HİKMET PINARI / Ayet-i Kerimelerle Yahudilerin İhaneti
HİKMET PINARI
Ayet-i Kerimelerle Yahudilerin İhaneti
Gülistan Dergisi Araştırma
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.” (Al-i İmran, 112)
Kur’ân-ı Kerim’i okuduğumuz zaman görürüz ki pek çok ayet-i kerime İsrailoğulları hakkında nazil olmuştur. Denilebilir ki, hiçbir kavim hakkında yahudiler hakkında olduğu kadar çok ayet-i kerime indirilmemiştir. Bu ayet-i kerimelerin birçoğu da Yahudilerin geçmişteki, Asr-ı Saadetteki ve gelecekteki fitnelerini haber vererek onlar hakkında Müslümanları ikaz eder.
Ayet-i kerimede haber verildiği gibi yahudilerin yurtları istilaya uğramış ve yurtlarından sürgün edilmişlerdi. Bu sürgünlerden ilki, Babil Kralı Buhtünnasr’ın M.Ö. 587’de Kudüs’ü işgal edip halkını Babil’e götürmesi, ikincisi de M.S. 70 yılında Suriye Rum Kayserlerinden Titus’un Kudüs’e saldırmasıydı. Müslümanlar Kudüs ve civarını fethettiği zaman orada bir yahudi devleti bulunmuyordu. 2000 seneden uzun bir zamandan beri yahudiler gettolarda, aşağılanarak yaşıyorlardı.
Halbuki onlar Hz. İbrahim aleyhisselam’ın oğullarından Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakub aleyhimesselam’ın neslinden gelen bir kavimdi. Kendilerine Tevrat, Zebur ve İncil indirilmiş Hz. Musa, Hz. İsa aleyhisselam başta olmak üzere pek çok Peygamberler gönderilmişti. Ama onların arasındaki azgınlar, işlerine gelmeyen bir hüküm geldiği zaman kabul etmezlerdi.
“Andolsun ki biz İsrâiloğullarından sağlam söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Her ne zaman onlara hoşlarına gitmeyen hükümlerle bir peygamber gelmişse; bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.” (Mâide: 70)
Allah-u Zülcelâl İsrail oğullarından misak yani söz almıştı. Allah’ın peygamberlerine iman edip destekledikleri sürece Allah-u Zülcelâl de onlara verdiği nimetleri artırarak devam ettirecekti. Ama onlar sözlerini bozdular. Artık onlar hak üzere değildiler:
“De ki: ‘Ey ehl-i kitap! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) dosdoğru tatbik etmedikçe, siz hiçbir şey üzerinde değilsiniz.” (Mâide; 68)
“İnsanlardan Değil Allah’tan Korkun!”
Kur’ân-ı Kerim’de onlara hitap eden ayetlerden birçoğu, Allah-u Zülcelâl’in onlara verdiği nimetleri hatırlatması ve müslüman olmaya davet etmesi hakkındadır:
“Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın Kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide; 44)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin dünyaya gelmesi yaklaştığı bir zamanda yahudi bilginleri, ahir zaman Peygamberinin dünyaya gelmesinin yaklaştığını kitaplarından okuyorlardı.
Kendi kitapları olan Tevrat’ta şöyle yazmaktaydı:
“Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim, her şeyi onlara söyleyecek.” (Tesniye: 18/18)
İsrailoğullarının din bilginleri kendi aralarından çıkan zengin ve güçlülerden çekiniyor veya onların sağladığı desteği kaybetmekten korkuyordu. O yüzden gerçekleri gizliyorlardı. Allah-u Zülcelâl onları “İnsanlardan korkmayın, Benden korkun” diye ikaz ediyordu.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimeler indirerek onlara geçmişte verdiği nimetleri hatırlatıyor ve İslam nimetini kabul etmeye davet ediyordu:
“Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem imtihan hikmetiyle) âlemlere (kavimlere) faziletli kıldığımı hatırlayın. Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, (Allah’ın izin verdikleri hariç) hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidyenin (günah bedelinin) alınıp (salıverilmeyeceği) ve (hiçbir şekilde) yardım görülmeyeceği bir günden sakının.” (Bakara 47-48)
Allah-u Zülcelâl bu ayet-i kerime ile eğer bizzat kendileri hak yola uymazlarsa geçmişte atalarına nasip edilen hidayet ve faziletin onlara bir yarar sağlamayacağını bildiriyordu. Fakat onlar çok inatçı ve kibirli bir topluluktu. İslam düşmanlığı konusunda da insanların en şiddetlisiydiler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İnsanlar içerisinde müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun.” (Mâide: 82) buyurarak müminleri ikaz etmiştir.
