HİKMET PINARI / Gökyüzünün Kandilleri
HİKMET PINARI
Gökyüzünün Kandilleri
Hayrünnisa Hanım
Rabbimiz Nur suresi 36. Ayette buyuruyor ki:
فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَن تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ
“O evlerde ki; Allah, onların yüceltilmesine ve içlerinde kendisinin adının anılmasına izin vermiştir. Onlar da sabah akşam O’nu tesbih ederler.”
İbni Abbas radıyallahu anh bu ayetin tefsirinde; “Gökyüzündeki yıldızlar nasıl yeryüzünü aydınlatıyorsa, yeryüzünde Allah için toplanılan evler de gökyüzünü o şekilde aydınlatır,” buyurmaktadır.
Bu nedenle Allah’ın zikri ve sohbet için toplanılan her yer bu ayetin müjdesine müstehaktır inşaallah.
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh hazretlerinin en çok üzerinde durduğu konulardan biri de sohbet evlerini çoğaltmaktı. Buyururdu ki: “Sohbetler hazır olan bir sofraya benzerler. O sofradan insan yemediği zaman, sadece bakmakla insanın vücudu o gıdayı almaz. O sofradan yemek lazımdır ki vücud o gıdayı o vitamini alsın.”
Yapılan sohbetlerle amel edilirse o zaman istifade edilir.
Bizler bu yolun yolcusu olmaya gayret edelim, layık olalım ve iyi bir müslüman olarak yaşayıp örnek olalım. Çocuklarımızı kendi yerimize varis olarak bırakalım. Onlara da öğretelim, yardımcı olalım.
İslam hizmetinin ehemmiyetini, İslam şuurunu anlatmaya gayret edelim. Biz kalıcı değiliz, hiç kimse kalıcı değildir. Allah-u Zülcelâl bakidir, hepimiz faniyiz. Biz gideceğiz, yerimize yeni nesiller gelecek. O nesillere de İslam şuurunu bırakacak, onlara aşılayacak, yaşayışımızla davranışımızla, hal ve hareketlerimizle iyi örnek olabileceğimiz yeni nesiller bırakmaya gayret edelim ki onlar da kendilerinden sonra gelecek nesillere İslam’ı tebliğ etsinler. Çünkü dünyanın düzeni bu şekildedir.
Biz ne yaparsak ne ekersek onu biçeceğiz. Biz öldüğümüz zaman da işte bu toplantılarımız olsun birbirimize olan hayır yolunda ne menfaat verdiysek ahirette hepsi onlar önümüze gelecek.
Sadaka-ı cariyelerimiz olacak, devamlı olarak bizim arkamızdan bize sevaplar gelecek. Cennetin bir nimeti olarak önümüze gelecekler inşallah. Bu konuda elimizden geldiği kadarıyla gayretli olmalıyız.
Allah-u Zülcelal kullarından cehd istiyor. Çünkü Allah-u Zülcelal bizim gayretimize bakar. Allah-u Zülcelâl’in merhametinden ümitvar olacağız.
Ariflerden biri:
اَلْعَمَلُ مِنَ الْإِنْسَانِ وَ التَّيْسِيرُ مِنَ الرَّحْمَنِ
“Amel insandandır, kolaylık rahmandandır.” buyurmuş. Cehd kuldandır kolaylığı verecek olan Rahmandır.
İnsan oturduğu yerden, “Ya Rabbi! Ben çok istiyorum ama namaz kılamıyorum,” “Ya Rabbi! Çok istiyorum ama içkiyi bırakamıyorum.’’ dememelidir. İnsan cehd edecek, gayret edecek o nefsiyle savaşacak. Allah-u Zülcelal onun cehdini gördüğü zaman ona merhamet edecek, ona kolaylaştıracaktır.
Teheccüdün kıymeti neden çoktur? Çünkü insan Allah’ın yanında kıymetli olan cehd yaparak, nefsinin isteğini bir kenara bırakarak o tatlı uykusundan kalkıp Allah’ın huzuruna çıkar. Denilir ki: “Hiçbir kimse kıskanılmaz, teheccüd namazına kalkan, seher vaktinde uyanık olan insan kıskanılır.”
Bu nedenle başta farzlar olmak üzere Allah’ın kıymetli kıldığı ibadetlere dört elle sarılalım. Bu Allah’ın merhametine vesile olacaktır, inşaallah.
Allah-u Zülcelal’in merhametine vesile olacak en önemli amellerden biri de emri bil maruf nehyi anil münkerdir. Çünkü Allah’ın yanında en kıymetli şey mahlukuna hizmet etmektir.
Nefse ne kadar ağır gelse de gece gündüz ibadet etmemizdense Allah’ın mahluku için çalışmamız, çabalamamız Allah’ın yanında daha kıymetlidir. Çünkü bir insanın hidayetine vesile olmak, ölmüş bir insanı diriltmek gibidir. Bu nedenle Allah’ın yanında hidayete vesile olmak çok kıymetlidir.
Allah-u Zülcelal bencilliği sevmemiştir. Cimrilik dinimizde en kerih görülen şeylerden bir tanesidir. Bu İslam dini için de aynı şekildedir. “Ben bu hidayetten nasibimi aldım, bir başkası da nasiplensin,” düşüncesiyle hareket etmemiz gerekir.
Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh:
“Ey insan! Etrafındaki insanların çokluğuna bakıp da aldanma! Çünkü sen yalnız öleceksin, kabre yalnız gireceksin, kabirde sualler sorulurken, Allah-u Zülcelâl’in huzuruna çıkıp hesap verirken yalnız olacaksın. Kabirden yalnız kalkacak ve hesabını yalnız vereceksin,” buyurmuştur.
