara söyletmek için, rahmetini göstermek için. Onlar da olayı ve niyetlerini aynen, olduğu gibi Allah azze ve celle’ye söylüyorlar. Allah-u Zülcelâl de diyor ki:
“Ey kullarım, Ben sizden daha çok merhametliyim ve Ben sizden daha cömerdim. İkiniz de girin cennetime.”
Allah azze ve celle hepimizi cennetine girenlerden eylesin. Bize bu dünyada nefsimizi hesaba çekmeyi nasip eylesin. Kıyamette tartmaya gitmeden, bu dünyada hesabımızı tartmamızı, ona göre amel etmemizi, oraya hazırlıklı olmamızı nasip etsin. Orada da bize rahmetiyle muamele etsin.
Bizi bu dünyada kardeş olarak birbirini seven müminler kılsın. Allah için birbirini seven müminler kılsın. Yine Allah için her zaman yürüyenlerden O’nun davasını güdenlerden eylesin. Bizi nefsimize teslim etmesin. Her zaman razı olacağı şekilde ameli salihler nasip etsin.