Yalancı ve Hilekâr Bir Toplum
Yahudiler ırk, soy sop bakımından üstün olduklarına inanıyor bu üstünlüklerinin onları kurtaracağını iddia ediyorlardı. İşledikleri Peygamberleri katletmek, Allah’ın dinini tahrif etmek gibi ağır suçlara rağmen kendilerine az bir ceza dışında azap edilmeyeceğini ileri sürüyorlardı. Allah-u Zülcelâl onların suçlarını bir bir yüzlerine vuruyor ve üstünlük iddialarını çürütüyordu:
“Ve onlar: “Ateş bize birkaç günden fazla dokunmaz” derler. De ki onlara: Allah’tan bir söz mü aldınız çünkü Allah hiçbir zaman sözünden caymaz yoksa Allah’a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” (Bakara; 80)
Yahudiler Allah’tan korkmadıkları için ahlaki yönden de güvenilmez bir yapıya sahiptiler. Abdullah ibn-i Selam’ın müslüman oluş hikayesinde bunu görmek mümkündür.
Hz. Yusuf aleyhisselamın soyundan gelen bir alim olan Abdullah ibn-i Selam, ahir zaman peygamberi olduğunu anlayınca Rasûlullah Efendimize gelip iman etti. Fakat kavminin kendisine yapacağı iftira ve eziyetleri de tahmin edebiliyordu. Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatmıştır:
Rasûlullah aleyhisselatu vesselama gelip şöyle rica ettim:
“Ey Allâh’ın Rasûlü! Yahudiler yalancı ve iftiracı bir millettir. Onların ileri gelenlerini evinize davet etmenizi ve beni odalarınızdan birinde saklamanızı, sonra onları İslâm’a davet etmenizi, sonra da müslüman olduğumu öğrenmeden önce onların yanındaki itibarımı sormanızı rica ediyorum. Çünkü onlar müslüman olduğumu öğrendiklerinde, beni kusurlu bulacaklar ve bana yapmadıkları iftira kalmayacaktır.”
Bu ricam üzerine Allah Rasûlü beni, onları duyabileceğim bir odaya sakladı. Yahudi ileri gelenlerini de evine davet etti. İslâm’ı tebliğe, îmâna teşvike ve kendi kitaplarından bildikleri ahvâlini onlara hatırlatmaya başladı. Onlar da bâtıl ve boş şeylerle karşılık vermeye, O’nunla münakaşa etmeye başladılar. Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem onların îmân etmelerinden ümidini kesince sordu:
“İbn-i Selâm’ın aranızdaki itibarı nasıldır?”
“O, bizim içimizde hayırlı bir babanın hayırlı oğludur. Çok efendi ve dindar bir kimsedir. En fazîletlimiz ve en âlimimizdir.”
“Eğer o müslüman olursa ne dersiniz? Sizler de müslüman olur musunuz?”
“Hâşâ! İbn-i Selâm, asla müslüman olmaz. Allah onu müslüman olmaktan korusun.”
Allah Rasûlü bu suâlini üç defa tekrarladı. Onlar, her seferinde de aynı inkârî cevabı verdiler. Ben de odadan çıkıp yanlarına vardım:
“Ey yahudi cemâati! Allah’tan korkunuz! Size gelen bu hakikati kabul ediniz. Vallâhi, sizler O’nun Allâh’ın elçisi olduğunu biliyorsunuz! Elinizdeki kitapta hem ismi hem de vasfıyla yazılı olduğunu görüyorsunuz. Kelîmullâh’a inen Tevrât’ı Allâh’ın kelâmı kabul edip, Habîbullâh’ı ve O’na inen Kur’ân-ı Kerîm’i inkâr etmek en büyük zulümdür. Ben O’nun, Allâh’ın elçisi olduğuna şahâdet ediyorum. O, Allâh’ın Rasûlü’dür. O’na îmân ettim. O’nu tanıdım ve tasdik ettim.”