İnsan her yerde yalnızdır. Kişi dünyada etrafındaki insanların varlığından, kalabalıktan, eş ve dostların, akrabaların varlığından aldanmamalıdır. İnsan yalnız kalıp Allah’ın huzuruna çıkıp hesap vereceği günü tefekkür etmelidir.
Şah-ı Nakşibend kuddise sırruh Hazretleri: “Her şeyin bir zekâtı vardır, aklın zekâtı da tefekkür etmektir,” buyurmuştur. Bu nedenle kul tefekkür ettiği zaman Allah’ın izniyle kendi aslını ve nasıl bir yol izleyeceğini bulur.
Dünya derdi bir hiçtir. İnsan çocuğuyla, malıyla, eş ve dostuyla, sağlığıyla imtihan olur. Zaten dünyaya geliş amacımız imtihandır. İmtihansız bir dünya beklenmez. Önemli olan bu imtihanların sonucunda Allah’ın kulundan razı olup olmadığıdır.
Kul; “Ben bu hayatı Allah’ı unutarak mı geçirdim yoksa her halimle Allah’a şükredip O’nu zikrederek mi?” diye düşünmelidir.
Bizler de kafamızı yastığa koyduğumuz zaman ümmetin derdiyle dertlenelim. “Ya Rabbi! Bu yolun yolcusu olarak emri bil maruf nehyi anil münker yapan kullarından olmayı bana nasib et. İnsanlara faydalı olmayı, senin rızan neyde varsa onu nasib et. Rızan neyde yoksa beni ondan muhafaza et. Ya Rabbi! Yaptıracak olan ancak Sen’sin, Fail-i hakiki Sen’sin!” diye bütün ahvalimizi Allah’a arz edersek Allah-u Zülcelal de hayatımızı ona göre nizam edecektir, inşaallah.
Bize düşen görev sadece nefsimizden mesul olup yiyip içmek, kendi heva heveslerimizin esiri olmak değil, mümin kardeşlerimizin derdiyle de dertlenmek, emr-i bil maruf nehyi anil münker yapmak konusunda çaba sarfetmektir.
Her bir Müslüman İslam’ın emirlerini başkalarına aktarma konusunda mesuldür. Kişinin ilk önce kendisini irşad etmesi gerekir. Sonra zaten Allah-u Zülcelâl kişinin halis niyetini görürse etrafına insanları toplayacaktır ama çokluğa hiçbir zaman bakılmamalıdır. Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh hazretleri; “İki kişi de olsa üç kişi de olsa bir bülbül gibi şakıyalım, daima Allah-u Zülcelâl’i anlatalım,” derdi. Çokluğa hiçbir zaman aldanmayalım.
Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Kureyş’in büyüklerinin hidayete ermesini çok istiyordu ve bunun için de ara ara özel toplantılar yapıyor, onlar için ikramlar hazırlatıyordu. “Onlar hidayete ererse onların arkasında olan, onlara tabi olan birçok insan hidayete erer,” düşüncesiyle bu kişilerin hidayete ermelerini çok istiyordu.
Çok fazla kimse girmesin, bir dağınıklık olmasın diye yaptığı bu toplantıları gizli toplantı haline getiriyordu.
Mekke-i Mükerreme’de bir gün Kureyş’in ileri gelenlerinden üç-beş kişiye Rasul-i Ekrem aleyhisselatu vesselam Efendimiz İslâm’ı anlattığı esnada İbn-i Ümmi Mektûm radıyallahu anh oraya geldi. O gözleri görmeyen bir sahabeydi. İzinsiz odaya girdi ve Peygamberimiz aleyhisselatu vesselamın sesini duyunca da onu görmediği için belli işaretlerle, dürtükleyerek: “Ya Resulallah Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret,” dedi.
Resulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz o toplantıda istediği olmadığı için çok üzgündü, bu nedenle ona çok iltifat etmedi. Bunun üzerine Allah-u Zülcelal Abese suresinin ilk on ayetini indirdi. Şöyle buyurdu:
“Sen temizlenmek isteyen insanlara yönel, temizlenmek istemeyenlerle uğraşma. O hakiki manada bir müslüman olmak istiyor, samimidir. Senden gerçek anlamda istifade edecek. O öbür temizlenmek istemeyenlerin peşinde koşturma.”
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem sonraları zaman zaman İbn-i Ümmü Mektûm’a:
“Ey Rabbimin kendisi sebebiyle beni uyarıp azarladığı kişi! Bir ihtiyacın var mı?” diyerek latife yapar, halini hatırını sorardı.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimenin devamında:
“Senin istemene bağlı değil Allah dilerse onlara hidayet verecektir. Sen sadece anlatmakla görevlisin,” buyurmaktadır. Bu nedenle bizim de görevimiz tebliğdir. Kimsenin kalbine hükmetmek gibi bir yetkimiz -haşa- haddimize değildir. Hidayet Allah’ın elindedir.
Eğer her konuştuğumuz insan hidayete erseydi bizlere kibir gelebilirdi. Allah-u Zülcelal işte bu nedenle insanın haddini bilmesi için dünyaya bir nizam koymuş. İnsanoğlu sadece anlatmakla görevlidir, kalpleri hidayete erdirmek gibi bir yetkisi yoktur.
Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki; “İnsanları doğru yola çağıran kimseye kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez.” (Müslim Kitabu’l İlm)