Şahâdet getirip tasdikte bulunduğumu işitince öylesine şaşırdılar ki, ne yapacaklarını bilemediler. Az önceki sözlerini çevirip aksini söylediler:
“Sen, bize bunu mu soruyorsun? Bu bizim içimizde en kötümüz, en şerlimizdir. Sözüne itimat edilmeyen en cahilimizdir.” dediler. Türlü yalan ve iftirâlarla bana yakıştırmadıkları ayıp kalmadı. Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz’e şöyle dedim:
“Ey Allâh’ın Rasûlü! Gördünüz işte! Korktuğum şey maalesef buydu. Ben onların gaddar, yalancı, fâcir ve müfterî bir millet olduğunu size haber vermiştim.”
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yahudilerin söylediği bu mütenâkız sözler karşısında;
“Birinci şahâdetiniz bize kâfîdir; ikincisi ise lüzumsuzdur!” buyurarak bu ikiyüzlülerin, huzûrunda daha fazla kalmasına izin vermedi.” (Buhârî, tefsir, no: 1368; İbn-i Hişâm, sîre, 1/228-234)
Hazret-i Abdullah İbn-i Selâm’ın ehl-i kitap karşısındaki bu hak şahitliği, vahy-i Kur’ân’la, bizzat Allah Teâlâ tarafından takdir ve tebcîl edildi:
“De ki: Hiç düşündünüz mü? Şayet bu (Kur’ân), Allah katından ise, siz de O’nu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de Kur’ân hakkında, benzerine (Tevrât’a) göre; (Bu da Allah kelâmıdır, diyerek) inandığı hâlde (kibirlenirseniz), söyleyin Bana, kendinize yazık etmiş olmaz mısınız? Şüphesiz Allah, zalim bir milleti doğru yola iletmez.” (el-Ahkaf, 10)
Abdullah ibn-i Selamdan başka Sa‘lebe bin Sa‘ye, Üseyd bin Sa‘ye ve Esed bin Ubeyd -radıyallâhu anhum- gibi bazı yahudi âlimleri de müslüman oldular. Fakat yahudiler;
“Muhammed’e yalnız bizim şerlilerimiz inandı. Eğer, onlar hayırlılarımız olsalardı, atalarının dînini bırakmazlardı.” dediler.
İnen âyet-i kerîmeler Hazret-i Abdullah ve arkadaşlarını o müfterî ehl-i kitaptan istisnâ ederek tezkiye eyledi:
“Onların (ehl-i kitâbın) hepsi bir değildir. İçlerinde öyle bir cemaat vardır ki; onlar gece vakitlerinde secdeye kapanarak Allâh’ın âyetlerini okurlar; Allâh’a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar; hayır işlerinde birbirleriyle yarış yaparlar. İşte onlar sâlihlerdendirler.” (Al-i İmrân, 113-114)
Gerçekleri Gizlerler
Aslında pek çoğu Allah Rasûlü’nü bilip tanıyorlardı. Ama kin ve hasetleri inanmalarına mânî oluyordu. Kur’ân-ı Kerim bu hakikati de şöyle ifade etmekteydi:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’nu (yani Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtu ve’s-selâm-’ı), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. (Buna rağmen) onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizler.” (el-Bakara, 146)
Yahudiler sırf Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselama iman etmemek için hakkı gizliyor ve yalanlar söylüyorlardı. Zaten her devirde yalancılık ve hilekarlık değişmez sıfatları olmuştu. Bu yüzden geçmişte peygamberlerin diliyle lanetlenmişlerdi:
“İsrâiloğullarından küfre sapanlar hem Dâvut’un hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdir.” (Mâide: 78)
Yahudiler nefislerini kötü ahlaklardan tezkiye etmez, nefislerine uyarlardı. Allah’ın emirlerine uymamak için çeşitli hilekarlıklara baş vururlardı. Allah-u Teâlâ bunca nimetlerine rağmen azgınlık eden Yahudilerden bazı grupları maymun suretine çevirdiğini bildirmiştir:
“İçinizden cumartesi günü azgınlık edip haddi aşanları elbette biliyorsunuz. Biz onlara ‘Aşağılık maymunlar olunuz!’ demiştik.” (Bakara: 65)
Kendilerine inen kitabı tahrif etmeleri, ahir zaman Peygamberini inkâr etmeleri, Allah-u Zülcelâl’e oğul isnad ederek ortak koşmalarından dolayı yahudi ve hıristiyanların küfür ehli oldukları kesindir. Hatta onlar Allah-u Zülcelâl’den korkmaz ve saygı duymazlar.
Allah’a Dil Uzattılar
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin onları İslam’a davet etmesi Yahudileri öfkelendiriyordu. Gitgide gerçek yüzlerini ortaya koymaya başladılar. Öyle ki Allah’a da dil uzattılar.
Hz. Peygamber’in seçkin ashabı Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh bir gün yahudileri İslâm’a davet için gittiğinde, ona karşı gelmişler ve Hz. Peygamber’in zaman zaman kendilerinden borç para istediğini hatırlatarak:
“(Haşa) Allah fakir, biz zenginiz.” demişlerdir. Yahudilerin bu sözlerine çok kızan Hz. Ebû Bekr, Finhas isimli Yahudi hahamının yüzüne bir tokat vurmuş ve:
“Vallahi, aramızda anlaşma olmasaydı, başını uçururdum.” demiştir. Bunun üzerine Finhas Hz. Peygambere gidip Hz. Ebû Bekr’den şikayetçi olmuştur. Hz. Peygamber olayı bir de Hz. Ebû Bekr’den dinleyince Finhas daha önce söylediği sözleri inkar ederek Hz. Peygamber Efendimiz’in yanından ayrılmıştır. (İbn Hişâm, 11,207-208)
Bu hadise üzerine nazil olan ayet-i kerime:
“Andolsun; ‘Gerçek, Allah fakirdir, biz ise zenginiz’ diyenlerin sözlerini Allah işitmiştir. Onların bu sözlerini ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız ve: ‘Yakıcı azabı tadın’ diyeceğiz.” (Al-i İmran 181) buyurarak yahudileri tehdit etmişti.
Yahudiler her zaman Allah’a karşı saygısız, cüretkâr bir topluluktu. Allah’ın kitabını değiştirmekten çekinmezler, Allah’a iftira eder ve peygamberler hakkında ileri geri konuşurlardı.
“Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur.” dediler. Hıristiyanlar da: “Mesih (İsa) Allah’ın oğludur.” dediler. Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir. Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?” (Tevbe; 30)
Kendi aralarında birinin dedikodusunu yapar gibi rahat bir edayla haşa Allah-u Zülcelâl hakkında da küstahça konuşurlardı. Allah-u Zülcelâl onlara karşı gazabını ve onların gerçek yüzünü şöyle beyan etmiştir:
“Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Kendi elleri bağlansın. Söyledikleri yüzünden lanete uğrasınlar. Hayır, O’nun iki eli de açıktır; dilediği gibi bağışta bulunur. Kuşkusuz, Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun azgınlık ve inkârını artıracaktır. Biz aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş için bir ateş körükledilerse, Allah onu söndürdü. Yeryüzünde sürekli bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah, bozgunculuk çıkaranları sevmez.”(Maide; 64)
Fitne ve Kışkırtıcılık
Yahudiler inatlaştıkça aleyhlerinde inen ayetler de çoğalıyordu. Böylece onlar fitne çıkarmaya çalıştıkça Allah-u Zülcelâl da onları rezil ediyordu. Ama tevbe edip kendilerini düzeltecekleri yerde sinsi planlar yapmaya ve fitneler çıkarmaya devam ediyorlardı.
Her devirde yahudiler savaş çıkarmayı ve körüklemeyi çok severler. Zaten birçok yahudi zengini silah ticareti yapar. Savaşlarda başka milletler kaybederken onlar kazanır. Savaşanlara yüksek faizle borç verirler pahalanan malların ticareti sırasında karaborsacılık yaparlar. Türlü hilelerle hep başkalarının aleyhine olan durumlardan kar etmeye çalışırlar.
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam zamanında da müslümanlar aleyhine düşmanlarını savaşa kışkırtmaya çalıştılar ve müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalıştılar.
Yahudilerin fitnelerinden biri de müslümanları dinlerinden döndürmek için tartışmalar çıkarmaktı. Kur’ân-ı Kerim’de bunlara cevap verilmiştir. Allah-u Zülcelâl müminleri Yahudi ve hıristiyan fitnelerine karşı uyarıyor:
“Ey iman edenler! Kendilerine Kitap verilenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirirler de kâfir yaparlar. Size Allah’ın âyetleri okunurken ve aranızda O’nun Resul’ü bulunurken nasıl küfre dönersiniz? Kim Allah’a sımsıkı sarılırsa, muhakkak ki o doğru bir yola iletilmiştir. Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Âl-i imrân: 100-102)
Allah-u Zülcelâl bizleri son nefese kadar Hak Dini üzere sabit kılsın ve salihler arasına ilhak eylesin. Amin.